Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Genel Konular > Günlük yaşam hakkında > TV Programları
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar RSS - Magazin Dünyasindan Haberler
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kapalı KonuMagazin Dünyasindan Haberler

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  123 77>
Yazar
Mesaj Tersinden sırala
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Konu: Magazin Dünyasindan Haberler
    Gönderim Zamanı: 22 Eki 2012 Saat 11:43

Dolabın içine girip ağladım

Dolabın içine girip ağladım

Alzheimer hastalığına yakalanan İngiliz yazar Iris Murdoch’ın öyküsünü anlatan “Sonbaharı Beklerken”, ikinci sezonunda da kapalı gişe oynuyor.Oyunda Murdoch’un gençliğini Begüm Birgören, yaşlılığını Çolpan İlhan, eşini de Ahmet Uz canlandırıyor.

“Sonbaharı Beklerken”, yeni sezonda da sahnede. Bildiğim kadarıyla tiyatro seyircisi çok sevdi bu oyunu...
Çolpan İlhan: “Sonbaharı Beklerken”, profesör Iris Murdoch’ın öyküsünü anlatıyor. Müthiş bir şöhreti var bu kadının. İstediğini yaptığı marjinal bir hayat sürüyor. Ancak sonrasında Alzheimer’a yakalanıyor ve düştüğü durum seyirciyi çok etkiliyor. Herkes “Yaşlanınca nasıl bir hayatım olacak acaba?” diye düşünür. Herkesin kafasında bir ‘son’ merakı vardır. Oyundaki profesörün yaşadıkları, bu yüzden çok dikkat çekti. Bu da bizi çok sevindirdi. Severek oynuyoruz.
Begüm Birgören: Bu başarıda Çolpan Abla’nın da büyük payı var. Tiyatroya gitmek, insanlar için ekstra bir maliyet. Ama biz bugüne dek 30 oyun oynadık, hepsinde salon doluydu. Ben bunun Çolpan Abla’dan kaynaklandığını düşünüyorum.
Ahmet Bey, siz Iris Murdoch’ın eşini oynuyorsunuz. Canlandırdığınız karakterden bahseder misiniz biraz?
Ahmet Uz: John, edebiyat eleştirmeni. Entelektüel bir adam. İngiliz asıllı, tutucu bir çevrede yetişmiş. Iris’le tanışınca içine girdiği o bohem hayat hoşuna gidiyor. Kadının yaşadığı çarpık ilişkilere de göz yumar hale geliyor.
Eşinin Alzheimer olması, onu çok zorluyor değil mi?
Ahmet Uz: Kesinlikle. Ama uzun bir süre görmezlikten geliyor bu durumu. Çünkü kabul etmek istemiyor. Ve çevresindekilere de “Iris gayet iyi” diyor. Şiddetli bir aşk var aralarında. Ve bu aşk ölüme kadar gidiyor...
   
HASTANEYE GİTTİM HASTALARI İNCELEDİM 
Iris’in hastalığı, ilişkilerini nasıl etkiliyor?
Çolpan İlhan: O marjinal kadın gidiyor, yerine bambaşka bir kadın geliyor. Evi darmadağın, her şey ortalıkta... Adam da bir yere kadar sabrediyor tabii. Sonra sürtüşmeler, tersleşmeler başlıyor. Ve kadının hayatına korkuları hakim oluyor. Yalnız kalmaktan korkuyor. Bütün bunlar, ilişkilerine çok farklı bir boyut kazandırıyor haliyle. Adam mutfağa bile gitse ayağına yapışıp “Gitme” diyor. Bir yandan da geçmişindeki alakasız şeyleri hatırlayıp onları yeniden yapmak istiyor. Başka neler yapıyor bu süreçte Iris?
Çolpan İlhan: Dolabın içine girip saatlerce ağlıyor mesela. Evinin yolunu bulamıyor. Hayatında her şey ters gitmeye başlıyor. 
Rol için özel bir hazırlık yaptınız mı?
Çolpan İlhan: Nasıl oynayayım diye çok araştırdım. Bir hastaneye gittim mesela, Alzheimer hastalarının neler yaptığını inceledim.

