Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat

Bebek ve Cocuk Haberleri

Nereden Yazdırıldığı: Anne Olunca Anladım
Kategori: Genel Konular
Forum Adı: Bebeğim & Çocuğum Hakkında
Forum Tanımlaması: (Bebeğim & Çocuğum Hakkında)
URL: http://www.anneoluncaanladim.com/forum/forum_posts.asp?TID=29145
Tarih: 28 Mar 2024 Saat 20:42


Konu: Bebek ve Cocuk Haberleri
Mesajı Yazan: Beyza
Konu: Bebek ve Cocuk Haberleri
Mesaj Tarihi: 02 Mar 2011 Saat 15:10
Bebekler ve cocuklarla ilgili bütün haberleri buradan yayinlayabilirsiniz...

-------------
Şeker küpü olarak doğdum,sonra neşe küpü,bir zaman sonra zeka küpü,derken sinir küpü şimdilerde sabır küpü gibiyim. Sonumdan endişeliyim...



Cevaplar:
Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 02 Mar 2011 Saat 15:11
SmileEline saglık

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: Beyza
Mesaj Tarihi: 02 Mar 2011 Saat 15:16
Ufak bir hatirlatma yapayim, yazilari kopyalarken iceriginde reklam olmamasina dikkat edelim arkadaslar.iyi paylasimlar..

-------------
Şeker küpü olarak doğdum,sonra neşe küpü,bir zaman sonra zeka küpü,derken sinir küpü şimdilerde sabır küpü gibiyim. Sonumdan endişeliyim...


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 03 Mar 2011 Saat 09:18
Çünkü su besinleri ve oksijeni organlara taşmak, vücut ısısını dengelemek, metabolizmayı düzenlemek, vücuttaki toksik maddelerin atılmasını sağlamak ve enfeksiyonlarla savaşmak gibi birçok önemli görev üstleniyor.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Arzu Özgeneci Öngün, yeterli su tüketiminin çocuklarda yetişkinlere nazaran daha büyük bir önem taşıdığına dikkat çekerek, “Su çocukların sağlıklı gelişimleri için ihtiyaç duydukları protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral gibi yaşamsal önem taşıyan temel besin öğeleri arasında yer alıyor. Bu nedenle çocuklarda minimum sıvı tüketimi erişkinlerin 2 katı olmalı” uyarısında bulunuyor.

İLK 6 AY SU İÇİRMEYİN!

Dr. Öngün, bebeğe ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi gerektiğini belirterek, “Bu süreçte suyu ne kadar kaynatırsanız kaynatın, içinde bulunan mikroplar bebeğe kolaylıkla geçebiliyor.

İlk 6 ay bebeğin vücut dirence düşük olduğu için enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riski daha kolay oluyor. Bu yüzden su tüketimine katı gıdalara geçiş yapıldığında başlamalısınız" diyor.

SUSUZLUK BEBEĞİ HUZURSUZ VE BİTKİN YAPIYOR

Yetersiz su alımı çocuklarda ishal ve enfeksiyon hastalıkları gibi ciddi sonuçlar ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Üstelik vücut ağırlığının yüzde 5’i kadar su kaybı çocuklarda herhangi bir belirti de vermiyor.

Vücut ağırlığının yüzde 10’u kadar su kaybı durumunda ise; huzursuzluk, dudak ve gözlerde kuruluk gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Vücuttaki su kaybı yüzde 15’e ulaştığında halsizlik, baş dönmesi, bulantı, kusma ve gözyaşı azalması şeklinde belirtiler görülüyor.

ZİHİNSEL PERFORMANSI DÜŞÜRÜYOR

Dr. Öngün, yetersiz su tüketiminin sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel performansı da düşürdüğü ve konsantrasyon bozukluğuna yol açtığı uyarısında bulunarak, “Yetersiz su tüketen çocukların konsantrasyonları düşüyor ve öğrenme yetenekleri azalıyor. Bunun sonucunda da okul çağında ise derslerinde başarılı olamıyor” diyor.

NE ZAMAN SU VERİLMELİ?

Arzu Özgeneci Öngün bebeğiniz 6-12 aylıkken, katı gıdalara başlandıktan sonra, her 3 saatte bir yemekten sonra su vermeniz gerekiyor.

Çocuğunuz 1-5 yaş arasında ise her 2-3 saatte bir yemek sonlarında 100 ml su vermeyi ihmal etmeyin. Yemekten önce verilen su karnın şişmesine ve yetersiz beslenmeye neden oluyor. Dolayısıyla çocuğunuza suyu yemek sonrasında vermenizde fayda var. Ancak eğer çoğunuz aşırı kilolu ise tok tutsun diye yemek öncesinde de su verebilirsiniz.

Alıntı changeTarget(document.getElementById("news_content"))


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 04 Mar 2011 Saat 11:30

Diyetisyen Elif Yıldırım KARACANOĞLU

Tebrikler! Artık bebeğinizin ve sizin beslenmeniz için çok daha özen göstermeniz gereken bir döneme giriyorsunuz. Bebeğinizin doğum ağırlığı, sizin dokuz ay boyunca alacağınız kiloya bağlıdır. Sınırlandırılan ağırlık kazanımı düşük doğum ağırlıklı bebek doğurmaya neden olacaktır.

Gebelik Öncesi Ağırlığınız;

Normal ise; 12,5- 17,5 kg,
Zayıf iseniz; 14- 20 kg
Şişman iseniz; 7,5- 12,5 kg arası 
İkiz bekliyorsanız; 17,5- 22,5 kg ağırlık kazanımı önerilir.
Her kadının yapısı
farklı olduğu için, hedef bir ağırlık değil, belirli aralıklar önerilir.
 
Örneğin kısa boylu bir
kadın için önerilen ağırlık, alt sınırlara yakın olmasıdır. 18 yaşa kadar olan gebelerin, henüz büyüme gelişme döneminde oldukları için ağırlık kazanımı için önerilen aralığın en üst düzeyi sağlanmalıdır. 

Yapılan çalışmalar eğer anne zayıfsa ağırlık kazanımının 2. ve 3. trimesterda haftada 500 gramın altına düşmemesi gerektiğini gösterir. Buna karşın eğer hafif kilolu bir anne adayıysanız (Beden kitle indeksi 26?nın üzerinde ise) haftalık 300 gr ağırlık kazanımı yeterlidir.
 
Ağırlık kazanımı: Yavaş ve sürekli? 
Kazanılan total ağırlık kadar, hızı da çok önemlidir. İlk 3 ay; sadece 1-2 kg alımı normaldir. Daha
sonra; haftada 0.5 kg olarak beklenmedir.
 
Hızlı kilo alıyorsanız;

* Tam yağlı süt ve  süt ürünü yerine; yarım yağlı
* Kızartma yerine; fırınlama, ızgara gibi yöntemler tercih edin.
* Şekerleme, pasta, kek, tatlılar gibi besin öğeleri tüketmeyin.
* Hareketinizi artırın.
* Kabızlık çekiyorsanız bu da kilo alımını hızlandırabilir. Daha fazla posalı beslenmeye çalışmak bu sorunu aşmanızı sağlayabilir.
* Bol su içmeye çalışın.
 

Kişisel farklılıklar da ağırlık kazanımına etki etmektedir, o nedenle gebeliğin ilk aylarında görülen iştahsızlık, bulantı, kusma, aşırı uyku hali besin alımını güçleştirir. Gebeliği izleyen ilk 3- 4 aylık dönemde bu yakınmaların azalması ile annede ağırlık kazanımı 20. haftada 3,5 kg, gebeliğin sonuna kadar da haftada 300- 500 gr?lık artışlarla toplam 10-12 kg ağırlık artışına ulaşır. Bunun sonucunda da 3-3,3 kg ağırlığında bir bebek dünyaya gelebilir.

Gebelik süresince alınan aşırı kilolar doğum sorunlarına öncelikle sezeryan, postmatürasyon (doğum tarihinin gecikmesi), fetusta mekonyum aspirasyonu, gestasyonel diyabet gebelik şekeri) gibi anne ve bebek için riskli durumlara yol açabilir. Ayrıca anne adaylarının gebelik süresince yetersiz kilo almaları, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma riskini artırırken, annede bazı sorunların ortaya çıkmasına da yol açabilir.
 
Siz ve bebeğiniz için sağlıklı beslenme;

Gebelikte, çoğu besin öğesinin gereksinimi artmaktadır. Gebelikte beslenmenin temel amacı;
• Annenin sağlığını korumak,
• Bebeğin normal büyüme ve gelişmesini sağlamak

Gebelikte, enerji, protein, karbonhidrat vitamin ve mineral gereksinmesi artar. İkiz veya daha fazla bebeğiniz için bile beslenirken kalori  ihtiyacı ikiye katlanmaz. Gerçekte sadece + 300 kalori ilave yeterlidir. Bu da
* Kahvaltıda 1 kupa kaymaksız süt + 2 meyve + 30 gr kahvaltılık tahıl veya
* Kabuğuyla pişmiş bir patates + 1,5 kupa brokoli + 30 gr az yağlı peynir veya
* İki dilim tam tahıllı ekmek + 60 gr tavuk eti + domates ve yeşillikler ile sağlanabilir.

Gebelikte de sağlıklı beslenmenin temel ilkeleri geçerlidir. Her gün 5 temel besin grubunu tüketmeye çalışmalı, dengeli ve yeterli beslenmeye çalışılmalıdır.
 
Besin Grupları;

Süt ve ürünleri (süt, yoğurt, peynir)
Et ve ürünleri, yumurta, kuru baklagiller
Taze sebze ve meyveler
Ekmek ve diğer tahıllar
Yağlar (zeytinyağı ve ayçiçeği yağı, yağlı tohumlar; fındık, ceviz, badem gibi)
Gebelik süresince bunlara dikkat!...
•                     Alkol tüketmemeye özen gösterin.
•                     Tatlandırıcı içeren ürünleri tüketmeyin.
•                     Çiğ et, balık tüketmeyin.
•                     Salata, sebze ve meyvelerin iyi yıkanmış olmasına dikkat edin. Temizliğinden emin olmak  için yeşillikleri sirkeli suda bekletebilirsiniz.
•                     Konserve besinler tercih etmeyin.
•                     Taze sıkılmış meyve suları ve taze pişmiş sebze yemeye dikkat edin. Beklemiş, bayatlamış ürünler yemeyin.
•                     Haftada 1 kez kuru baklagiller, 2 kez balık, 3 kez kırmızı et 1 kez de hindi ve tavuk tüketerek, beslenmenizde protein dengesi kurun. 

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 04 Mar 2011 Saat 11:32

Yirmi birinci yüzyılda kuantum çağının bir yüzyıl ötesinde hâlâ bebeği ağlatmalı mı, ağlatmamalı mı konularını tartışıyoruz. Adına kontrollü ağlatma deyin, yumuşak geçiş deyin, her ne isim verirseniz verin son yüzyılın araştırmalarını yakından takip eden bir psikolog olarak size şunu söylemek istiyorum:

İç sesiniz, hormonlarınız, bas bas “Bebeğinin yanına git, sana ihtiyacı var!” diyorsa, o an ne yapıyorsanız yapın; bırakın, ve dosdoğru bebeğinizin yanına gidin. Ona bakın. Onu hissedin. Ve bilin ki bebeğinizin kendi kendini sakinleştirecek kadar gelişmiş bir sinir sistemi yok. Korteks iki yaşından itibaren devreye giriyor. Limbik yani duygusal beyin sakinleşmeyi sadece ve sadece bir ebeveyn yardımıyla öğreniyor (Lerner, C. et al. [2000] Learning & Growing Together: Understanding Your Child’s Development. washington D.C.: ZERO TO THREE Press).

Bazen düşünüyorum. Kuantum fizikle enerjiyi keşfettik, beynin içini tarayacak en modern araçlara sahibiz, bir sürü araştırma sonuçları elimizde, ancak psikoloji psikiatri hatta tıp hâlâ eski bilgilerle yoluna devam ediyor.

Ama bir anne ve bir psikolog olarak ben ebeveynlik işini ciddiye alıyorum. Eğer bebeğinin gece uyumasıyla ilgili sorunu olan bir anne gelirse bana, ona eşini, işini, ailenin diğer fertlerini, yeterince destek alıp almadığını, bebeğinin ağlamaları ile içinde oluşan duyguları soruyorum.

Bebek büyütmek kolay iş değil; hele ilk bir yıl. Her bebek kendi ailesi içinde bir bütün, kimileri gece sık uyanır, kimileri uzun uyur. Önemli olan “Her ihtiyacında bebeğimin yanında mıyım?” sorusunun cevabına bakmak. Dr. Aletha Solter (Bilinçli Bebek kitabının yazarı) diyor ki “Her bebeğe dört ebeveyn lazım.” Yani tek başına bir bebeğin tüm ihtiyaçlarını karşılayamazsınız. Mutlaka iyi bir destek sisteminizin olması gerekiyor. Bebeğinizi ister kendi odanızda yanınızda uyutun, ister karyolası sizin odanızda olsun ya da kendi odasında kendi yatağında uyusun, önemli olan her ağladığında yanına gidip onu sakinleştiren bir ebeveynin olması.

Psikiyatrist ve yazar Dr. Daniel J. Siegel diyor ki: “Bebekle ebeveyn arasında devamlılık göstermeyen ilişki beyinde malformasyona, hafıza, duygu, ilişki ile ilgili sorunlara ve ciddi davranış bozukluklarına neden olur.”

Siegel ve bağlanma konusunda çalışan birçok bilim insanının ortak noktası, ebeveyn bebek arasındaki devamlılık arz eden ilginin bir iletişim şekli olduğu. Kısaca; bebek, ağlamaları ile ebeveyne ihtiyacı ile ilgili sinyal veriyor. Ebeveyn her seferinde bu ihtiyacı duyuyor ve altını değiştirerek, karnını doyurarak ya da sadece kucağına alıp sakinleştirerek bu ihtiyaca cevap veriyor. Bu dönemde “burası güvenilir bir dünya ve ben seviliyorum” düşünce modellerinin ilk temel taşları atılıyor.

