Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Yazı Boyutu:
Hülya Yıldırım

GÜNDE KAÇ KERE "HADİ"LİYORSUNUZ?


En az 3 yıldır kızımla olan ilişkimde her geçen gün daha az “Hadi”leyen bir anne olmak üzere farkındalık geliştirmeye çalışıyorum. Fakat yok, bu genetik bir hastalık sanırım, yine de kendimi zaman zaman “Hadi”lerken buluyorum ve hiç hoşuma gitmiyor.

Siz de gözlemleyin kendinizi ve günde kaç kere çocuğunuza “hadi” ile başlayan cümleler kurduğunuzu bir sayın, elde ettiğiniz rakam aklınızı yerinden alabilir. Ve aynı zamanda bu rakam, ne kadar sıkıcı bir ebeveynlik sergilediğimizin de bir göstergesi olabilir.

Düşünsenize çocuksunuz, tek derdiniz anı yaşamak, yani o an ne yapıyorsanız ona odaklanıyorsunuz, hayatı oyunla öğrendiğinizden en çok zevk aldığınız eylem de oyun oynamak... Ve birileri, üstelik o birileri de en yakınlarınız, size sürekli; hadi yemeğini ye, hadi dişini fırçala, hadi oyuncaklarını topla, hadi okula geç kalıyorsun, hadi dersine çalış, hadi, hadi, hadi deyip duruyor. Dışınızdan değilse bile içinizden 'Ehhh, yeter artık' demek gelmez mi? Demeseniz bile, bir cümleyi bu kadar çok duyarsanız duyarsızlaşırsınız. Söyleneni duymazsınız yani, umurunuz olmaz...

Fakat, olaya biz anneler açısından bakacak olursak, biz annelerin de bu konuya yaklaşımı genellikle şöyledir: “Hadi diye uyarmasam yapmaz ki; ne ödevini yapar, ne sabah servise yetişir, ne de başka bir şey, sorumluluğunu bilse ben meraklı mıyım her şeyde peşinden koşuşturayım, tükeniyorum zaten...”

Biliyorsunuz haklı-haksız yoktur! Herkes haklı, herkesin hissi biricik! Lakin, biz büyükler hayatın koşuşturmacasına kapılıp giderken çocuklarımızın çocuk olduğunu unutuyoruz. Çocuğumuzun  sadece  3, 5, 9 yaşında olduğunu, kendi yaşına uygun bir duygusal gelişim içinde bulunduğunu unutuyoruz ya da bu konudan zaten bihaberiz. Hadi yemek ye, yemiyor; demek ki karnı acıkmamış... Ders çalış, demek ki çalışmak istemiyor... Olamaz mı? Bizim de olmuyor mu, yemek yemek istemediğimiz, işe gitmek istemediğimiz zamanlar...

Eee, peki ne yapacağız? Bu çocuk, çocuk diye kafasına estiği ya da o an hissettiği gibi mi davranacak?..

Bana sorarsanız, aslında hepimiz sadece hissettiğimiz gibi yaşamalıyız, fakat bir şartla; hissimizle yaptığımız seçimlerimizin sorumluluğunu alarak!..

Yemeğini yemiyorsa o çocuk o öğün aç kalır değil mi, bırakın kalsın... Ödevini yapmak istemiyorsa, yarın okulda ödevini yapmamış olmanın sorumluluğunu yaşasın. Ama tabii, bu arada biz çocuğumuzun neden bu davranışı seçtiğini anlamaya çalışalım. Hasta mı, morali mi bozuk; seçimini hangi etkene bağlı olarak yapıyor?

Tabii bir de bu durum çocuğun yaşına uygun olarak dengelenebilmeli... Özellikle 3-5 yaşına kadar katı bir tutumun lüzumu yok, fakat özellikle 6-7 yaşından sonra çocuklarımızın bireysel sorumluluklarını almalarına da mutlaka izin vermemiz gerekiyor. Fakat, yemeğini yemeyen çocuk abur cuburla da karnını doyuramamalı mesela, ya da ödevini yapmayan çocuğun ödevini biz yapmamalıyız.

Hayatta her şey denge diyoruz ya, işte ebeveynlik sanatı da öyle sanırım. Biz de ebeveynlikte dengeyi öğreniyoruz çocuklarımızdan... Fakat, onlara asistanlık ederken sınırları en baştan çok özenle ve bilinçle kurgulamak gerekiyor. Çünkü uzmanların dediği gibi, 7'sinde hadi'leyen bir anneye alışan çocuk büyüdüğünde de kendisine hadi'leyecek bir eş ya da patron seçebiliyor.

Fakat, daha çok çocuğunuzun neyi ne kadar doğru ne kadar yanlış yaptığını değil, ebeveynliğinizi sorgulayan bir anne baba iseniz, farkındalıkla herkes için sağlıklı ve dengeli yollar bulacağınıza şüphe yok! Sonuçta hepimiz insanız ve birbirimizle etkileşimlerimizden öğreniyoruz, yeter ki koşulsuz sevgimizi ve içtenliğimizi her an taze tutalım.

Çocuklarımıza parmak sallayarak komutlar verdiğimizde, pazarlık yapmaya kalktığımızda kendilerini hiç iyi hissetmiyorlar. Ama, neden sonuç ilişkisi kurarak yaşlarına uygun anlatımlar yaptığımızda, onların duygularını anlamaya çalıştığımızda ve bir de kendi duygularımızı ifade edebildiğimizde onlara; çocuklarımız zaten harikalar, her şey kendiliğinden yolunda gidecektir.