ROLÜME HAZIRLANIRKEN ÇOLPAN ABLA’YI GÖZLEMLEDİM
Begüm Hanım siz nasıl hazırlandınız Iris’in gençliğine?     
Begüm Birgören: Ben Iris’in gençliğini canlandırdığım için hastalığını karakterin içine yerleştirmekten yırttım! (Gülüyor) Hastalığın evrelerini role yerleştirmek zorunda kalmamak, benim için işi daha kolay hale getirdi. Role Çolpan Abla’yı gözlemleyerek hazırlandım.
Böyle marjinal bir karakteri canlandırmak size ne hissettiriyor?
Begüm Birgören: Iris Murdoch, varoluşçu bir yazar. Hayata bakışı ve protez kişiliğiyle o dönem için çok farklı biri. Böyle bir kadının varlığı, ruhu, hayatı değiştirebileceğine ait düşünce gücü çok imrendirici. Kitaplarını okuduğum zaman da aynı şeyi hissettim. Ve onu oynamak çok keyifli.
Hangi kitaplarını okudunuz?
Begüm Birgören: Üç kitabını okudum. “Melekler Zamanı”, “Kesik Bir Baş”... Diğerinin adını şimdi hatırlayamadım. Alzheimer mı oluyorum ne! (Gülüyor)

“AĞIR ROMAN”DA KÜFÜR VE ARGO OLSA, SONUÇ FARKLI OLURDU
Bu arada tiyatronun yanı sıra “Ağır Roman Yeni Dünya” dizisinde de rol alıyorsunuz. Dizinin beklenen ilgiyi görmediği konuşuluyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Begüm Birgören: Aslında bu konuda politik konuşmak durumundayım ama bunu pek beceremiyorum... Seyircinin “Ağır Roman Yeni Dünya”dan beklentisi çok yüksekti. Dizinin beklentisi yüksek olan işlerin makus talihini yaşadığını söyleyebiliriz. Ayrıca yayın günü ve saati de izlenme oranını etkiliyor...
“Ağır Roman” filmiyle karşılaştırıldığı için mi böyle oldu sizce?
- Bence öyle. Biri sinema filmi, diğeri televizyon işi. O yüzden aralarında fark olması normal. Aslında film bile kitabın derdini tam olarak yansıtmıyor, hafif kalıyor. O romanın içindeki hayat kadınının, katilin, esrarın, küfrün, argonun olmadığı bir “Ağır Roman”, işin ruhundan uzaklaştırıyor insanları. Biz oyuncular olarak ne kadar iyi de olsak, televizyonun filtrelerinden geçemiyor...
Peki bu saydıklarınız dizide olsaydı, sonuç farklı mı olurdu?
Begüm Birgören: Tabii. O zaman gerçek “Ağır Roman”ın atmosferi olacaktı. Ama televizyonda yayınlandığı için işi çok daha steril göstermek zorundayız.
Bu durum sizde bir hayal kırıklığı yarattı mı?
Begüm Birgören: Hayal kırıklığı demeyelim de insanın içi buruluyor. Tabii ki işin sinemada gösterildiği şekilde olmayacağını biliyorduk, öyle ütopik bir yerden bakmıyorduk. Ama dizinin bu kadar fazla steril kalacağını da düşünemedik galiba. Ben yine de bu oyuncu ekibiyle yola çıktığım için mutluyum.

O ÖPÜŞMEDE EROTİZM YOK
Begüm Hanım, “Sonbaharı Beklerken”de bir kadınla öpüştüğünüz sahne medyanın ilgisini çekti, çıkan
haberler sizi ya da oyunu nasıl etkiledi?
Begüm Birgören: Bekliyordum böyle bir şey olmasını ama çok ciddiye almadım. İki saatlik oyundaki iki saniyelik bir durum o. Ortada bir erotizm yok. Ben insanların o sahne için bu oyuna geldiklerini düşünmüyorum.