Buraya kadar olan bu söylemleri gelin bir de, gece ve uyku olarak değerlendirelim.

Devamlılık arz eden ilgi ne demek?

Bebeğim gündüz her sinyal verdiğinde yanına gidip o ihtiyacı karşılayacağım ve gece olunca diyeceğim ki: “Kusura bakma ufaklık artık benim uyku saatim, burası senin odan ve burada uyuyacaksın, hadi bana güle güle.” Ve henüz kendini sakinleştirme kapasitesi olmayan bebeğim bunu anlayacak ve kendi kendini sakinleştirecek.

Gece tek başına ağlamaya bırakılan bebeğin tek öğrendiği şu: “Demek ki ağladığımda ebeveynim bazen geliyor (gündüz), bazen gelmiyor (gece). Ben anlamıyorum ne zaman gelip ne zaman gelmeyeceğini. Önceden kestiremiyorum.” Tahmin edersiniz ki bu da sağlıklı bir bağlanma için gereken devamlılık ilişkisini sekteye uğratıyor.

Geçenlerde bir danışan bebeğiyle kontrollü ağlama denediğini ve bir haftadan fazla bir süre olmasına rağmen hiçbir şey olmadığını buna da artık kalbinin dayanmadığını söyledi. Ben de ona, demek ki ne kadar harika bir annesin ki, bebeğin hâlâ sinyalini duyacağına güveniyor ve ağlamaya devam ediyor dedim.

Doğa her şeyi belli bir düzende yaratmış, aslında biz müdahale etmeyip sadece o dönemin gerekliliklerini yerine getirsek hiçbir sorun kalmayacak. Bebek sinyal vermeye, biz o sinyali anlamaya devam ettikçe, bebek daha iyi sinyal vermeyi, güvenmeyi ve biz de onu daha iyi duymayı öğreneceğiz. Kucak döneminde kucağa almaktan, yürümeye başladığına keşfetmesine izin vermekten korkmayacağız.

Neden çaresizce gece uyuması için farklı yöntem arayışı içinde olduğunuzu anlıyorum. Hele bir de çalışan anne iseniz. Ya da benim gibi ilk yıllar gece ağlamaları, içinizde anlam veremediğiniz öfke patlamaları yarattıysa. Ben size işin bilimsel açıklamasını yaptım, geriye gece boyu ebeveynlik yapıp uykusuzluktan bayılmamak için nasıl bir destek sistemi kurarım sorusunun cevabını bulmak kalıyor. Bunu da size bırakıyorum.

Not: Amerikan Pediatri Akademisi ve Unicef; ebeveyn ile bebeğin aynı odada beraber uyumalarını özellikle ilk altı ay ve (ihtiyaca göre) sonrasında bebeğin fiziksel ve duygusal gelişimi açısından önemli olduğunu söyleyerek destekliyor. Beraber uyumanın sağlıklı bağlanma ve emzirme açısından önemini vurguluyor.

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 04 Mar 2011 Saat 11:34

Sağlıklı dişleri olan çocuklar açıkçası daha sağlıklı  konuşur, kelimeleri daha kolay öğrenir, çocuklar daha kolay gıda tüketirler, çiğnemeleri dğru ve düzgün olur, özgüven ile gülümserler.

Bebeğinizin dişlerini fırçalama alışkanlığını günlük küvet rutini içinde bir alışkanlık haline getirmesini sağlayın. Diş etlerini ve dişlerinidoğru fırça kullanarak temizlik yaptırtın.  Yumuşak bir bebek diş fırçası ve su ile bebeğinizin diş etlerini temizliğini alışkanlık haline getirtin. Her beslendikten sonra kendiniz dişlerini temizlemesi gerektiğini öğretin. Diş macunu tadını sevdikleri için yemek isterler bu sebeple doğru diş macunu çok önemlidir.

İlk diş (yaklaşık 6 ila 12 ayda) belirdikten sonra bir çocuk diş hekimine bebeğinizin ilk ziyaret planlayın.

Florür diş geliştirmek ve çürümeye karşı yardımcı olan bir mineraldir. Birçok yerde, flor doğal olarak çeşitli düzeylerde yerel su kaynakları mevcuttur. Eğer florür düşük bir bölgede yaşıyorsanız o durumda flouridated su tüketemez. Bebeğinizin ya da çocuğunuzun flor takviyesi gerekebilir. Bunu bebeğinizin doktoruna mutlaka danışın. Çocuk diş hekiminiz aksi tavsiyede bulunmadığı sürece,  iki veya üç yıl florürlü diş macununa başlamak için acele etmeyn.

Diş çürüğü önlemek için, meyve suyu, formülü veya bir şişe süt ile yatağına girmesine izin vermeyin. Biberon ile uyuyan bebeklerin  emme dişlerinde ve diş etlerinde bu içtiği sıvının kalıntıları kalır ve çürüklerine neden olabilir. Bir bebeğin dişleri henüz tamamlanmamış bile olsa çıkmayan dişlerde bile sorun olabilir. Çocuğunuzun uykuya biberonsuz dalamıyorsa bu sıvıların yerine normal su ile doldurun.

alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 05 Mar 2011 Saat 11:16

Bebeğinize bunları yapmayın

Onlar için herşeyin en iyisini ister; en temiz en sağlıklı, en kaliteli şeyleri almaya ve yapmaya çalışırız ama...



Ancak bazen bilmediğimizden, bazense 'Aman! bir kereden bir şey olmaz'cılığımızdan yaptığımız yanlışlar bebeklerimizi ciddi risklere sokabilir. Çocuk sağlığı ve hastalıkları Uzmanı Dr.Ceyda Ekiz, bebeklere yapılması gerekenleri açıklıyor.

Bebeğinizin Emziğini Ağzınıza Sokmayın

Bazı anneler yer düşen veya giysilerin tüyleri üztüne yapışmış emzikleri temizlemek amaıyla ağızlarına sokup vermektedirler. Oysa bebeğin flora denilen ağız içi bakteri içeriği yaşla birlikte olgunlaşır.Annede varlığı olası diş çürüğü ağız içi enfeksiyon veya solunum yolu enfeksiyoları kolaylıkla bebeğe geçebilir. Yere düşen emziği yalamak yerine kaynamış su veya içme suyu ile durulamak gerekir. Aynı şekilde bebeğinizin yemek yediği kaşığıda ağzınıza sokmayınız.

Sivilceleri Sıkmayınız

Yeni doğan bebeklerde doğumda  veya ilk bir kaç ay içinde 'infantik akne 'denilen yeni doğan sivilceleri görülebilir. Bu sivilcelerin sıkılması doğru değildir. Yeterince olgunlaşmayan veya kolay tıkanan yağ bezelerinin, anneden geçen hamilelik hormonları nedeniyle akneye neden olduğu görülmektedir. Travmatik temaslar, hatta sert battaniyeler bile hassaslaşmış bebek cildi için önerilemez. Bebeğin normal cilt temizliği ve banyosu yaptırılarak sivilcelerin kendiliğinden beklenilmeli eğer geçmezse doktora gösterilmelidir.

Kalın Giydirerek Soğuk Algınlığı Riskini Artırmayın


Toplumumuzdaki genel eğilim özellikle de anneanne ve babaanne alışkanlıkları malesef bebekleri oldukça kalın veya kat kat giydirmekten yana.. Sebebi ise, bebeklerin bizlerden daha fazla üşüyeceği düşüncesi. Bebeklerin yağ dokusunun erişkinden az olduğu ve ısı farklarına karşı daha duyarlı olduğu doğrudur. Ama günümüzde ilk günlerden itibaren bebeğin belli ölçülerdeki sıcaklıklara karşı kendni savunabileceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Aksine kalın giydirip terlemesi bebek için soğuk algınlığı riskini artırır. Bebekler için pamuklu rahat giysiler tercih edilmelidir.

Kundaklamayın

Kundak, bebeklerin bacaklarının düzgün olması için ve bebeği daha sıcak tuttuğuna inanıldığı için kullanılmış geleneksel yöntemdir. Ancak modern tıp bebek bebek hareketlerini kısıtlayan ve kalça gelişimini olumsuz etkileyecek kalça çıkığı riskini artıran bu yöntemi onayalamıyor. Bebekler rahat ettirebilecekleri bollukta mümkün olduğunca hafif giysiler giydirmeliyiz.

Havaya Atarak Oynamayın

Küçük bebekleri oynamak ve sevmek amacıyla havaya atmanın ve sarsmanın aşırısı doğru değildir. Çünkü bebeklerin boyun ve omurgayı destekleyen kasları yeterince gelişmemeiştir.

Uyuturken Aşırı Sallamayın

Aşırı sallamanın bebeklerde 'bebek sallama sendromu' beyin zar veya damarlarında yırtılmaya, kanama şeklinde tarif edilen tabloya yol açabildiği saptanmıştır. Yine de sallanmaya ihtiyaç duyan bebeklerin küçük titreşim veya salınım yapan beşiklerle ya da bacakta ılımlı, hafif şekilde sallanma yoluyla rahatlatılabilceği düşünülmektedir.

Geceleri Aydınlık Odada Uyutmayın

Karanlıkta melatonin hormonu daha fazla salgılandığı ve hormon hipofiz bezinden büyüme hormonu salgısı uyardığı için bebeklerin karanlık ve sessiz ortamlarda uyutulmaları önerilmektedir. Ancak gece ve gündüz farkındalığı yaratmak için gün içi uykularda fazla sessiz loş ortam yaratılması önerilmez. Gündüz uykularında siz günlük aktivitelerinize normal olarak devam etmelisiniz.Ancak gece uykusu için karanlık ve loş ayrıca da sessiz ortamlar sağlayınız.

6 Aydan Önce Ek Besin Vermeyiniz

Bebekler için en doğal ve iyi besin olan anne sütünün ilk 6 ay bebeğin besin gereksiniminin tümünü karşıladığını artık herkes biliyor. Ancak yine de toplumumuzda bebekleri erken ek besinlerle tanıştırmak konusunda bir eğilim olduğu da bir gerçek... Oysa erken ek besin; alerji, kabızlık, kusma, ishal gibi sindirim sistemi problemlerini de beraberinde getirebilir. İlerleyen aylarda bebek ek besinleri sindirmek için gerekli enzimleri daha yeterli üretebilir ve olası reaksiyonlar daha az görülür. Anne sütü yeterli bebeklerde ek besine mümkün olduğunca 6 aydan sonra geçilmelidir.

Bebeğinizi Öpmeyin Öptürmeyin

Bebeklerin öpülmesi bağışıklık sisteminin yeterince gelişmemeiş olması nedeniyle her türlü enfeksiyona açık olan bebeklerde hastalık riskini artırır. Yakın aile fertleri de olsa ikinci kişilerin bebekleri öpmesini ve ellemesini önermiyoruz.

Mamasını Bulamaç Gibi Vermeyin


Tüm ek besinleri bulmaç gibi alan bebek tat duygusunu ve çiğneme alışkanlığını geliştirmekte zorlanır. Başlangıçta annelere kolay ve cazip gelen bulmaç yöntemi 1 yaşa yaklaşan çocuklarda kabusa dönüşebiliyor. Hep aynı tadı alan çocuk bu tattan bıkıyor ama tekli tatlarla da yabancılık çekiyor ve çiğneyemiyor. Tüm bunlar besini reddetmesine ve istah problemlerine yol açıyor. Bunu önlemek için ek besine geçilen ilk aylardan itibaren besinler mümkün oldukça az çiftli ve tekli tatlar halinde verilmelidir.



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 06 Mar 2011 Saat 20:40

Sağlıklı dişleri olan çocuklar açıkçası daha sağlıklı  konuşur, kelimeleri daha kolay öğrenir, çocuklar daha kolay gıda tüketirler, çiğnemeleri dğru ve düzgün olur, özgüven ile gülümserler.

Bebeğinizin dişlerini fırçalama alışkanlığını günlük küvet rutini içinde bir alışkanlık haline getirmesini sağlayın. Diş etlerini ve dişlerinidoğru fırça kullanarak temizlik yaptırtın.  Yumuşak bir bebek diş fırçası ve su ile bebeğinizin diş etlerini temizliğini alışkanlık haline getirtin. Her beslendikten sonra kendiniz dişlerini temizlemesi gerektiğini öğretin. Diş macunu tadını sevdikleri için yemek isterler bu sebeple doğru diş macunu çok önemlidir.

İlk diş (yaklaşık 6 ila 12 ayda) belirdikten sonra bir çocuk diş hekimine bebeğinizin ilk ziyaret planlayın.

Florür diş geliştirmek ve çürümeye karşı yardımcı olan bir mineraldir. Birçok yerde, flor doğal olarak çeşitli düzeylerde yerel su kaynakları mevcuttur. Eğer florür düşük bir bölgede yaşıyorsanız o durumda flouridated su tüketemez. Bebeğinizin ya da çocuğunuzun flor takviyesi gerekebilir. Bunu bebeğinizin doktoruna mutlaka danışın. Çocuk diş hekiminiz aksi tavsiyede bulunmadığı sürece,  iki veya üç yıl florürlü diş macununa başlamak için acele etmeyn.

Diş çürüğü önlemek için, meyve suyu, formülü veya bir şişe süt ile yatağına girmesine izin vermeyin. Biberon ile uyuyan bebeklerin  emme dişlerinde ve diş etlerinde bu içtiği sıvının kalıntıları kalır ve çürüklerine neden olabilir. Bir bebeğin dişleri henüz tamamlanmamış bile olsa çıkmayan dişlerde bile sorun olabilir. Çocuğunuzun uykuya biberonsuz dalamıyorsa bu sıvıların yerine normal su ile doldurun.