Ama, siz yine de günde kaç kere hadi'lediğinizi saymayı ihmal etmeyin. En azından epey azalttığınızdan emin olana kadar... Çünkü alıştığımız kalıpları terketmek kolay olmayabiliyor. Fakat, kesinlikle değişmeye ve denemeye değer...

 

ÇOCUĞUNA "HAYDİ, ACELE ET" DEMEYEN ANNE VAR MI?

Hiç saydınız mı, günde kaç kere çocuğunuza “hadi” ile başlayan cümleler kuruyorsunuz? Hadi, itiraf edin!..

Fransız psikoloji dergisi Psychologies, geçtiğimiz günlerde internet sitesinde yayımladığı makalede çocukların acele etmeye zorlanmaması gerektiği konusunda uyarıda bulundu. Psikolog Beatrice Copper-Royer, “Ebeveynler günlük hayatın akışını çocuklar için yavaşlatmalı. Çocukların, hayal kurmak, düşünmek, hissetmek, dünyayı ve kendilerini anlayabilmek için zamana ihtiyaçları var” diyerek aileleri uyardı.

Uzmanlar, çocuğun kendi hızında yemek yemesinin, giyinmesinin ve oyun oynamasının kişiliğini oluşturmada önemli olduğunu söylüyor.

Bizde de bu işe yıllarını vermiş uzmanlardan biri olan, “Unutkan Erkekler 'Hadi'leyen Anneler” kitabının da yazarı, Uzman Psikolog Fatma Torun Reid bu konuda şunları söylüyor: “Çocuklara çok sık 'hadi' sözcüğü kullanıldığında, ileride ya telaşlı, her an için treni, vapuru kaçıracakmış gibi koşturan, aceleci yetişkinler ya da bugünün işini yarına bırakan 'unutkan büyükler' oluyorlar. Tembellik ya da sorumsuzluk diye adlandırılan birçok davranışın arkasında belki de bu var...

Bugünün işini yarına bırakan erkeklerin geçmişinde de 'hadi'leyen anneler var. Sadece erkek çocuklar için değil, kız çocuklar için de bu sözcüğün olumsuz etkisi söz konusu.
'Hadi' sözcüğünün adeta 'karşı koy' anlamında bir etkisi var. Açık açık 'Yapmak istemiyorum' diyemeyen çocuk uyumlu gibi görünüp yapılması gerekeni unutur, erteler veya tam tersini yapar. Tabii, bilerek, programlayarak değil, bu bir pasif direniştir. İç dünyasının kazancı, hükmedilmeyi önlemek, kontrolü elde tutmak; duygu içeriği ise endişe ve öfkedir.

'Hadi'leyen annelerin ortak yönü, sabırsız veya mükemmelliyetçi olmalarıdır. Pasif direnişin günlük hayatımızdaki en yaygın örnekleri ise, 10 dakikalık kahvaltıyı 1 saate uzatan minikler, bir türlü okul servisine yetişemeyen çocuklar,  iş yerinde istenilen bir şeyi mutlak bir şekilde değişik uygulayanlar, eşinin siparişini sürekli unutan büyükler...

Çocukluğun bu gizli savunması, baskıya karşı tepki, ileriki yaşlarda da insan ilişkilerinde tekrar tekrar sahneye geliyor. Belki de en çok erkeğin dünyasında eleştiren, titizlenen 'hadi'leyen eşlerle olan ilişkide.”

 

Merve Soysal Başa (Uzman Klinik Psikolog):
“Çocukların gelişimine bakıldığı zaman, gelişim basamaklarını aynı sırayla çıktığını ama bir sonraki adıma geçme süresinin farklı olduğunu görürüz. Örneğin, çocuklar önce emekler sonra yürümeye başlarlar. Bunları, çevreden gelen uyaranlarla değil kendi gelişim hızlarına göre gerçekleştirirler. Bu sebeple, çocuk büyürken, bazı becerilerin gelişimi için destek verilmeli; fakat bu arada onun yaşı, fiziksel ve bilişsel yetenekleri göz önünde bulundurulmalıdır.


Ebeveynlerinin hızlı giyinmesi, yemek yemesi hatta yürümesi o çocuk için bağlayıcı bir unsur taşımamaktadır. Çocuk bu işlemleri yaparken bir öğrenme süreci içinde ve hayatı tanımaya çalışmaktadır. Çocuğu durmadan uyarma ile hızlandırmaya çalışmak hem aralarındaki ilişkiyi zedeleyecek hem de çocuğun bir süre sonra, 'Ben hiçbir şeyi düzgün ve zamanında yapamıyorum' düşüncesini benimsemesine ve özgüveninin zedelenmesine yol açacaktır."

 

 

DİĞER YAZILAR
- HER ÇOCUK YALANSIZ BÜYÜMEYİ HAK EDER!
- ANNE DUYGUDUR!..
- HAYIR DEMEYİ BİLİYOR MUSUNUZ?
- KEK YAPAR GİBİ ÇOCUK YAPAMAZSIN!
- MAHREMİYETE SAYGI!
- ÇOCUKLAR ÖLMESİN!
- ÇOCUĞUNUZDAN VAZGEÇMEYİN!
- ANNE BABAYI PAYLAŞMAK!
- SÜT DİŞİ, DEYİP GEÇMEYİN!
- Sadece 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'n değil... HER GÜNÜN KUTLU OLSUN KADIN!..
Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.