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 22 Eki 2012 Saat 11:42

'O çocuk ben değilim'

O çocuk ben değilim

Tolgahan Sayışman, fan sayfalarında 'Tolgahan'ın çocukluk hali' notuyla paylaşılan fotoğrafın kendisine ait olmadığını söyledi.

Twitter aracılığı ile takipçilerini bilgilendiren Sayışman syfasına "Sürekli olarak etiketlediğiniz ve paylaştığınız çocuk resmi benim çocukluğuma ait bir resim değildir" notunu düştü.

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 22 Eki 2012 Saat 11:40

EVİ TERK Mİ ETTİ

EVİ TERK Mİ ETTİ

İbrahim Tatlıses evliliği ile ilgili iddiaları Twitter'da yalanladı.

14 Mart 2011'de silahlı saldırıya uğrayarak ağır yaralanan İbrahim Tatlıses, uzun bir tedavi sürecinin ardından 27 Eylül 2011'de Ayşegül Yıldız ile nikah masasına oturmuştu.

İbrahim Tatlıses'in bir süredir kavgalı olduğu eşi Ayşegül Yıldız'a kızıp evi terk ettiği iddia edilmişti.

Tatlıses, ayrılık haberini Twitter sayfasına yazdığı "Ayşegül dün akşam saat 12:05'te hastanede yanımdaydı. Bu terk ne zaman oldu anlayamadım" notu ile yalanladı

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Eki 2012 Saat 10:49

AZRA AKIN'IN GÖZYAŞLARI

Azra Akının gözyaşları

"Hayatımda ilk kez mahkemeye çıkıyorum" dedi ve daha fazla devam edemedi.

Manken Azra Akın'ın, organizatör Erkan Özerman'a açtığı tazminat davasının ilk duruşması bugün görüldü. Hakim karşısına çıkan Akın, duruşmada söz aldığı sırada gözyaşlarını tutamadı.   

 

ÖZERMAN'A AÇILAN 50 BİN LİRALIK TAZMİNAT DAVASI          

2002 yılı Dünya Güzeli Azra Akın’ın organizatör Erkan Özerman’a açtığı 50 bin TL’lik manevi tazminat davasının ilk duruşması bugün görüldü. Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda görülen duruşmaya Azra Akın avukatı Yalçın Kavak ile birlikte katıldı. 20. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen duruşmada Erkan Özerman’ı ise avukatı Sadettin Dayıoğlu temsil etti.

“MÜVEKKİLİM 1 YILDIR İŞ YAPAMIYOR"    

Duruşmada söz alan Akın’ın avukatı Yalçın Kavak, “Cumhuriyet tarihinde 2 Dünya güzeli olmuştur. Bunlardan biri de benim müvekkilimdir. 17 Aralık 2011 tarihli HaberTürk Gazetesi’ndeki Erkan Özerman’ın röportajı müvekkilimi derinden yaralamıştır. ‘Hollanda varoş kızı, büyük bela, uğursuz, cinsel konuda Azra Kıvanç’ı lekelemiştir’ gibi ifadeler dolayısıyla bu davayı açtık. Müvekkilim bir yıldır iş yapamıyor. Yüce mahkenize sığınıyoruz." dedi.

AZRA AKIN AĞLADI

Avukatının ardından söz alan Azra Akın ise gözyaşlarını tutamadı. Heyecanlı olduğu gözlenen Akın, “Bütün bunlar beni çok üzdü. Hayatımda ilk kez mahkemeye çıkıyorum" dedi. Sözlerine devam edemeyen Akın’ın ağladığı görüldü. Akın’ın durumu karşısında hakim, ‘Tamam oturun’ diye konuştu. Dava ertelendi.   