-------------



Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 07 Mar 2011 Saat 08:47

Küçük çocukların oynarken ağızlarına soktukları yabancı cisimler solunum yollarına kaçtığı takdirde ölüme sebep olabilir

Bu duruma engel olmak ya da gerçekleştiğinde yapılabilecekler ise;

Çocuklar her şeyi öğrenmek ve meraklarını gidermek için ellerine aldıkları tüm cisimleri ağızlarına götürmeyi denerler. Bunu yaparken aynı zamanda konuşmaya ve oyun oynamaya da devam etme çabalarının sonucunda ellerindeki yabancı cisim solunum yoluna kaçarak nefes almalarını engeller ve boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar.

Araştırmalara göre 1 yaşının altındaki çocukların ölüm sıralamasında bu cisim yutarak boğulma olayı 5. Sırada yer alır. Yani ciddiyeti yüksek bir durumdur...

En tehlikeli cisimler

Bu duruma yol açabilecek en tehlikeli yiyecek kuruyemişler, en riskli cisimler ise oyuncak parçalarıdır.

Bunların dışında çocuğun solunum yollarına zarar vermeden sizin görmeden çocuğunuzun ağzına götürdüğü ve yuttuğu birçok cisim de olabilir.

Bunlardan en tehlikeleri arasında ise; mıknatıs parçaları ile küçük pillerdir. Bu tip cisimler bağırsak parçalanmalarına dahi yol açabilir.

Cisim yutulduğunda nasıl müdahale edilmeli?

Siz fark etmeden yuttuğu herhangi bir cisim sonrası çocuğunuzda; ani morarma, öksürme, solunum sıkıntısı, boğaz ve göğüs ağrısı, açıklanamayan ateş, bilinç değişikliği, aşırı salya, kusma, kilo kaybı gibi değişikler görüldüğünde derhal müdahale edilmesi ve en yakın sağlık kuruluşuna götürülmesi gerekir.

Bu teşhis konulan çocuklara anestezi altında müdahale edilebilir... Eğer teşhis aşaması gecikmişse bu durumda çocuk uzun bir süre hastane koşullarında tedavi edilerek bu durum iyileştirilebilinir.

Çocukları yabancı cisimlere bağlı sorunlardan korumanın yolu çocukların hareketlerini kısıtlamak değil, yabancı tehlikeli cisimleri çocuklardan uzaklaştırmaktır...


Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 07 Mar 2011 Saat 08:48
 

Çocuğunuz ve sizin karşı karşıya kalabileceğiniz nahoş durumlarda yapmanız gerekenlerle ilgili tavsiyeler..

Senaryo: Çocuğunuz yatağınızda uyuya kaldı. Tam da o sırada eşinizle göz göze geldiniz. Bu bakışmanın ne anlama geldiğini biliyorsunuz. Şimdi ne yapmalısınız?

Kural: Uzmanlar seks sırasında 6 aydan büyük çocukların kendi odalarında olması gerektiğini belirtiyor.

Ne yapmalı: Bebeğiniz uyurken seks yapmanızda yanlış bir şey yok. sakin olun ve bu zamanı değerlendirin. Bebeğinizin başucuna telsizini koyun ve içiniz rahat etsin.

Senaryo: Bebeğiniz oyun parkında oynarken veya yatağında uyurken, siz de odanızda seks yapmaya başladınız. Sizin sesinizi duyan bebeğiniz ağlamaya başladı veya uyandı. Ne yapacaksınız? 
 
Kural: Bebeğiniz 2 yaş civarındaysa bu durumdan korkabilir. Seslerinizi farklı yorumlayabilir.

Ne yapmalı: Bebeğiniz oyun oynarken veya uyurken seks yaptığınızda fazla ses yapmamaya dikkat edin. Oyun parkı her odaya taşınabilir. Sizin odanızdan mümkün oldukça uzağa taşıyın. Ağlıyorsa endişeli veya telaşlı bir şekilde yanına koşmayın. En sevdiği oyuncakla birlikte gülerek ona doğru ilerleyin

Senaryo: Kendi yatağı olmasına rağmen hala sizin yatağınızda yatıyor. Yatağa girer girmez uykuya dalıyor.

Kural: En önemli kural; Çocukların önünde seks yapılmaz. Eşinizle ilişkiniz önemli ancak çocuğunuzun sağlığı daha önemli.

Ne yapmalı: Başka yerde seks yapın. Misafir odası, ofis ya da banyo olabilir. Televizyonun kapalı, ışıkların kısık ve yatak odanısı kapısı kapalı ya da bulunduğunuz odanın kapısının kilitli olduğundan emin olun.

Senaryo: Gece 5 yaşındaki çocuğunuzu yatırdıktan sonra yatak odanıza geçtiniz. Eşinizle birlikte şakalaşmaya sonrasında seks yapmaya başladınız. Tam bu sırada çocuğunuz yatak odanızın kapısında belirdi; "Anne, bir gürültü duydum". Şok oldunuz, şimdi ne olacak? 
 
Kural: 5 yaşındaki çocuk seks konusunda çok şey bilmez. Gördüklerini farklı yorumlayabilir. Yani seksten önce çocuğunuzun uyuduğundan emin olun. Kapınızı kilitleyin.

Ne yapmalı: Yatak odanızı özel alan ilan edin. Çocuğunuza 'Baban ile benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacımız. Bu saatler bizim birlikte geçirdiğimiz özel saatlerimiz. O yüzden yatak odamıza gidiyorum. Eğer bize ihtiyacın olursa seslenebilirsin. Eğer çocuğunuz sizi uygunsuz bir durumda gördüyse, onu sakince odasına geri götürün ve yatırmadan önce 'odanıza seslenmeden veya izin almadan girmemesini güzel bir şekilde açıklayın. Gördükleriyle ilgili endişelenecek bir şey olmadığını, onu korkuttuğunuz için özür dilediğinizi söyleyin.

Senaryo: Cumartesi sabahı çocuğunuz erkenden uyandı ve TV'de çizgi film izlemek istiyor. Öncesinde odanıza geldi ve siz yatakta eşinizle yarı çıplak, ortalık dağılmış yatıyorsunuz.

Kural: 'Çocuklar ailelerinin kendilerine ait özel zamana ihtiyaçları olduğunu bilmeli'. Çocuklarınıza detayları anlatmanıza gerek yok.

Ne yapmalı: Yine kendi alanınızın sınırlarını ve yanınıza gelmek istediklerinde kapıyı çalmaları gerektiğini çocuğunuza iyice anlatmalısınız. Eğer yakalandığınız durumla ilgili çocuğunuz size sorular sorarsa, detayları paylaşmadan basit ve dürüstçe yanıtlayın.


Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 07 Mar 2011 Saat 09:58

Katı gıdalar obezite riskini 6 kat artırıyor

Toplum Sağlığı Araştırma ve Geliştirme Merkezi Müdürü Prof. Dr. Nazmi Zengin, ABD'de Harvard Üniversitesi tarafından Boston Çocuk Hastanesiyle ortalaşa yapılan bir araştırmada, anne sütü yerine mama ile beslenirken 4 aylık olmadan önce katı gıdalar verilmeye başlanan bebeklerde 3 yaşına geldiklerinde obezite görülme riskinin 6 kat arttığının tespit edildiğini söyledi.

Anne sütünün hem anne hem de bebek için yararlı olduğunu belirtti.

Anne sütünün hastalıkları azalttığını, herhangi bir nedenle hastalık olduğunda iyileşmesini desteklediğini ifade eden Zengin, ''Annelere 2 yaş dolana kadar bebeklerini emzirmeleri önerilir. Dünya Sağlık Örgütü 6 aylık olana kadar bebeklere sadece anne sütü verilmesini öneriyor. Bu süre içinde verilmesi gereken tek destek demir ve D vitaminidir'' dedi.

Anne sütünün bebekler için mükemmel bir gıda olmasının yanı sıra aynı zamanda onlar için bağışıklık sistemini güçlendiren bir aşı gibi de işlev gördüğünü dile getiren Zengin, anne sütü emen bebeğin daha az hastalandığını, anne sütünün ishalli hastalıklara, solunum yolu enfeksiyonlarına, orta kulak iltihabına, şeker ve astım gibi hastalıklara karşı bebeği koruduğunu bildirdi.

KATI GIDALAR VERİLEN BEBEKLERDE OBEZİTE GÖRÜLME RİSKİ ARTIYOR

Zengin, kısa süre önce de Boston Çocuk Hastanesi ve Harvard Üniversitesi'nce bebekler üzerinde yapılan araştırmanın sonuçlarının da anne sütünün önemini bir kez daha ortaya koyduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Harvard Üniversitesi tarafından Boston Çocuk Hastanesiyle ortalaşa yapılan araştırmada, anne sütü yerine mama ile beslenirken 4 aylık olmadan önce katı gıdalar verilmeye başlanan bebeklerde 3 yaşına geldiklerinde obezite görülme riskinin 6 kat arttığı tespit edildi. Bugün bazı anneler 4 ay dolmadan patates, elma, armut gibi katı gıdaları ezerek bebeklerine veriyor. Bu bebeklerin gelişimi için oldukça zararlı. Sussanna Huh ve arkadaşlarınca 847 çocuk üzerinde yapılan araştırma, anne sütünün bebeklerin sağlığı için ne denli vazgeçilmez bir madde olduğunu açıkça ortaya koyuyor.''

Emzirmenin annneye de çok sayıda yararı olduğunu dile getiren Zengin, emzirmenin oksitosin hormonunu uyardığından doğumdan sonra rahmin toparlanmasının ve emziren annelerin doğum öncesi aldıkları kiloları vermelerinin daha kolay olduğunun belirlendiğini belirtti.

EMZİRME, ANNEDE DEPRESYON GÖRÜLME RİSKİNİ DE AZALTIYOR


Doğum sonrası depresyonun da kadınlarda görülen ve onların en büyük hazzı olan annelik duygusunu yaşamalarını gölgeleyen bir hastalık olduğunu anlatan Zengin, emziren annelerde doğum sonrası depresyon ile meme ve yumurtalık kanserlerinin daha az görüldüğünü dile getirdi.

Zengin, hazır mamaların hem ekonomik hem de sağlık bakımından zararlı olduğunu, bu mamalarda anne sütünde bulunan besinlerin, vitaminlerin ve bağışıklığı güçlendiren maddelerin birarada bulunmasının mümkün olmadığını sözlerine ekledi.



-------------



Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 07 Mar 2011 Saat 10:34
Grip ve soğuk algınlığı gibi virüsler ishale neden olabilir. Viral enfeksiyonlar nedeniyle ortaya çıkan ishal karın ağrısı, kusma, ateş,  agrı ve acıya da yol açabilir. Virüsler herhangi bir tedavi ile vücuttan atılamaz. Ancak kuluçka dönemi süresince bebegi rahatlatıcı bir tedavi uygulanabilir.

Bakteriyel Enfeksiyon

Bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlar karın ağrısı ve ateşe de sebep olabilir. Salmonella, stafilokokus ve E. Coli bakterileri ishale neden olan bakterilerdendir. Bebeğinizde bunlara bağlı olarak kramp, ateş ve kanlı dışkı da görülebilir. Bebeğinizin kakasında kan olması çok daha ciddi bir sorunun göstergesidir ve acilen doktora başvurulması gerekir.

Aşırı meyve tüketimi

Aşırı miktarlarda meyve ve meyve suyu tüketimi de bebeklerde mide rahatsızlıklarına, şişkinliğe ve ishale neden olabilir. Bebeğinizi her şey kararınca olacak şekilde beslemeye özen gösterin.


Parazitler

Bağırsaklarda ve midede yaşayan bakteriler şişkinlik ve ishale neden olur. Bu parazitlerin başka bebeklerden geçmesi muhtemeldir ve oldukça bulaşıcıdır. Eğer bir parazit sorunu varsa mutlaka doktora başvurulmalıdır
Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 07 Mar 2011 Saat 10:36

 

Türkiyede ilk kez doğumsal kalça çıkığının görülme sıklığı araştırıldı. 6 ay- 13 yaş arasındaki çocuklarda kalça çıkığı görülme oranı binde 5.9 olarak belirlenirken, ortopedi profesörü Yücel Tümer, "Binde 5.9 demek, her yıl doğan 1 milyon 300 bin bebeğimizin yaklaşık 7 bin 300’ünün kalça çıkığı sakatlığı olması demek. Bu sakatlığın oluşmaması için bebekleri kendi haline bıraksak yeter. Bebekleri kundaklamayın, bu kadar basit" dedi. Prof. Dr. Tümer, kalça çıkığını önlemede ana kucağı, kangru denilen bebek taşıma aparatlarının yararlı olduğunu söyledi.

http://www.milliyet.com.tr/index/Izmir - İzmir ’de Özel Kent Hastanesi’nde çalışan Prof. Dr. Yücel Tümer ve Opr. Dr. İbrahim Akel, Türkiye’de önemli bir sağlık sorunu olan kalça çıkığıyla ilgili ortak çalışma yaptı. Hekimler, 23 ildeki meslektaşlarını tek tek arayıp Türkiye’de kalça çıkığının sıklığıyla ilgili bir araştırma için yardım istedi. Prof.Dr. Tümer ve Dr. Akel, meslektaşlarından ortopedik rahatsızlık dışında karın ağrısı, trafik kazası gibi nedenlerle hastanaye başvurup kalça filmleri çekilen 6 ay- 13 yaş arasındaki çocuklara ait görüntüleri isteyip, bunların üzerinde analiz yaparak verilere ulaşacaklarını bildirdi.

23 İLDEN VERİ GELDİ

23 ilden bu yaş grubunda yaklaşık 5 bin çocuğa ait kalça filmi Dr. Tümer ve Akel’e gönderildi. Henüz yayınlamadıkları çalışma sonucunu  anlatan Opr. Dr. Akel, "Yaptığımız araştırmada bu yaş grubunda binde 5.9 oranında kalça çıkığı tespit ettik. Bu çocuklarda kalça çıkığı var ama kendileri de aileleri de bilmiyor. Batılı ülkelerle karşılaştırdığımızda, bizdeki oran çok yüksek. Bazı avrupa ülkelerinde kalça çıkığı artık hiç görülmüyor. Kalça çıkığını önlemek çok kolay. İlk bir ay bebekleri kendi haline bırakırsak, yani doğal pozisyonlarında iki bacaklarını yana açarak yattıklarında kalça çıkığı büyük ölçüde kendiliğinden düzeliyor. Ne yapacağımızı değil, ne yapmayacağımızı bilmemiz önemli. Yani kundak yapmamak, bacaklarından tutarak baş aşağı sarkıtmamak gerekir. Kalça çıkığı Türkiye’nin gerçeği ama değiştirilemez gerçeği değil. Ailelerin eğitimiyle, çevresel faktörlere dikkat edilerek bu rakam çok daha düşük hale getirilebilir. Doğumsal kalça çıkığı erişkin döneminde ciddi sakatlıklara yol açabilen bir hastalık. Topluma hem maddi, hem de manevi kayıp getiriyor bunların önüne geçilebilir" diye konuştu.

GELİŞMİŞ ÜLKELER SIFIRLADI

Prof. Dr. Tümer de kalça çıkığının binde 5.9 oranında görülmesinin inanılmaz olduğunu söyledi. Bu oranın her yıl dünyaya gelen 1 milyon 300 bin bebekten 7 bin 300’ünün kalça çıkığı olması demek olduğunu belirten Prof.Dr. Tümer, şöyle konuştu:
"Sadece söylediğimiz basit önlemleri aldırabilsek, bir gücümüz olsa, kundağı engellesek, çocukları sarkıtmasak bunların 6 bin 500’ü kendiliğinden iyi olacak demektir. 6 bin 500 çocuğunun kendiliğinden iyi olması hiçbir masraf yapmadan, güç sarfetmeden iyi olması inanılmaz bir şey. Biz bunları yapmadığımız sürece bu rakamlar batılı ülkelere göre çok yüksek rakamlara ulaşıyor. Ülkemizdeki kalça çıkıklarını doğuşta diğer ülkelerden fazla olmadığı kanısındayız ama diğer ülkeler önlemler alarak bunu sıfırlıyorlar. Biz önlem almadığımız için artan rakamlarla sakatlık oluşuyor. Türkiye’de 6 ay-13 yaş arasında 18 milyonluk bir nüfus var. Bu binde 5.9 oranı bu yaş grusunda 111 bin kalça çıkığı sakatı demek. Bu ülkenin kaldıramayacağı kadar büyük bir rakam, kaderi de olmaması gerekir. Başına gelmeyen bunu bilmiyor. Ama ailede bir çocuğun kalça çıkığı olduğu ortaya çıkınca ve önlenebilir olduğu anlaşıldığında daha çok üzülüyorlar. Biz bu sakatlığın yeterince anlatılmadığı kanısındayız. Bu çalışmanın amacı da bu. Televizyonlarda alt yazı geçsin, ’kalça çıkığı önlenebilir bir hastalıktır, sakatlıktır. Kundak yapmayınız’ densin, bu kadar basit."

YILDA 10 BİN PROTEZDEN 3 BİNİ KALÇA ÇIKIĞI

Prof. Dr. Tümer, yapılan çalışmalar sonucunda, kalça çıkığı tespit ettikleri 22 çocuğun tedavi edilmeleri için Ortopedistler Derneği’ni harekete geçirdiklerini söyledi. Tümer, "Bunlar gözden kaçmış, teşhis konmamış sokakta dolaşan kalça çıkık vakaları. Bu çocukları, adreslerini derneğimize bildirdik, Bu çocukların bulunması ve tedavi edilmeleri için derneğimiz faaliyete geçecek. Her yıl 10 bin hastaya kalça protezi konuluyor. Yüzde 30’unun kalça çıkığından kaynaklandığını biliyoruz. Yani yılda 3 bin hasta kalça çıkığı nedeniyle protez takılıyor. Bebekler bir aylıkken yapılacak ultrason tetkikiyle bu sakatlık önlenebilir. Kangru denilen, bacakları ayıran taşıma aparatları kalça çıkığının önlenmesinde yararlı aparatlar" diye konuştu.

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 08 Mar 2011 Saat 10:18

Özellikle zamanından iki ay veya daha önce doğmuş küçük bebeklerin risk altında bulunduğunu belirten Özek, söz konusu virüsün hastaneye yatarak tedavi gerektiren ve ölüme yol açabilecek kadar ağır klinik tablo ile seyrettiğini belirtti.

Özek, bu virüse karşı ailelerin dikkatli olması gerektiğini vurgulayarak, RS virüsünün damlacık yolu ile ve hasta kişilerin salgılarıyla temas sonucu bulaşan ve bir yaşın altındaki çocuklarda görülen http://www.milliyet.com.tr/index/AKUT - akut bronşiolit ve zatürrenin en önemli nedeni olarak tanımlandığını söyledi.

İki yaşına gelene kadar hemen hemen bütün çocukların, en az bir, yarısının ise iki kez RS virüs ile enfekte olduklarını anlatan Özek, RS virüsü ile tekrarlayan enfeksiyonların yaşam boyu yaygın olarak görüldüğünü ifade etti. Özek, virüsün sağlıklı bebeklerde ölüme yol açma riskinin "düşük olmakla beraber mevcut" olduğuna dikkati çekerek, "Risk grubundaki prematüre doğan bebeklerde, kronik akciğer, kalp hastalığı, http://www.milliyet.com.tr/index/bagisiklik - bağışıklık sorunu olanlar ile sinir-kas sistemi hastalığı bulunan bebeklerde risk altında bulunuyor. Bu bebeklerde ölüm riski daha yüksek oluyor" diye konuştu.

 -SOLUNUM YOLU İLE BULAŞIYOR-

Prof. Dr. Özek’in verdiği bilgiye göre, RS virüsü esas olarak solunum yolu ile bulaşıyor. Hasta kişilerin solunum salgılarında yüksek oranda virüs bulunuyor. Havaya karışan solunum salgı parçacıkları veya enfekte solunum salgıların, eller ve ortamdaki yüzeylere bulaşması ile başka kişilere hastalık bulaşabiliyor.

Hastalık, sağlıklı çocuklarda hafif atlatılırken, yaş küçüldükçe bronşiolit ve zatürre şeklinde seyretme riski artıyor.

Hastaneye yatacak ağırlıktaki bronşiolitlerin yüzde 40-75’i, zatürrenin yüzde 15-40’ı bu RS virüsünden kaynaklanıyor.

http://www.milliyet.com.tr/index/Turkiye - Türkiye ’de yapılan bir çalışmada, akut bronşiolitli bebeklerin boğaz salgılarında yüzde 35-40 oranında RS virüsü bulunuyor. Başka bir çalışmada da ilk 6 ayda bronşiolit olan bebeklerin yarısında etken olarak RS virüsü bildiriliyor

-KALABALIK VE SİGARA MARUZİYETİ RİSK FAKTÖRÜ-

Hastalık, vakaların çoğunda üst solunum yolu enfeksiyonu şeklinde ve hafif seyrediyor. Bu durumda sadece destekleyici tedavi yeterli oluyor.

Hastaların yüzde 10-40 oranında alt solunum yolları tutuluyor ve hastaneye yatışı gerektirecek kadar ağır bir seyredebiliyor. Çeşitli araştırmalar, RS virüsü ile geçirilen bronşiolit sonrasında hışıltı ve astım sıklığının arttığını gösteriyor.

Kalabalık ailede yaşamak, sigara ve benzer çevre kirliliğine maruz kalmak, okula giden kardeş varlığı, kreşe gitmek RS virüsü enfeksiyonu açısından risk faktörleri arasında yer alıyor.

Prematürelik, RS virüs hastalığı için tek başına bir risk faktörünü oluşturuyor. Çünkü, olgunlaşmasını tamamlamamış bağışıklık sistemi, düşük doğum ağırlığı, gelişmesini tamamlamamış havayolu ve akciğer dokusu, düşük solunum kas kapasitesi, riski artıran en önemli etkenler olarak gösteriliyor. Bu bebeklerin, prematürelikleri ve solunum aletine bağlanmaları nedeniyle uzun süreli akciğer hastalığı bulunması halinde de RS virüs hastalığını geçirme ve ağır seyretmesi riskini artırıyor

Alıntı 


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 08 Mar 2011 Saat 10:20

Anne baba okulunda verilen eğitimin amacı nedir?

Program temel olarak aile ve çocuk iletişimi üzerine oluyor. Çünkü çocuklar istismarın önemli bir kısmını evlerinde yaşıyor. Bu programda çocuğu dinleme, çocuğa kendimizi, öfkemizi ifade etme gibi pek çok konu var. Ayrıca çocuğa sağlık bakımı verme, http://www.milliyet.com.tr/index/beslenme - beslenme , bedensel ve zihinsel gelişimine katkıda bulunma, bedenini tanıma ve korumayı öğretme gibi pek çok konu işleniyor. Eğitimler sonrasında annelerin çocuk ihmal ve istismarıyla ilgili algılarında artış görülüyor. Baba katılımının teşvik edildiği eğitimlerin yaygınlaştırılmasıyla sağlıklı nesillerin yetişmesine katkıda bulunacaktır.

Babalar da katılabiliyor mu?

Program anneleri hedefliyor ama her oturumun sonunda babalara da o gün işlenen konuları içeren bir mektup yollanıyor ve okumaları isteniyor. Toplam iki kez de baba toplantıları düzenleniyor.

Okul yılda kaç kez düzenleniyor, eğitim ne kadar sürüyor?

Her yıl iki dönem 16 hafta boyunca düzenlenen kurslarla eğitimler gerçekleştiriliyor. Bugüne kadar yaklaşık 150 kişi bu olanaktan yararlandı.

Anne babanın çocuk yetiştirirken sık yaptığı hatalar nelerdir?

İstismarın önemli bir kısmı dayak gibi fiziksel hasar veren türden. Aileler dayağı terbiye etme aracı olarak görüyor. Program boyunca çocuğu terbiye etmenin çok daha olumlu yöntemleri olduğu gösterilerek bu tutum değiştirilmeye çalışılıyor. Bir diğer istismar türü de duygusal olanı. Bu çok yaygın ve aileler böyle bir istismar uyguladıklarının farkında bile değil.

Eğitimin özelliği  nelerdir?

Bu proje için derneğimiz kanalıyla sosyal hizmet uzmanlarına ve sağlık profesyonellerine eğitimler verdik.
Eğitimin özelliği http://www.milliyet.com.tr/index/interaktif - interaktif      olması. 20 kişiyi aşmayangruplar halinde uygulanıyor. Haftada bir gün iki saatlik oturumlar halinde yapılıyor. Klasik ders anlatma yönteminden çok soru-cevap, küçük ve büyük grup oyunları, video gösterimleri,  deneyim paylaşımları gibi  yöntemler   kullanılıyor.

‘Doktorculuk’ oyunu için aradaki yaş farkı beşi geçmesin

Cinselliği,    3-6 yaşlarında kendilerini bir kız ya da erkek olarak tanımlamaya başladıklarında keşfediyorlar. O yaşlarda karşı cinsin kendilerinden farkını anlamak için oynadıkları ‘doktorculuk’ oyunu tamamen normal bir gelişim sürecidir. Çocuğunu komşunun çocuğuyla bu oyunu oynarken yakalayan anne babanın paniğe kapılmasına gerek yoktur. Ancak aralarında beş yaştan fazla fark olan iki çocuğun, örneğin 10 yaşındaki bir çocukla 16 yaşında bir ergenin cinsel eylemi artık normal bir oyun sınıfına alınmaz.

“Tanımadığın kişilerden şeker alma” demek yeterli değil

Sanılanın aksine çocukları cinsel olarak taciz edenler, sokakta çocuklarımızı uzak tutmaya çalıştığımız serseri görünümlü, eğitimsiz yabancılar değildir. Cinsel tacizciler her sosyokültürel düzeyde karşımıza çıkabilir. Genellikle temiz, düzgün görünümlü, çocukların güvenini kazanabilen kişilerdir. Çoğu kez çocuk tacizciyi tanımaktadır ve genelde tacizci aileden biridir. Bu nedenle çocuklarımızı korumak için “Sakın sokakta tanımadığın kişilerden şeker alma, onlarla gitme” uyarısı yeterli değildir. 

Sevgi ve şefkat ortamında büyütün

Sevgi ve şefkat görmeyen çocuklar, cinsel taciz amaçlı sıcak yaklaşımı sevgi gösterisi gibi algılıyor. Kendilerine büyüklere hiçbir zaman karşı gelinmemesi gerektiği öğretilmiş olan çocuklar da böyle bir olayda karşılarındaki kişiye “Hayır” diyemiyor.

ANLATMASINI  SAĞLAYIN

Çocuklara cinsel bölgelerinin kendilerine özel olduğu, buralara dokunmak ya da bakmak isteyen biri olduğunda o kişiden uzaklaşıp olayı güvendikleri birine anlatmaları gerektiği öğretilmelidir.

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 09 Mar 2011 Saat 08:33

Yenidoğanlarda yüzde 98 olan anne sütü tüketme oranı, ek sıvı ve gıdalara geçişle büyük oranda düşüyor. Araştırmalar anne sütünün, inek sütü ya da geleneksel beslenme yöntemleriyle tamamlanmaya çalışıldığını; bunun sonucu olarak her iki bebekten birinde demir eksikliği görüldüğünü gösteriyor. Altıncı aydan sonra  bodur olanların yüzdesi artıyor. Üç yaşına gelindiğinde kronik beslenme yetersizliğine bağlı gelişim gerilikleri görülüyor.

Anne sütü ve bebek beslenmesindeki süt tüketiminin önemine dikkat çekmek için Milli Pediatri Derneği, kanald ve  Milupa Aptamil ortak bir projeye imza atıyor. Bilinçlendirme kampanyası boyunca; bebeklerin yaşamın ilk altı ayında sadece emzirilmelerine, altıncı aydan sonra bebek istedikçe emzirmeye devam ederken, uygun ek gıdalara başlanmasına,       altıncı aydan sonra her gün en az yarım litre anne ya da formül süt alınması gerektiğine dikkat çekilecek.