          

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Eki 2012 Saat 10:48

Yine kızdı

Yine kızdı

Şevval Sam ile sevgilisi, önceki akşam Cihangir sokaklarında el ele yürürlerken kameralara takıldı.

 

Özel hayatını gözlerden uzak yaşamaya özen gösteren Sam, görüntülendiklerini fark edince her zaman olduğu gibi yine sinirlendi.
            
Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Eki 2012 Saat 10:46
Tasarımcıyım’ diyemem, haşa!
Röportaj: Gözde YÖRÜKOĞLU Ftoğraflar: Cem TALU
10 Ekim 2012
 
‘Tasarımcıyım’ diyemem, haşa!

Gazeteci Ayşe Arman, bağımlısı olduğu Kısmet markası sayesinde tasarım işine soyundu. Markanın yaratıcısı Milka Karaağaçlı ve Arman, bu sürpriz işbirliğinin hikayesini Hello! dergisine anlattı.

 

Tasarımcı olarak işlerin başına geçmek nasıl bir duygu yarattı sizde?     
   
- Ayşe Arman: Dalga mı geçiyorsun? Tasarımcı filan, bunlar iddialı şeyler. Hoşuma giden şeylere “bulaşıyorum” o kadar. “Ben tasarım yarattım, tasarımcıyım!” filan diye ortaya çıkmıyorum. Haşa! Haddimi biliyorum. Milka çok sevdiğim bir kadın. Duruşunu, tarzını, çalışkanlığını, en önemlisi de yeteneğini, yaratıcılığını beğendiğim bir kadın. Üç yıl içinde sıfırdan Kısmet diye bir şey yarattı. Ve onu Amazon’da satılan bir marka haline getirdi. Daha ne olsun? Bence çok sıkı bir başarı. Ben de en iyi müşterilerinden biriydim. Dadanmıştım resmen ona!

Sonra?

- A. Arman: Sonra, tabii ki rahat durmadım, “Milka şu bileziğin üstüne şunu, bu kolyenin üzerine bunu yazsana” demeye başladım. Amacım, o ürünleri daha da kişiselleştirmek, sözcüklerle birleştirmeye çalışmaktı. Mesela bir kolyeme, “Sil ağzının kenarını! Yine gülüşünden cennet akıyor” yazdı. Bundan daha güzel bir dize olabilir mi? Özdemir Asaf’tan. Kelimelerin gücüne, sihirine inanıyorum ben. Baktım, Ömer de bana ne alırsa Milka’dan arkasına bir şeyler yazdırıyor. “Love of all loves” yazdırdı bir keresinde. Bu, üçümüzün uydurduğu sihirli bir cümle... Uğuruna inanıyoruz. Evimizin duvarlarında da cümleler, sözcükler yazıyor. Alya ile de sadece ikimizin bildiği sihirli kelimeler var. Böyle uydurduğumuz yeryüzünde hiç var olmayan sözcükler, sayılar, renkler, dilekler, temenniler... Manyaklık işte! Sonra, formlarını sevdiğim objeler var, bize işaret gibi gelen... Onları Milka’ya götürdüm, “Buna benzer şeyler yapılabilir mi?” dedim. Sonra bir gün, “Baksana, biz ikimiz bir şey yapabilir miyiz?” dedim. Teklif benden geldi. O da “Tamamdır” dedi. Yavaş yavaş bir takım şeyler ortaya çıkmaya başladı. Ama tabii ki Milka’dır benim uçuşan fikirlerimi alıp bir araya getiren, onlardan bir şeyler üreten...

30 YAŞINA KADAR SERSERİ BİR KADINDIM

Hayat bir mucize” demişsiniz...