Milli Pediatri Derneği üyesi ve 19 mayıs üniversitesi ve cocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Neonatoloji (Yenidoğan) Başkanı Prof. Dr. Şükrü Küçüködük, anne sütü ve günlük süt tüketiminin önemi hakkındaki sorularımızı yanıtladı.

Süt tüketimi nasıl ayarlanmalı?

Bebekler ilk altı ay sadece anne sütüyle beslenmelidir. Her istediğinde anne sütü verilmeli, sık sık emzirilmelidir. Anne sütünün yeterli olup olmadığı bebeğin fiziksel gelişiminin takibiyle anlaşılabilir.

Türkiye’de bebekler günde ne kadar süt tüketiyor?

Farklı kurumların annelerle yaptığı araştırmalardan, günlük 300 ml. dolayında anne sütü aldıklarını düşünüyoruz. Annelerin beslenme durumları, bazen çalışma hayatına geri dönmek zorunda oluşları  sütün azalma sürecini hızlandırıyor. Olması gereken miktar bebeğin ayı ve kilosuna göre değişiklikler göstererek günde 750 ml.’ye kadar çıkar.

Dünya ortalamalarıyla karşılaştırıldığında durum nedir?

Çalışan anne oranı bizden yaklaşık altı kat daha fazla olan http://www.milliyet.com.tr/index/Polonya - Polonya ’da bebeklere Türkiye’de verilebilen oranlarda anne sütü veriliyor. Bizde çalışmayan annelerin oranının fazla olmasına rağmen emzirme oranları düşük.

İlk altı ay neden çok önemli?

Bu dönem, bebeğin en hızlı büyüdüğü, bağışıklık sistemi ve beyin gelişiminin tamamlandığı aylardır. Bebek her istediğinde emzirilmelidir. Yoksa anne sütü miktarı azalmaya başlayacak, sütün devamlılığı tehlikeye girecektir. Artık iki yaşında emzirmenin kesilmesi gerektiği yolunda bir kaide yok.

Sonrasında nasıl bir yol izlenmeli?

Bir yaşından itibaren günde yarım litre varsa anne sütü yoksa hekimin önereceği bir mama kullanılmalıdır. İnek ve keçi sütlerinin bebek beslenmesinde yeri yoktur.

YOĞURT VE PEYNiR SÜTÜN YERiNi TUTMAZ

Anne sütü, bebek beslenmesinin sıvı bölümüdür. Yoğurt ve peynirse katı besin sınıfına girer. Dolayısıyla yoğurt ve peynirle anne sütü eksikliği tamamlanamaz. Anne sütü eksikliğinde bebek yoğurt alıyor diye devam mamalarını azaltma yoluna gidilmez.

BEBEĞiN iHTiYACINI BELiRLEME FORMÜLÜ

Prof. Dr. Küçüködük, bebeğin kilosuyla 150  ml. sayısının çarpılarak günlük süt ihtiyacının belirlenebileceğini belirtiyor. Buna göre örneğin bebek beş kiloysa, 5x 150 ml. = 750 mililitre süt alması gerekiyor

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 10 Mar 2011 Saat 16:16

Başarı ile doğru orantılı olan kendine güvenme duygusunun çocuk yaşlarda aile tarafından aşılanması gerekiyor. Reem Nöropsikiyatri Merkezi Kurucusu Dr. Mehmet Yavuz, özgüvenli çocuk yetiştirmenin koordinatlarını veriyor.

Karşınızda bir birey var

Çocuğunuza güven duygusunu verdiğinizde; onun başarılı, kendini ifade edebilen ve toplumda saygı gören bir kişi olmasına yardımcı olabilirsiniz. Her çocuk birey olma yolunda ilerlerken davranışlarının önemsenmesinden hoşlanır. Bu yüzden çocuklarınıza küçük yaşlardan itibaren benlik değeri kazandırmanız gerekir. Çocuklara güven duygusunu kazandırmanın en etkili yöntemi, öncelikle onları birey olarak görmekten geçer.

Terslemek benliklerinde kötü bir iz bırakır.

Çocuklar ebeveynlerinden çok etkilenir ve kendilerine güven ortamında sunulan kuralları daha kolay kabullenirler. Bu yüzden öncelikle çocuğun oyun oynamasını önemseyin. Oyunlar, çocuğa araştırma, kavrama, algılama yeteneklerini kazandırır. Çocuklarınız herhangi bir konuda size yardım etmek isterse onları terslemeyin. Terslenen, bağırılan çocuklar korkak ve çekingen davranışlar sergiler ve bu durum çocuğun benliğinde kötü ve derin bir iz bırakır. Anne ve babalar çoğunlukla kendi ailelerinden gördüğü sevgi ya da ilgisizliği kendi çocuklarına da yansıttığı için bu konuda da farkındalık geliştirmek gerekir. Ebeveynler kendilerine yapılan yanlış davranışları sürdürmek yerine, çocuklarına daha olumlu davranarak onları gelecekteki zorluklara karşı hazırlamalılar. Çocuk gelişimi fiziksel, ruhsal ve duygusal olmak üzere çeşitli bileşenlerle birlikte seyrettiğinden, bu bileşenlerden herhangi birisinin eksik olması ya da gerektiği gibi gelişmemesi durumunda çocuk gelecekteki yaşantısında çeşitli zorluklar yaşar. Ailele, bu gelişimin sağlıklı bir şekilde sağlanmasından sorumludurlar. Bunun için çocuklarına nasıl davranacakları konusunda anlaşmaları gerekmektedir.

Üşenmeyin, onunla oynayın!

Çocukların oyun oynarken sergiledikleri davranışlar tamamen hayal ürünü değil, aile içerisindeki davranışların yansımasıdır. Bu yüzden anne ve babaların davranış ve tutumlarının iyimser olması gerekir. Bunun yanı sıra çocuklarla yaratıcı oyunlar oynamak, çocuğun hem zekâ gelişiminde hem de kendini ifade etmesinde büyük fayda sağlar. Oyun aynı zamanda çocuklarda bir çeşit rahatlama biçimidir. Çocuklar kendilerini yetişkinler kadar rahat ifade edemediklerinden ve bilişsel hafızalarında kendilerini anlatacak duygu adlandırmaları olmadığından oyun oynadıkları sırada gerçek hayatta yapmak istediklerini yapmaktan, zevk aldıkları şeyleri ya da yapmaktan kaçındıkları şeyleri canlandırarak deneyimlemiş olurlar. Yakın çevrelerinden birisinin söylediği kırıcı bir söz ya da onları üzecek herhangi bir durum oyunlarının teması olabilir. Yetişkinlerin çocukların oyunlarını çok iyi takip etmesi gerekir çünkü çocuklar anlatmak istedikleri birçok şeyi oyun yoluyla aktarırlar. Aynı zamanda çocukla oyun oynuyor olmak başlı başına çocuklara kendilerini iyi hissettirir. Anne babalarının gözünde değerli ve sevilebilir oldukları hissini bu şekilde yaşayabilirler.

Ödül de ceza da tatlı dille olmalı.

Çocuklar anne ve babalarının sevgisini ve ilgisini kazanmak için çeşitli yollara başvururlar. Çocukların kendilerini olumlu yolda ifade etmelerini teşvik etmek için ödüllendirme yöntemini kullanabiliriz. Elbette çocuğun yaptığı ve hoşumuza giden davranışı için ödül vermek yerine, belirli zamanlarda küçük sürprizlerle sevindirmek en iyisidir. Böylece çocuk, zevk alarak yaptığı aktiviteleri ödül için değil hoşuna gittiği için yapmaya devam eder. Arada aldığı ödüller ise onun bu davranışını devam ettirme konusunda süreklilik göstermesini sağlar. Çocuklar çeşitli şekillerde aile üyeleri ile iletişim kurmak isterler. Sordukları sorularla hem bilgilenmiş hem de iletişim becerilerini geliştirmiş olurlar. Anne-baba olarak çocukların sorularına basitçe ama ilgili bir şekilde cevap verebilirsiniz. Size herhangi bir konuda soru sormaları durumunda ona gerekli bilgileri verin. 'Şu anda işim var, seninle uğraşamam' gibi cümleler çocuğunuzu kırar ve düşüncelerinin önemsenmediğini hissettirir. Örneğin, çocuğunuz herhangi bir konuda çok güzel bir davranış sergilediğinde 'Benim çocuğum çok akıllı ya da sen mükemmelsin' gibi cümleler kullanmak da çocuğa yanlış davranışlar kazandırabilir. Bunların yerine daha samimi cümleler kurulmalıdır. Örnek olarak 'Odanı topladığın için teşekkür ederim', 'Senden yapmanı rica ettiğim bir şeyi yapmış olman çok güzel' gibi cümleler onlar için daha iyidir. Söylediklerimizin içeriğine ve doğruluğuna dikkat etmemiz gerekir. Verdiğimiz (bilgilerin doğru olmaması, (çocukların gelecekte bize güvenmemelerine neden olur. Ayrıca çocuklarımızı yaptığı işlerde teşvik ederken dikkat etmemiz gereken nokta; onları başarılı oldukları için sevildikleri, aksi halde sevilebilir olmayacakları mesajını vermemektir. Bunun yerine çocuklara koşulsuz ve pozitif kabullenme gösterilmelidir.

UZMAN GÖRÜŞÜ
Kendi çocukluğunuzun zorluklarını bugüne taşımayın!
Ailelerin, çocuğun her istediğini yapması ya da her istediğine karşı çıkması olumsuz sonuçlar doğurur. Bunun yerine çocuklara belli bir çerçeve içinde kendi isteklerini dile getirebilecekleri, becerilerini ortaya çıkarabilecekleri, güvenli ve sıcak bir ortam sunulmalıdır. Aynı zamanda aile kurumunun nasıl işlediği de çocukların güvenlik algısı ve gelişimi ile ilintilidir. Aile kurarken kendi yaşantımızdaki olayları da bu sisteme getirip karşımızdaki insanla ortaklık kurmaya çalışırız. Elbette, her birimiz verimli çocukluk yılları geçirmemiş olabiliriz. Bu durum, bizim kendi çocuklarımıza davranışımızı etkiliyorsa, sağlıksız bireyler yetiştirmeye başladık demektir. Çoğu zaman bu durum bilinç düzeyinde yaşanmadığından tespit etmek hayli güçtür. Çocuklarımızın mutlu ve sağlıklı gelişip gelişmediğini sorgulayarak, iyi bir ebeveyn olup olmadığımızı fark edebiliriz. Dr. Mehmet Yavuz



-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 11 Mar 2011 Saat 18:25

Sevgi nasıl hissettirir?

Nasıl ki atomun içinde nötron, proton ve elektron varsa ve bunları birbirine bağlayan şey çekim kuvveti ise;canlılar arasında da çekimi sağlayan şey sevgi duygusudur. Sevgi evreni döndüren güç gibidir. Anne babanın bebeğine sevgisi de böyledir. Bebeğin sevgi nesnesi, anne veya anne yerine geçen kişidir. Sevgi nesnesiyle ilişkisi, hayatla ilişkisini şekillendirir. Hayat, silgisi olmayan bir resim gibi şekillenir

Sevgi ve çocuk

Sevginin en yoğun yaşandığı ve ihtiyaç gerektiren varlık çocuktur. Çocuklar genel olarak kendilerine bakan insanı severler. Annelerini ya da annelerinin yerine geçebilecek, bakım veren kişiye bağlanırlar. Çocuk büyüdükçe sevgisini dağıtmayı öğrenir. Örneğin; annesinden sonra
babasını, ailesini ve oyuncaklarını sevmeye başlar. Sevginin doğru dağılımı; kişinin kendi varoluşunu, evrendeki konumunu, evrensel bütünlük içindeki yerini bilmesi sonucu, bütün sevgi taşlarını doğru yere oturtmasıyla sağlanır. Çocuk en nihayetinde kendisini bütünün parçası gibi görür.

Dokunmanın gücü

Anne-bebek arasındaki bağlanma, annenin çocuğun ihtiyaçlarını karşılamasıyla, dokunmasıyla ve göz temasıyla olur. Hepimiz anne-baba olunca aslında sevgiyi nasıl ifade ettiğimizi de fark ederiz. Siz çocuğunuza duygularınızı nasıl ifade ediyorsanız, o da kendi duygularını o şekilde ifade etmeyi öğrenir. Göz teması kurmuyorsanız, çocukla sohbet etmiyorsanız, sıcak bir yaklaşım sergilemiyorsanız, hem çocukta birtakım psikolojik sorunlar ortaya çıkar hem de çocuk duygularını ifade etmeyi öğrenemez.

Sevginin getirdiği aşırı korumacı yaklaşıma dikkat!

Kaygılı ve korumacı bir ailenin çocuğu, her yaptığı yeni denemenin tehlikeli olduğu mesajını alır ve yeni atılımlardan korkar. Korkuların pek çoğu bu nedenle ortaya çıkar, anne-baba sürekli çocuğu koruduğu zaman, ona “sen yapamazsın” mesajını verdiği için çocuk, her şeyi onlardan beklemeye başlar ve anne- babaya aşırı bağlılık geliştirir. Bu sağlıksız bir gelişimdir. Anne-baba, çocuğun atılımlarını denemelerinden dolayı desteklemeli, gerekli güvenlik tedbirlerini ona fark ettirmeden
sakince almalıdır. Çocuğa karşı takıntılar yoğun ise yardım alınması gerekir.

Doğum sonrası depresyon ve bebeğe olan tutum


Bazı anneler doğum sonrasında depresyon yaşayabiliyor ve bebeklerini reddedip, kabul edemiyorlar, bu yüzden de bebekle duygu alışverişine giremiyorlar. Tepkisel bağlanma bozukluğu da çoğunlukla bu durumdan kaynaklanıyor. Bu durumda anneye mutlaka bireysel bir yardım, yani
psikiyatri muayenesi ve psikoterapisi yapılmalıdır.

Otistik çocuğa sevgiyi göstermek…

Otistik çocuklar beyinlerinin duyguları algılayan alanlarının iyi çalışmadığı hastalık grubu çocuklardır. Duygusal okur-yazarlığı ve empatiyi öğrenemezler. Ancak özel eğitimle öğrenmeleri mümkün olabilir. Normal çocuğa gösterilen sevgi ifadesiyle, otistik çocuğa gösterilen sevgi ifadesi arasında fark yoktur. Sadece tepki alamayabiliriz. Otizmin derecesine göre bu değerlendirmeler değişkenlik gösterebilir, hafif derecede yaşanan otizmde çocuk daha fazla tepki verirken, ağır bir otizm tablosunda uygun tepki alamayız. Sarılmak, göz teması kurmaya çalışmak, onunla yapılacak etkinlikler planlamak yapılacaklardan sadece birkaçıdır.

Otistik bir çocuğa ulaşmak için ayırıcı-uyarıcı ses tonu kullanmalıyız, daha net ve kısa cümleler kurmalıyız.



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 12 Mar 2011 Saat 09:57

Bebeklerde hızlı solunuma dikkat!..

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Esengül Keleş, hızlı solunumun zatürrenin ilk belirtisi olduğunu ve bebeğin basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmediğinin, zatürre olduğunun kanıtı olduğunu söyledi.

Bebeklerde hızlı solunuma dikkat!..


Kış aylarında çocuklar; grip, anjin, bronşit gibi hastalıklara yakalanma riski ile karşı karşıya. Çocuklar açısından riski yüksek olan rahatsızlıklardan biri de zatürre.

Sema Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Esengül Keleş, alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarının ortaya çıkmasında, havaların soğumasının, kış aylarıyla birlikte hava kirliliğinin artmasının, kapalı ortamlarda zaman geçirilmesinin etkili olduğunu söyledi. Keleş, üst solunum yolu enfeksiyonlarının genellikle sadece burun akıntısı, öksürük ve ateş şeklinde görüldüğünü, hırıltı, hızlı nefes alıp verme ve göğüste çekilmenin olması durumunda ise alt solunum yolu enfeksiyonlarının söz konusu olabileceğini ve hayatı tehdit eden bulgular oluşturduğunu vurguladı.

Dr. Esengül Keleş, zatürrenin bir alt solunum yolu enfeksiyonu olduğunu belirterek, "Temel olarak bebeklerin hızlı solunum yaptığından emin olabilmek için annenin kendi solunum sayısıyla karşılaştırma yapması gerekiyor. Hızlı solunum, zatürrenin ilk belirtisidir ve o bebeğin basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmediğinin, zatürre olduğunun kanıtıdır ve zaman kaybetmeden doktora başvurulmalıdır" dedi.

Hastalığın oluşumu ve gelişmesiyle ilgili de bilgi veren Dr. Keleş, "Zatürre, akciğer enfeksiyonu ya solunum yolları savunma sisteminin bozulması ya da fazla sayıda mikrobun vücuda girip savunma bariyerlerini aşması ve solunum yolları mukozasında hasara yol açması ile oluşur. Bu hasar sonucu bütünlüğü bozulmuş mukoza üzerinde bakterilerin yerleşip bozulmuş bariyeri aşması ve akciğer dokusuna ilerlemesi kolaylaşır. Bakteriler istila ettiği akciğer dokusunda artan bir hasara ve bu bölgede iltihap oluşmasına yol açar. Böylece başlangıçta viral olarak başlayan enfeksiyon, daha ağır bir bakteriyel enfeksiyona dönüşmüş olur. Kimi zaman aynı hasarı virüsler bakterilerin iştiraki olmadan tek başlarına da yaparak viral zatüreleri oluştururlar" diye konuştu.

Zatüre tanısında özellikle küçük çocuklarda tek başına muayene ile tanı koymanın mümkün olamayabileceğini ifade eden Esengül Keleş, "Bu çocuklarda kan tahlili ve akciğer grafisiyle tanıya gidilebilir. Daha büyük çocuklarda dinleme bulguları yol gösterici olduğundan hekim için tanı koymak daha kolaydır. Tedavi hastanın durumuna göre ayaktan ya da yatarak yapılabilir; buna hastanın klinik ve laboratuar bulgularına göre hekim karar verebilir" dedi.

H.influenza gibi bazı çocukluk çağı aşılarının kızamık gibi zatürre etkenlerine karşı koruyucu olduğunu belirten Keleş, çocuklarda en sık zatürre etkeni olan pnömokoklara karşı 2 yaş altında kullanılabilecek pnömokok aşısı yaptırılması gerektiğini kaydetti.

Çocukları ve bebekleri sigara dumanına maruz bırakmamanın önemine de işaret eden Dr. Keleş zatürreye karşı alınabilecek diğer önlemlere ilişkin de, "Anne sütü alan bebeklerin her tür enfeksiyona karşı daha korunaklı olduğunu unutmamalı, bebeklerimizi mümkün olduğunca anne sütüyle beslemeliyiz. Çocuklarımızı hasta kişilerle temastan korumalı, enfeksiyonların sık görüldüğü mevsimlerde onları kalabalık ortamlarda bulundurmamaya gayret etmeliyiz" dedi.




-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 15 Mar 2011 Saat 10:47

Uzmanlardan önemli uyarı!..

Kızamık virüsünün yarattığı risk sanılandan daha büyük!.. SSPE Derneği uyardı:1975 - 2002 arasında doğanlar aşılanmalı!..

Uzmanlardan önemli uyarı!..


Kızamık virüsünün çocuklarda yol açtığı ve tedavisi bulunmayan bir merkezi sinir sistemi hastalığı olan SSPE ile mücadele eden SSPE Derneği bir süredir kamuoyunda devam eden tartışmanın bir başka boyutuna dikkat çekti. Dernek adına yapılan açıklamada, kızamık hastalığı tartışılırken, aynı virüsün çocuklarda yol açtığı ölümcül SSPE hastalığının dikkate alınmadığı kaydedildi. SSPE Derneği, toplumda kızamık virüsünün yayılmasına karşı mücadele etmek için 1975 - 2002 yılları arasında doğan herkesin aşılanması gerektiğini vurguladı.

Son günlerde salgın halini alıp almadığı tartışılan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın salgın durumunda olmadığını belirttiği kızamık virüsünün toplum ve çocuklar için çok ciddi risk yarattığı hatırlatıldı. Kızamık virüsünün yol açtığı ve tedavisi bulunmayan SSPE (subakut sklerozan panensefalit) hastalığıyla mücadele eden SSPE Derneği toplum sağlığı açısından, 1975 - 2002 yılları arasında doğan herkesin kızamık aşısı olması gerektiğini bildirdi.

Riske karşı yaygın aşılama şart
Bulaşıcı, tehlikeli ve ölümcül bir hastalık olan kızamıktan korunmanın tek yolu yaygın ve etkin aşılama olduğu için çocukların mutlaka aşılanması gerekiyor. Kızamık hastası veya kızamık olduğundan kuşku duyulan kişilerle de temastan kaçınmak büyük önem taşıyor.

Nadir durumlarda, kızamık hastalığı geçtikten sonra virüs dönüşerek bağışıklık sistemini aşıyor ve beyin hücrelerini öldüren SSPE hastalığına dönüşüyor. Daha çok çocuklarda görülen bu hastalığın bilenen bir tedavisi bulunmuyor.

SSPE Derneği tarafından yapılan açıklamada Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın vurguladığı 1975 - 1990 doğumlulara ek olarak, tek doz ve 9. ay aşı uygulanması nedeniyle 1987 - 1998 doğumlular ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kullanılan aşıların bayat olduğu ifade edilmekte, bu nedenle 1998 - 2002 doğumluların risk altında oldukları belirtildi.

SSPE hastalığına gereken önem verilmiyor!
Konuyla ilgili bir değerlendirme yapan SSPE Derneği Başkanı Cengiz Kara şunları söyledi:
"Bayat aşılar veya eksik doz gibi uygulamalar nedeni ile SSPE hastalığı hayatları mahvediyor. Aşıların nakledilmesi ve korunmasında çok dikkatli olmak gerekiyor. Yapılmış hatalardan ötürü hastalığa yakalanmış insanlara devlet yardım elini uzatmalı. Bu hataların sorumluları cezalandırılmalı. En önemlisi, bu hastalığa gereken önem verilmeli."

Sorumluların cezalandırılmaması halinde, SSPE hastalarının mahkemeye gitmeye hazır olduklarını da vurgulayan Kara yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

"Sağlık Bakanlığı öncelikle kızamık ve SSPE kayıtlarını tam tutmalı, kayıtların sağlıklı tutulup tutulmadığını denetlemeli, denetime açık tutmalıdır. Devletimiz öncelikle kendi tasarrufu altında bulunan, Çocuk Esirgeme Kurumunda bulunan çocukları ve personeli de acilen aşılatmalıdır.Derneğimizin kayıtları ile Sağlık Bakanlığı’nın kayıtları arasında fark vardır, SSPE hastalarının sayısı Bakanlık kayıtlarında eksik görünmektedir. Ayrıca Devletimiz SSPE hastalığıyla ilgili araştırma komisyonu kurulmalı, farklı branşlardan uzmanların tam gün mesailerini bu konuya ayırmalarına imkân verecek koşullar devlet tarafından sağlanmalıdır. İstanbul, Ankara,Şanlıurfa ve Diyarbakır’dan başlayarak SSPE klinikleri kurulmalı; bu kliniklerde çocuk nöroloğu, fizyo-terapist, gastrolog, çocuk doktoru, diş hekimi ve aileler için psikiyatrist hazır bulundurulmalıdır. SSPE teşhisi konan hastaların ilaç, mama, sıvı yiyecek, özellikli tekerlekli sandalye, ayak-el afoları, özürlülük oranının belirlenmesi, alt bezi temini için gerekli rapor ve reçetelerin yazılması sağlanmalıdır." 06.02.2011 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ’in 8. maddesinin a) fıkrasının kaldırılarak, hastalarımızın eskisi gibi piyasada bulunan “çocuk bezi” alma imkanı tanınmalıdır.Çünkü bizim hastalarımızın çoğu çocuktur.

Aşıların taşınması ve korunması çok dikkatli yapılmalı!
Kızamık virüsüne karşı mücadelede en önemli sorunlardan birini bayat aşılar oluşturuyor. SSPE Derneği bu sorunun önüne geçmek için şu noktalara dikkat çekti:
• Aşının naklinde kullanılan kargo uçakları, deniz ve kara nakliyat araçları ısı ve ışık sensorlarına sahip olmalı
• Her aşının üstünde ısı ve ışık sensorlarını içeren etiketlerin yapıştırılması zorunlu olmalı,
Yapılan aşının seri numarası ile ışık ve ısı sensor sonuçları aşı yapılan kişi veya velisine verilmeli
• Bakanlıkta da saklanmalıdır
• Soğuk zincirden kırılmış (Bayat) aşı kesinlikle uygulanmamalı..

SSPE Nedir?

SSPE (Subakut Sklerozan Panensefalit) kızamık virüsü enfeksiyonunun sebep olduğu bir merkezi sinir sistemi hastalığı, az rastlanan çaresi olmayan ölümcül bir beyin hastalığıdır. Kızamık aşısı olmayan çocuklarda daha fazla görülmektedir. SSPE, özellikle çocuklarda, nadirde olsa yetişkinlerde görülebilen, kızamıktan 2-10 yıl sonra ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Bugüne kadar en yakın ölüm, teşhisten sonra 6. haftada görüldü.

SSPE Hastalığının evreleri

1. Dönem: Unutkanlık, sinirlilik.
2. Dönem: Sıçramalar başlar. Tek başına yemek yiyemez.
3. Dönem: Hasta yatağa bağımlı hale gelir. Konuşamaz, Burundan sıvıyla beslenir.
4. Dönem: Komaya girer. Yıllarca sürebilecek koma ölümle sonuçlanır.

Kızamık virüsünden korunmanın yolları
Kızamık; bulaşıcı, tehlikeli ve ölümcül bir hastalıktır. Korunmanın tek yolu yaygın ve etkin aşılamadır. Bu nedenle, çocuklar mutlaka aşılanmalıdır. Kızamık hastası veya kızamık olduğundan kuşkulanılan kişilerle temas edilmemelidir.

Hastalık ölüm ile sonuçlanmasa bile; yıllar sonra, SSPE olma ihtimali vardır.

Aşı, bayat olmadığından emin olunduktan sonra uygulanmalıdır. Aşı yapılamayan 0-12 aylık çocuğu olanlar kızamık hastaları veya kızamık olduğundan şüphe edilen kişilerle aynı ortamda bulunmamalıdır. Bebekler ana sütü ile beslenmelidir. Bebeğin yanı sıra, kızamık hastası veya hasta olduğundan kuşkulanılan bir büyük çocuğu bulunanlar büyük çocuklarıyla aynı ortamı paylaşmamalıdır.


 



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 15 Mar 2011 Saat 12:45

Çocuklarda Uyku Düzenleyici İlaç Kullanımı

Son yıllarda çocuklarda uykusuzluk problemi gittikçe önem kazanan bir konu haline gelmiştir. Çocukluk dönemi boyunca, herhangi bir yaşta, uykuya geçişte ve uykunun devamında zorluklar yaşanabilmektedir.

 



Bu duruma çocukluk çağı uykusuzluk sendromu denmektedir. Bu sendrom, temel bir uyku bozukluğunun, tıbbi bir bozukluğun (nörolojik hastalıklar) ya da psikiyatrik bir bozukluğun (dikkat gelişim eksikliği, hiperaktivite, depresyon) belirtisi olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Diş çıkarma, düzenli saatlerde yatma alışkanlığının kazanılmaması, çocukluk çağı depresyonu, barsak parazitleri, diyette şeker oranının yüksek olması, kahve ve çay gibi uyarıcı maddelerin tüketimi gibi birçok neden bu duruma yol açabilmektedir.