- A. Arman: Öyle değil mi zaten? Bunu anlamamak, hissetmemek için sersem olmak lazım! Hayat tabii ki bir mucize. Ve Allah’tan devam ediyor. Ama küt diye bitebilir. Her an, her şey olabilir. Ben 30 yaşına kadar serseri bir kadındım. Özgürdüm ama mutlu muydum, onu bile bilmiyorum. Oradan oraya sürükleniyordum. Hayatı gazetede geçen, kendini yaptığı iş dışında bir şeyler tanımlayamayan bir kadın. Fazlaca yalnızdım. Sonra bir mucize oldu, bir adam çıktı karşıma. Onunla bir hayat kurduk. Tamam, her şey havadan gelmiyor, sen de çaba sarfediyorsun. Hayat, bence bizlerin yazdığı bir hikaye. O mucizeyi, bir anlamıyla, biz gerçekleştiriyoruz. “Kahpe kader” bir hayat yaşamamız da mümkün. Bedbaht, mutsuz, enerjisiz... Ben aksi için uğraşıyorum, hayat hikayemi güzel yazmaya çalışıyorum.

Bu enerjinin kaynağı nedir?

- A. Arman: Ne bileyim, hayat! Heyecan... Nefes alıp veriyor olmak... Seviyor, seviliyor olmak... Kendine inanmak... Bir şeyleri oldurma gücünü kendinde bulmak... Cesaret etmek. Milka’yla girdiğimiz iş bile cesaret. Ben bir takım şeylere balıklama atlayabiliyorum. Beceremezsem de “En azından denedim!” diyorum. 35 yaşında anne oldum. O da bir mucize. Bütün anneler bilir, doğum bir mucizedir. Mucizelerin en güzelidir. Sanki normal bir şey gibi algılıyoruz. Değil! İçinden bir canlı çıkıyor. Bence süper acayip!

ALLAH’TAN ÖMER BENİ DİŞİ BULUYOR

Peki ya siz kendinizi nasıl bir kadın olarak tanımlıyorsunuz?

- A. Arman: İnsanın kendini herhangi bir şey olarak tanımlaması hem zor hem aptalca. Gerçeği de yansıtmaz. Başkaları beni, benim gördüğüm gibi algılamıyordur ki. Çok sevdiğim birileri bana “Ne seksisi! Sen Tomboy gibi bir şeysin” demişti mesela. Ölüp bittiğim gay bir adam, “Sen aslında bir travestisin!” demişti, içimdeki erkeğe işaret etmişti. Hayatımdaki en önemli adam Ömer’e gelince, Allah’tan beni dişi ve seksi buluyor. En azından öyle söylüyor! Ama aynı zamanda domestik de buluyor, anaç da buluyor, manyak da buluyor, ruh hastası olarak da değerlendiriyor. Hep söylüyorum, hem korkak, hem cesur, hem aptal hem zekiyim.

Bu koleksiyondaki tasarımları nasıl bir kadının taktığını hayal ederek oluşturdunuz?

- A. Arman: Biziz o kadınlar! Milka ve ben. Yeniliklere açık, meraklı, pozitif, iyi şeyler çağıran, iyiliğe inanan, kendi halinde, komik, eğlenceli, yaşadığı her şeyden etkilenen kadınlar...

Alya’nın ilerde nasıl bir kadın olacağını hayal ediyorsunuz?

- A. Arman: Kendisi olmasını isterim. Kimselere öykünmeden, “biri gibi” olmaya çalışmadan... Alya güçlü bir karakter. Benden daha güçlü. Bu da bazen sinirimi bozuyor. Çok itişip, kakışıyoruz. “12 yaşında evden kaçar!” diyorum. Hayat onun hayatı, kendi seçimleriyle, kendi istediği gibi yaşayacak... Biz anne baba olarak, farkında olarak ya da olmayarak bir şeyler öğretiyoruz ama gerisi ona kalmış...

İlham kaynağınız nerelerde gizli?

- A. Arman: Ooooo! Her şey bana ilham kaynağı. Doğanın kendisi, kitaplar, dergiler, müzik, insanlar, davranış biçimleri, filmler, müzeler, galeriler, sanat, seyahat, Alya, onun komiklikleri, Ömer’le halimiz, birbirimizi sevme biçimimiz...

AMATÖR RUHUMU HİÇ KAYBETMEDİM

Bizlere markanızın hikayesinden bahseder misiniz?

- Milka Karaağaçlı: Takı, mücevher, moda, kendimi bildim bileli hayatımda vardı. 4-5 yaşlarındayken dedemin eve kendi ürettiği bijuterileri getirdiğini ve benim onların içinde kaybolduğumu hatırlıyorum. Üniversite 2. sınıftayken yabancı bir reklam ajansında calışmaya başladım. 13 sene kadar, hiç ara vermeden, işime aşık çalıstım. 2008 Kasım ayında hayatımda yeni bir kapı açıldı ve o kapıdan girdim. Bu işe girmem ilk başta hobi seviyesindeydi. Kısa sürede çok yol katetmeye başlayınca işin şekli değişti. Etrafımdakiler tasarımlarımı beğenip almak istedikçe içimdeki istek büyüdü. Hayata bakışımı, inançlarımı ifade edebileceğim bir alan bulmuştum. İşin inceliklerini öğrendikçe daha da haz duymaya başladım. Kısmet markası doğdu.

Kısmet markasının sırrı nedir?

- M. Karaağaçlı: Her bir ürünü ticari olarak değil tamamen kendim için yapıyormuş gibi tasarlıyorum. Taktığımda ne hissedeceğim, nasıl görüneceğim çok önemli. Bir ortama girdiğimde kendimi ellere, kollara bakarken yakalıyorum ve kendi tasarımımı birinin taktığını görünce inanılmaz heyecanlanıyorum. Bence bu amatör ruh beni hep yeniye motive ediyor ve müşterilerimden duyduğum övgüler, gülen gözler beni besliyor, ileri taşıyor. İyi olmak, çok çalışmak, inanmak işin sırrı.

BAZEN METRESİM BAZEN PERİŞAN EV KADINI

Seksi olmakla anne olmak arasındaki dengeyi tutturabilen dünyadaki nadir kadınlardan birisiniz! Bunun sırrı nerde gizli?

- A. Arman: Her şey, bir “algı” hayatta. Ne güzel, sen beni sevdin! Ondan böyle söylüyorsun. Denge menge yok yani, biz, gerçek halimizse varsak, sahiciysek sorun yok. Şu dünyada başkaları için yaşamamak gerekiyor. Canın ne istiyorsa yapacaksın, elalemin ne dediğini bırakacaksın! Kendini yaşayacaksın! Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Bir denge varsa, olabiliyorsa bu yüzden. Ben bazen sevgilimin seksi sevgilisi ve metresiyim, bazen de domestik ve perişan bir ev kadını ve anneyim. Her role girmek, her şey olmak da çok hoşuma gidiyor. Bu, beni zenginleştiriyor. Umarım birlikte olduğum adam da öyle hissediyordur, şimdilik bir şikayeti yok gibi!

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Eki 2012 Saat 10:45

Andy Garcia Karagöz oynatacak

Andy Garcia Karagöz oynatacak

Ömer Faruk Sorak, iddialı bir proje için kolları sıvadı. Başrolünü dünyaca ünlü oyuncu Andy Garcia’nın üstleneceği “Tutkal”la adından söz ettiren Sorak’la buluştuk, hem yeni filmini, hem Garcia’yı hem de “Aşk Tesadüfleri Sever”in yurtdışı uyarlamasını konuştuk.

 

Geçtiğimiz günlerde “Aşk Tesadüfleri Sever” filminin bir uyarlamasının yapılacağını duyurdunuz. İlk olarak bize bu gelişmeden söz eder misiniz?

- “Aşk Tesadüfleri Sever”i yaptıktan hemen sonra, yani 2011’in Mayıs’ında Cannes’a gözlemci olarak gittik. Oraya gitmişken sadece gözlemci olarak kalmayalım, film şirketleriyle de görüşelim dedik. Filmi anlattığımız, DVD’sini verdiğimiz firmalar oldu. Bunların çoğu, filmin televizyon ve DVD haklarını almak için bizimle irtibata geçti.