Çocukluk çağı uykusuzluk sendromunda pediatristler uykusuzluğun özellikleri ile ilgili ailelerden detaylı bilgi edinmeli ve tedavi yaklaşımında, aileleri uyku fizyolojisi konusunda bilgilendirmelidir. Ayrıca, uyku hijyeni ve uyku alışkanlıkların kazanılması konusunda ailelerin eğitimine öncelik verilmelidir. Bebeklerin sırt üstü pozisyonda yatırılarak uyutulması tavsiye edilmektedir. Bu pozisyon aynı zamanda ani bebek ölüm riskini azaltmaktadır.

Ayrıca bebekler ya da çocuklar serin ve rahat bir şekilde giydirilmeli, uyudukları odada karanlık bir ortam oluşturulmalıdır. Bebeğin ya da çocuğun ilk çıkardığı seste odasına koşmamalı, çocuğun kendi başına tekrar uykuya dalmayı öğrenebilmesi için ona bir şans verilmelidir. Çocukluk çağı uykusuzluk sendromu tedavisinde öncelikle davranışsal yaklaşımlar denenmeli, ilaç tedavisi başlansa bile davranışsal yaklaşımların uygulanmasına devam edilmelidir.

Farmakolojik tedavi gerektiğinde, dikkatli bir seçim yapılmalı ve en düşük etkili dozlar tercih edilmelidir. Erişkinlerde uykusuzluk probleminde kullanılabilen birçok hipnotik ve sakinleştirici ilaçların çocuklarda kullanımı önerilmemektedir. Buna rağmen pediatristlerin %56''sı çocukluk çağı uykusuzluk sendromunda ilaç kullanmayı tercih edebilmektedir.

En sık kullanılan ilaçlar antihistaminiklerdir, ağır vakalarda benzodiazepinler ve kloral hidrat da kullanılabilir. Bu ilaçlar kısa süreli kullanılmalı ve ilaçların toplam kullanım süreleri üç haftayı geçmemelidir. Bu ilaçlar mutlaka uzman doktorların kontrolü altında kullanılmalıdır.

Çocukluk yaş grubunda en sık kullanılan antihistaminik grubu ilaçlardır. Pediatride sık kullanılan bir ilaç olması ve aileler tarafından kabul edilebilirliği, bu ilacın uykusuzluk tedavisinde kullanımını yaygınlaştırmıştır. Güvenilir olmasına rağmen bu ilaçların etkinliği zayıftır ve paradoks bir biçimde santral sinir sisteminin uyarılmasına yol açabilmektedir.

Yine küçük bebeklerin ve çocukların uykusuzluk probleminde sık kullanılan başka bir ilaç grubu parasetamol grubu ilaçlardır. Parasetamol grubu ilaçlar, sakinleştirici ya da uyku getirici ilaçlar olmayıp, bu amaçla kullanılmamalıdır. Küçük bebekler parasetamol verildiğinde geceyi daha rahat geçirir görünseler de, bu etki parasetamolün direk etkisi olmayıp, daha çok vücutta oluşturduğu toksik etki sonucudur. (Alkolün uyku yapıcı etkisi gibi). Parasetamol kullanımı normal uyku düzenini tamamen bozabilmekte ve uzun dönemde kullanımı sonucu ilacın kendisi uykusuzluğa neden olabilmektedir.

Dikkat gelişim eksikliği olan çocuklar yada hiperaktif çocukların uykusuzluk problemi için bilinçsiz ilaç kullanımı bu çocukların uyku düzenlerini daha da bozabilir. Öncelikle davranışsal yaklaşımların denenmesi, davranışsal yaklaşımlarla problem çözülemiyorsa %80 etkinlik sağlayan klonidinin tedavide kullanılması önerilmektedir.

Gece teröründe, çocuğun uyanışları çok saldırgan bir tavırda ve kendine zarar verebilecek boyutlarda ise, benzodiazepinler ya da trisiklik antidepresanlar kullanılabilir. Bu ilaçlar yatmadan önce verilmelidir. Bu ilaçlarla 3-6 haftalık tedavi sonucu gece terörünün önlenebileceği gösterilmiştir. Ancak bazı durumlarda bu ilaçlara karşı tolerans ve rebound fenomeni (yeniden görülme fenomeni) görülebilmektedir. Aynı ilaçlar uyurgezer çocukların tedavisinde de kullanılabilmekte ve benzer etkiler bu durumda da görülebilmektedir.

Gece kabusları şiddetli ise difenhidramin, trazadon yada siproheptadin gibi ilaçlar tedavide kullanılabilmektedir. Bu durum aynı zamanda daha ileri araştırma gerektiren bir durumdur.

Son zamanlarda nörolojik gelişim bozukluğu olan çocuklarda melatonin kullanımı ile iyi sonuçlar alınmıştır, ancak bu hastalarda görülen sara nöbetlerin sıklığını arttırması melatoninin önemli bir yan etkisidir.

Sonuç olarak, uykusuzluk probleminde öncelikle davranışsal yaklaşımlar denenmeli ve çocuğun huzursuzluğunun nedeni araştırılmalıdır. Huzursuzluğun birçok nedeni olabilir. Ebeveynler için bütün bu nedenleri dikkatli bir şekilde incelemek zor olsa da, gerçek problemi tamamen görmezden gelmek yerine, gerçek problemi bulmak için uğraş verilmesi çocukları daha mutlu ve huzurlu kılacaktır. İlaç tedavisi gerekliyse, mutlaka uzman doktorların kontrolünde ve kısa süreli kullanılmalıdır.

Çocukluk çağı uykusuzluk sendromunda, tedavide ilk önce davranışsal yaklaşımlar denenmelidir.

Doğal bitkisel ilaçların da tüm yaş gruplarında kullanımına rastlanabilmektedir. Kedi otu ve şerbetçi otu kullanımının yapılan çalışmalarda etkinliği gösterilmişse de, yıllar önce L-triptofan kullanımına bağlı kas yıkımı gibi ciddi yan etkileri bu yöntemin güvenilirliği hakkında şüphe uyandırmaktadır. 



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 15 Mar 2011 Saat 23:28

Bebeğinizi Nasıl Tutar ve Taşırsınız

Bir kolunuzla poposunun altından tutarken diğer elinizle de sırtı ve boynundan tutarak güvenli bir şekilde taşımalısınız.

 



BEBEĞİNİZİ NASIL GÜVENLİ TUTARSINIZ :
Bebekler sizin düşündüğünüz kadar kırılgan değildir. Dolayısı ile onu taşırken ya da gezdirirken rahat olun. En önemli konu ilk birkaç haftada boynu ve başıdır. Onlara dikkat etmelisiniz.


BEBEĞİNİZİ YATAKTAN NASIL ALMALISINIZ :

Başını ve boynunu destekleyerek alın.

Yatar pozisyonda kaldırın :
Bir elinizi başını desteklemek için boynunun altına koyun. Diğer elinizle sırtından tutarak kaldırın.

Direkt yukarı kaldırın :

Başını ve boynunu bir elinizle desteklerken diğer elinizle omuz ve göğsünden tutarak yukarı kaldırın.

Önce sırt üstü pozisyondan yüzüstü pozisyona getirin :
2 kolunun altından tutarak yüzüstü yatar konuma getirin. Daha sonra bir elinizle 2 bacağının arasından karnını tutun, diğer elinizle göğsünden tutarak yatay pozisyonda yukarı kaldırın.

NASIL YATIRMALISINIZ :

Başını desteklediğinizden emin olun. Eğer başı hızla arkaya düşerse, bebeğiniz düşüyormuş hissine kapılabilir.

KOL ASKISI :

Askılar, eğer serbest ellere ihtiyacınız varsa oldukça kullanışlıdır. Bebeğiniz çevresini izleyebilir.Hafif sallanma hareketi duygusal yapısını canlandırır ve size çok yakın olduğu için kendini güvende hisseder. Fakat çok sıkılmadığından ve başı ile boynunun iyice desteklendiğinden emin olun.

BEBEĞİNİZ NASIL TAŞINMAYI SEVER :

Mümkün olduğu kadar vücudunuza yakın olup cilt temasını hissetmek isteyecektir. Bu şekilde kendisini mutlu ve güvende hisseder.

KUCAKLAMAK :

Kucaklarken, kolunuzun kanca gibi olan şekli bebek için iyi bir pozisyondur. Kafası kolunuzun üst tarafında, vücudunun diğer kısımlarından biraz yukarıda dinlenip destek alma şansı bulur. Diğer kolunuzla yatar pozisyonda tuttuğunuzda, bu hamilelikte anne karnında bulunduğu konuma çok benzer. Bundan dolayı kendisini rahat ve güvende hisseder. Bu pozisyon ayrıca göz teması sağlar. Bu şekilde sizi konuşurken ya da gülerken izleyebilir.

Omzunuzun üstünden bakabilmesi:

Bu pozisyonda bebeğinizin başı omzunuzun hemen üzerine gelecek şekilde taşırsınız. Bu şekilde o da çevresinde olup biten her şeyi görebilir. Bir kolunuzla poposunun altından tutarken diğer elinizle de sırtı ve boynundan tutarak güvenli bir şekilde taşımalısınız. Başını kontrol edebilmeye başladıktan sonra isterseniz tek kolunuzla da taşıyabilirsiniz. 



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 16 Mar 2011 Saat 15:01

Halk arasında göz kayması olarak da bilinen şaşılık, düz karşıya bakan bir kişinin iki gözünün aynı istikamette olmaması yani bir göz karşıya bakarken diğer gözün burun tarafına, kulak tarafına, yukarıya veya aşağıya doğru kaymasıdır. Şehla bakış, şaşılığın tam karşılığı olmayıp daha çok yalancı kaymalar için kullanılan bir tariftir.

Şaşılık sık görülür mü?

Şaşılık, çocukluk çağı hastalıkları içerisinde en sık görülenlerinden biridir. Ayrıca tembellik dediğimiz tedavisi belirli bir yaştan sonra mümkün olmayan görme kaybı da yapması hastalığın önemini daha fazla arttırmaktadır.

Şaşılığın başlıca sebepleri nelerdir?

Şaşılığın çoğu defa belirli bir sebebi yoktur ancak büyük bir kısmı doğuştandır. İrsi yani kalıtımsal özelliği çok fazladır. Çocuklardan birinde veya ailede varsa diğer çocuklarda şaşılık gelişme ihtimali gözlenmektedir.

Yüksekten düşme, ateşli hastalık, havale geçirme ve erken doğum zeminde olan bir şaşılığı ortaya çıkartabilmektedir.
Görme kaybı yapan sebepler belirli bir süre sonra gözün kaymasına yol açabilirler. Görme kaybı çok küçük yaşta olursa göz içeriye yani burun tarafına doğru kayar, ileri yaşlarda görme kaybı olursa göz dışarıya yani kulak tarafına kayar. Kaza geçirilmesi, menenjit, beyin tümörü, beyin kanaması, şeker, yüksek tansiyon ve guatr göz sinirlerinde felç yaparak göz kaymasına sebebiyet verebilirler. Yine multiple skleroz dediğimiz bazı sinirsel hastalıklar da göz kayması ile belirti verebilir.

Şaşılığın belirtileri nelerdir?

Gözün belirli bir yöne kayması en önemli belirtidir. Başlangıçta arada bir kayma görülebilir. Çocuk yorgun olduğunda veya uykudan yeni uyanıp dikkati azaldığı zamanlarda daha fazla kayma ortaya çıkabilir. Kafanın belirli bir yöne eğilmesi, televizyona çok yakından bakılması ve gözlerde titreme diğer belirtilerdir. Bazen güneşe çıkıldığı zaman çocuğun kayma olan gözünü kısarak baktığı fark edilebilir. Bu, dışa doğru olan kaymalarda oldukça erken saptanan bir belirtidir. Doğuştan katarakt veya göz içi tümörlerinde kayma ile beraber karşıdan bakıldığında göz bebeğinde beyazlık da görülebilir. İleri yaşlarda birdenbire ortaya çıkan göz kaymalarında hasta baktığı her şeyi çift görebilir. Bu şikayet birkaç ay içerisinde kaybolur. En çok korktuğumuz ise hafif olan ve ailelerin fark edemediği küçük kaymalardır. Bunlarda diğer göz de sağlam olduğu için çocuk büyüyünceye kadar gözden kaçabilir ve tembellik yerleşir. Bu sebeple en küçük kayma şüphesinde bile çocukların ayrıntılı muayene edilmeleri şarttır.

Teşhisi nasıl konulur?


Oldukça kolaydır. Her yaştaki çocuğa şaşılık muayenesi yapılabileceği unutulmamalıdır. Bu sebeple çocuk büyüyünceye kadar beklenilmeli diye bir yaklaşım kesinlikle doğru değildir. Muayenede dikkat edilmesi gereken nokta şaşılığın gözlük kusuruna bağlı olup olmadığıdır. Bunun için ilaçlı muayene yapılması şarttır. Bu muayenede çocuğa göz bebeğini büyüten ilaç damlatılır ve 1-2 saat bekletilir. Arkasından gözlük muayenesi tekrarlanır.

Şaşılık tedavisi nasıl yapılır?

Şaşılık tedavisi ne kadar erken yaşta başlarsa tedavinin başarı derecesi o kadar fazla olmaktadır. Tedavi başarısındaki diğer nokta şaşılığın bir veya iki gözde olup olmadığıdır. Eğer hep aynı göz kayıyorsa tedavide başarılı olma olasılığı daha az olmaktadır. İki gözün birden kaydığı hastalarda ise tembellik daha az olduğu için başarı oranı da fazla olmaktadır. Şaşılık tedavisi gözlük, ameliyat ve kapatma ile yapılmaktadır.

Yüksek hipermetrop gözlük kusuruna bağlı olan şaşılıklarda yalnızca gözlük tedavisi yeterli olmaktadır. Ancak hastanın en az 18 yaşına kadar gözlüğe devam etmesi gereklidir. Böyle hastalarda ameliyatın faydası değil zararı bile olabilmektedir. Gözlüğe bağlı olmayan şaşılıklarda eğer sadece bir gözde kayma varsa gecikilmeden ameliyat yapılmalıdır. Ameliyat için hastanın 1,5-2 yaşını geçmemesi gerekir. İki gözde birden kayma varsa 5-6 yaşlarına kadar beklenebilir. Sadece bir gözde kayma olan hastalarda gözlük veya ameliyat gerekse bile kapatma tedavisinin yapılması şarttır. Kapatma, tembel olan gözün görme derecesinin arttırılması için gerekli olan bir tedavidir.