Ya uyarlama işi?

- Romanya’da Medya Pro diye bir şirket var. Aynı zamanda Warner Bross kuruluşu olan Time Warner’ın ortağı... İşte o şirket, sadece kendi coğrafyalarında değil Türkiye’de de film ve dizi projeleri üretme konusunda bizimle işbirliği talebinde bulundu. “Biz bir Amerikan projesi değil, Amerika’ya da pazarlayacağımız bir dünya projesi yapmak, o amaçla remake haklarını almak istiyoruz” dediler. Kasım ayında, American Film Marketing döneminde nihai sözleşmeyi imzalayacağız. Önümüzdeki sene itibariyle de ön prodüksiyona başlayacaklar.
 
Hikâye nerede geçecek bu durumda?

- İngiltere-Amerika arasında geçmesini planlıyorlar.

Peki senaryo değişecek mi?

- “Biz bütün senaryo yaratım aşamasında sizin onayınızı ve hatta tavsiyenizi almak istiyoruz” dediler. Bizim de şartımız karakterlerin mesleklerinin, hikayenin başlangıç ve finalinin değişmemesiydi. Bu şarta bağlı kalarak filmi kendi kültürlerine adapte edecekler. Yani olay örgüsü, karakterler ve meslekler değişmeyecek.

ABD’DEKİ ŞİRKETİ GEÇEN YIL KURDUM

Amerika’da da bir şirketiniz var sizin?

- Evet, geçen sene Plus 90 adıyla bir şirket kurduk orada.

Sebep?

- Türkiye’de Amerikan filmi prodüksiyonları yapmak için bir ağımız, bir köprümüz olsun istedik.

Yaklaşık 1,5 aydır Amerika’daydınız. “Tutkal” filminiz için Andy Garcia’yla görüştüğünüzü duyduk...

- Birçok reklam filminde işbirliği yaptığımız, Amerika’da önemli işlere imza atmış, “The Lost City”de de Andy Garcia ile çalışmış Manu Kadesh adlı bir görüntü yönetmenimiz var. “Tutkal”da yine onun olmasını istedim. Kendisine hikâyeyi anlatınca “Bunu istersen Andy Garcia’yla paylaşabilirim, çok ilgileneceğini düşünüyorum” dedi. Andy Garcia hakikaten aradı beni ve ortak bir noktada buluştuk.

İlk buluşma nasıl geçti?

- Sanki 20’nci buluşma gibiydi, çok dostane ve sıcak yaklaştı. Ben ana hatlarıyla hikâyeyi anlattım, sonra İngilizce senaryoyu gönderdik. Okuduktan sonra heyecanının daha da katlandığını söyledi.

“BU ROLÜ OYNAMAZSAM ÖLÜRÜM” DEMİŞ

“Tutkal”ın konusu nedir?

- Bu aslında Beykoz Kundura Fabrikası’nın hikayesi. Filmin üç iddiası var; ilki İkinci Dünya Savaşı’na katılmamış bir ülkenin gözüyle o savaşa bakmak... İkincisi “O dönemde insanlar din, dil, ırk, etnik köken farkı yüzünden birbirlerini öldürürken biz farklı kültür ve farklı inançlardan insanlar olarak bu coğrafyada birlikte yaşamayı becerebiliyorduk” diyen bir film. Yerel ama evrensel olduğuna inandığım yanı bu. Üçüncüsü de dünya sinemasına saygı duruşu niteliğinde...

Dünya sinemasına saygı duruşu nasıl olacak?

- Dünya sinema tarihine geçmiş bazı filmler, bizim filmin içinde görülecek.

Andy Garcia’nın rolü ne olacak?

- Andy Garcia, filmde Yahudi bir Karagöz oynatıcısı. Bizim görüntü yönetmenine “Bu rolü oynamazsam ölürüm” demiş.

Filmde İngilizce mi konuşacak peki?

- Andy Garcia’nın oynadığı karakter, bir İspanyol Yahudi’si... Senaryo gereği Türkçe’yi çok az konuşuyor zaten. Yani rolü ezberlediğinde konuşacağı Türkçe bize yeter. Kızıyla da İspanyolca konuşacak.

Ne zaman çekmeye başlayacaksınız?

- Sanıyorum 2014’te çekeriz.

İKİ SEBEPLE DİZİ İŞİNE BULAŞMADIM

Bir gün dizi de çeker misiniz?

- Televizyon dizisi çeken arkadaşları saygı ve hayranlıkla izliyorum, her bir bölüm sinema filmi uzunluğunda. Haftanın 7 günü 24 saat çalışıp üreten herkesin emeğine ve enerjisine saygı duyarım. Zaten televizyon dünyasına istesem de bulaşamayışımın iki temel sebebinden biri bu. İnsanları insanüstü çalışmak zorunda bırakan sistem. İkincisi de 110 dakikalık bir şey yapma zorunda olmakla 110 dakikalık iyi bir şey yapmak arasındaki farklılık. Ben de zorunda olmak kısmından rahatsızlık duyduğum için o işe bulaşmadım.

Sizin için en özel işiniz hangisi?

- Bütün uzun metraj filmler iyi ki içinde olmuşum dediğim şeyler. Ama tabii “Aşk Tesadüfleri Sever” bir başka...

O filmin Mehmet Turgut’un hayatını anlattığı doğru mu?

- Tamamen Mehmet Turgut’un hayatı değil ama biz karakterleri gerçekçi kılmak adına bildiğimiz, tanıdığımız kişilerin bir takım gerçek hikâyelerinden yararlandık. Mehmet’in fotoğraf serüveninin başlangıç hikâyesi de bize çok ilginç gelmişti, o yüzden karakterimizi fotoğrafçı yaptık. Ve onun gerçek hikâyesini bizim hikâyenin içine serpiştirdik. Ama tamamı Mehmet Turgut’un hayatı değil tabii.

Siz nasıl filmler seversiniz?

- Ben her türlü filmi seyrediyorum.

Yine de kişisel bir tercihiniz vardır...

- Gerçek hikâyeleri beğeniyorum diyeyim o zaman.

FESTİVALLERE KATILMAM

Siz hiç Türkiye’deki festivallere başvurdunuz mu?

- Hayır.

Neden, festivallerle ilgili bir önyargınız mı var?

- Tam tersine, benimle ilgili bir önyargı olduğunu düşünüyorum! Festivallik iş yapmadığım düşünülüyor. Sanki festival filmleri gişe kaygısı gütmeksizin yapılıyor.

Sanat filmi de olsa filmi çeken yönetmen ya da yapımcı kendini göstermek, para kazanmak istemez mi?

- Ben sanmıyorum ki insanlar evindeki arşivine kaldırmak için film yapsın.

Siz reklam filmlerini ve klipleri ekonomik katkı olsun düşüncesiyle mi çektiniz?    

- Ne mutlu ki sevdiğim işi yapıyorum. Reklam filmlerini sevmiyorum dersem nankörlük olur

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Eki 2012 Saat 10:43

Gecenin sürprizi

 
Gecenin sürprizi

L’Officiel Türkiye’nin lansmanı önceki akşam The Sofa Hotel’deki Frankie Restoran’da yapıldı.

 

Gecenin sürprizi ise Tuba Ünsal’dan geldi. Ünsal partide mikrofonu eline alarak biri Fransızca olmak üzere üç şarkı okudu. Bu performansla renklenen gecenin konukları arasında derginin ilk kapağını süsleyen, 21 yaşındaki androjen model Andrej Pejic de vardı.

Tuba Ünsal, partiye sevgilisi Mirgün Cabas’la katıldı.            

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  123 77>
  Konu Paylaş   

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

  | İletişim | Reklam | Gizlilik İlkeleri Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.