Şaşılığın lazerle tedavisi var mıdır?

Şaşılığın laserle gerçek anlamda tedavisi yoktur. Ameliyatı bıçakla yapılan bir tedavidir. Ancak 18 yaşın üzerinde gözlük kullanan ve gözü kayan hastalarda laser tedavisi gözlüğü ortadan kaldırmak için yapılabilir.



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 19 Mar 2011 Saat 11:45

Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Dr. Cengiz Çavumirza, anne ve babaların çocukların baş ağrısını ciddiye almasını isteyerek, bu şikayetin beyin tümörü belirtisi olabileceğini söyledi.

Acıbadem Kayseri Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Dr. Cengiz Çavumirza, çocukluk çağında rastlanan beyin tümörleri en çok 3-12 yaşları arasında görüldüğünü, en önemli belirtilerinin  ise başağrısı, sabah kusmaları ve görme bozuklukları olduğuna değindi. Çavumirza sözlerini şöyle sürdürdü: "Teknolojinin hayatımızda giderek daha çok yer edinmesi, çevre kirliliği, kimyasal maddeler ve hamilelikte radyasyon alınmasının, doğacak çocuklarda genetik deformasyona yol açabiliyor. Bu gelişmeler, çocuklardaki beyin tümörü riskini de artırıyor. Görülme sıklığı yüz binde 4-5 olan beyin tümörleri, çocukluk çağında en çok 3-12 yaşları arasında ortaya çıkıyor. Özellikle ebeveynlerin çocukların baş ağrısını ciddiye alması gerekir. Bu şikayetin beyin tümörü belirtisi olabilir. Vücuttaki hücreler normal gelişimleri süresince büyüyor ve kendilerini yeniliyor. Büyüme ve yenilenme kontrolden çıkınca hücreler tümörleşmeye yani sınırsız büyümeye başlıyor. Bu tümörler iyi huylu ve kötü huylu olarak ikiye ayrılıyor. Beyin tümörüne yol açan nedenleri, hamilelik sırasında alınan radyasyon, genetik bozukluklar, bazı virüsler, çevresel etmenler ve kimyasal ajanlar olarak sıralanıyor."

Hamileliğin ilk üç ayında kadınların radyasyondan uzak durması gerektiğini vurgulayan Dr. Çavumirza, "Radyasyon, hücrenin DNA yapısını değiştirerek genetik bozukluklara, kromozom anomalilerine neden oluyor. Çocuklarda fizyolojik bozuklukların yanı sıra, kansere de yol  açıyor. Erken tanı ile çocukluk çağı beyin tümörlerinin tedavisinde yüksek oranda başarı sağlanıyor. Cerrahi müdahalenin ardından yapılan kemoterapi ve radyoterapi uygulamalarıyla da, tedavi tamamlanıyor. Geçmişte dokunulamaz, alınamaz denilen tümörler şimdi başarılı cerrahi operasyonlarla çıkartılıyor" dedi.



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 19 Mar 2011 Saat 11:47

Pahalı ve güzel oyuncaklar alarak, annelik ya da babalık görevinizi yapmış olmanın gururu ile kendizi rahatlatmayın. Çünkü çocuğunuzu oyuncak dünyasının içine de atsanız onun asıl istediğini vermiş olmazsınız?

Çocuk deyince aklımıza ilk gelen kelimelerden birisi de oyundur. Oyun oynamak sadece çocuklara özgü görünse de hepimizin içinde, ta derinlerimizde, oyun oynama arzusu vardır aslında. Eski arkadaşlarımızı bulsak, kimseden de çekinmesek misket, gazoz kapağı oynar, ip atlarız herhalde. Bu nedenledir ki, oyunlar sadece çocukların dünyasında değil, büyükler dünyasında da büyük yer tutuyor.

Zaten kim demiş büyükler oyun oynamıyor diye? Kahvehanelerde oynanan okey ve tavla bir oyun değil mi? Kâğıt oyunları adı üzerinde oyun. Bilardo ve bowling çocukların oyunu mu? Şans oyunlarını oynayanlar büyükler mi yoksa çocuklar mı? Futbol ve basketbol, izleyicisi olduğumuz oyunlar değil mi? Kabul edelim, biz büyükler de en az çocuklar kadar oynuyoruz. Oyun bir ihtiyaç mı, yoksa olgunlaşmamış, basit ve sıradan insanların tercih ettiği bir eğlence mi?  

Ben oyunun ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Hem de herkes için. Yetişkinlere yönelik düzenlediğim bazı eğitimlerde koca koca insanlara oyunlar oynatıyorum. Onların oyun oynarken aldığı lezzeti yüzlerinden okuyabiliyorum. Biz yetişkinler oyunu seviyoruz, çünkü oyun oynarken mutlu oluyoruz. Bedenimizin gıdaya, ruhumuzun ise mutluluğa ihtiyacı var. Oyun oynamak demek aynı zamanda sevdiklerimizle bir arada olmak demek. Ve oyun oynamak demek, düşünmek ve aynı zamanda dinlenmek demek.

Biz yetişkinler için bile faydaları bulunan oyun, çocukların hayatında çok daha fazla öneme sahip. Çünkü çocuklar dünyayı oyunla tanıyor. Arkadaşa saygıyı, kurallara uymayı ve sıra beklemeyi oyunda öğreniyor. Bedenini kontrol etmeyi, denge kurmayı ve düşünmeyi çocuklar oyun oynarken geliştiriyor. Çocukların hayal dünyasını genişleten, yine oyunlar. Tabi, bu kastettiğimiz faydalar arkadaşlarla gerçek dünyada oynanan oyunlar için geçerli. Sanal âlemde oynanan oyunların faydadan çok zararı var.

Çocuklar oyun isterken, oyunla gelişirken, günümüzde oyunlar azalıyor, oyunların yerini oyuncaklar alıyor. Her geçen gün oyuncak sepetlerinin boyu büyüyor. Çocuk odaları oyuncaklarla dolup taşıyor. Her alışveriş merkezine artık büyük bir oyuncakçı da açılıyor. Kırtasiyeler, kitap-defterden çok oyuncak satıyor. Çocuklarımızın oyuna ihtiyacı var, amenna. Peki ya oyuncağa?   

Sizce çocuklar anne-babalarından oyuncak mı bekliyor yoksa kendileri ile oyun oynamasını mı? Herhalde bu sorunun cevabı aşikar. Çocuklar aslında oyuncak değil, oyun istiyor. Gelin görün ki, anne-babalara çocukları ile birlikte yarım saat oyun oynamak zor geliyor. Yarım saat haber izlemek, dizileri seyretmek, maçları takip etmek kolay, ancak çocuklarla oyun oynamak zor.  

Kısacası günümüz anne-babaları çocukları ile çok fazla ilgilenemiyor. Çocuklarına gösteremediği ilgiyi, onlara oyuncak alarak kapatmaya çalışıyor. Aldığımız oyuncaklar bir süre sonra çocuğun gözünde sıradanlaşıyor. Açıkça söylemek gerekirse çocuklar genelde oyuncakları ile pek de oynamıyor. 

Kendimden biliyorum, çocuklarımla yeterince ilgilenemediğimde içimde bir sızı hissediyorum. Onlara babalık görevimi tam yapamadığımı düşünüyorum. İçimdeki bu pişmanlığı bastırmak için oyuncakçıya yöneldiğim zamanlar oluyor. Pahalı ve güzel bir oyuncak alarak, babalık görevimi yapmış gibi kendimi rahatlatmak istiyorum. Aslında çocuğumun benden beklediği, onunla beraber oynamak. Ben ise kolayına kaçıyorum.  

Kendimizi kandırmayalım. Çocuklarımızı eğitmek ve anne-babalık görevimizi tam yapmak istiyorsak, oyuncağa yönelmek yerine oyuna yönelmeliyiz. Ama bu yöneldiğimiz oyunlar bilgisayar oyunları olmamalı. Küçücük çocuklar görüyorum, daha yaşı 3-4. Bilgisayarın başında oyun oynuyor. Telefondan oyun takip ediyor. Oyun denilince aklına bilgisayar ya da telefon geliyor.

Nesli tükenmekte olan oyunları yeniden canlandırmanın vakti geldi. Gazoz kapaklarını, misketleri, kibrit çöplerini, taşları, hortumları, ipleri, mendilleri ve değnekleri yeniden elimize almalıyız. Bu sefer kendimiz için değil daha çok çocuklarımız için. Çünkü onlar bizden bekledikleri oyuncak değil, onlarla birlikte oyun oynamak.

Psikolojik Danışman & Pedagog Mehmet Teber – Haber 7

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 21 Mar 2011 Saat 14:51

Selçuk Üniversitesi (SÜ) Mesleki Eğitim Fakültesi Çocuk Gelişimi ve Ev Yönetimi Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ramazan Arı, okula yeni başlayan çocuğa ’Nereden buluyorsun bu soruları?’, ’İcat çıkarma’, ’Sana ne?’ gibi sorularla azarlanmasının çocuktaki merak duygusunu yok edebileceğini bildirdi.

Prof. Dr. Arı,  yaptığı açıklamada, ilköğretim döneminin çocukların yeteneklerini geliştirdiği bir süreç olduğunu, bu dönemde soru soran çocuğun dikkate alınması gerektiği uyarısında bulundu.

Bireylerin, tam anlam veremedikleri durumlar karşısında zihinlerinde dengesizlikler oluştuğunu ifade eden Arı, özellikle 6 yaş dönemi çocukların zihninde oluşan soruları cevaplamak için çok soru sorduğunu, zihnindeki resmi tam manasıyla tamamlamaya çalıştığını söyledi.

Zihin gelişiminin insanlarda 16 yaşın sonuna kadar sürebildiğini anlatan Arı, "6 yaş civarındaki çocuklar, bazı şeyleri anlayamayabilir. Dolayısıyla bazı sorulara cevap ararlar. Karşılığını alamadığı cevaplar onların zihnini rahatsız eder. Rahatsız edince de merak duygusu oluşur. Dolayısıyla bu merak çocuklar için öğrenmenin motorudur" dedi.

İnsan zihninin, yeni birşeyler öğrendiği zaman mutluluk hormonu salgıladığını vurgulayan Arı, çocukların da meraklarını giderdikleri zaman mutlu olduklarını dile getirdi.

-ÇOK SORU SORAN ÇOCUK DAHA ZEKİ OLUYOR-
Çok soru soran çocuğun akranlarına göre daha zeki olduğunu vurgulayan Arı, şunları kaydetti: "Kafalarında daha büyük ve bütün bir resim oluşturmak isteyen çocuk, daha zeki olur. Soru soran çocuğa cevap verirken bazı şeylere dikkat etmeliyiz. Onlara öyle bir cevap vermeliyiz ki, çocuk verilen cevabı anlayabilmeli ve kafasındaki resmi tamamlayabilmelidir. Soyut şeyler anlattığımızda çocuk kafasındaki resmini tamamlayamaz. Biz genellikle, ’Nereden buluyorsun bu soruları?’, ’İcat çıkarma’, ’Sana ne’ gibi sorularla çocuktaki merak duygusunu öldürürüz. Oysa, öğrenmenin gelişmenini tek bir yolu vardır. O da meraklarımızı, ne gerekiyorsa deneyerek, soraraköğrenmektir. Bu konuda çocukları engellememek lazım."

 -İLKÖĞRETİM YETENEK HAVUZUDUR-
Çocukların tercih ettiği oyun biçimlerinin ve davranışlarının yaşam biçimlerinden ve kültürel özelliklerinden etkilendiğini belirten Arı, ilköğretimin yetenek havuzu olduğunu söyledi.

Bu dönemde çocukların yeteneklerini tanıyacaklarını ve geliştireceklerini ifade eden Arı, sözlerine şöyle devam etti: "Bu dönemde tanıma ve geliştirme ise öğretmen sayesinde olur. Disiplin ve öğrencilerin özgürce araştırma isteği arasında bir çelişki vardır. Disiplin bir kurala bağlı olmak demektir. Soran araştıran, talep eden, merak eden öğrenciler hocayı da rahatsız eden öğrencilerdir" diye konuştu.

Arı, ilköğretime yeni başlayan çocuğun davranış problemleri yaşayabileceğini, her davranışın da bir problem olarak algılanmamasını, çok zor durumda kalınırsa bir danışmana başvurulması gerektiği önerisinde bulundu.

haticeak



-------------



Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 23 Mar 2011 Saat 13:46

Çocuğunu donanımlı biri haline getirmeye çalışan ebeveynlerin düştüğü en büyük hata, hangi eğitimin uygun olduğunu bilemedikleri için çocuğu sürekli kurslara gönderip denemeler yapmak. Çocuğun hem eğitimli hem de rahat büyüyebilmesi için aslında iyi bir gözlemci olmak yeterli.

Çocuğun ilgi alanlarını daha net anlayabilmek için onu tanıyan öğretmenlerden ve arkadaşlarından bilgi almanın en doğru yöntem olduğunu söyleyen Çocuk Psikiyatrisi Gökçe Küçükyazıcı, aşağıdaki 3 soruya dikkat çekti.

1.Başarılı olduğu alan hangisi, edebiyata mı, matematiğe mi, resme mi müziğe mi yatkın?
2.Sosyal bir javascript: - çocuk mu?
3.Oyunculuğa yatkınlığı var mı?

Buna benzer birçok soru ile çocuğun bilinmeyen yönlerinin saptanabileceğini dile getiren Küçükyazıcı, şöyle devam ediyor:

”Baştan da söylediğimiz gibi ilgi alanları belirginse özellikle ilgi duyduğu veya yetenekli olduğu alana yöneltmek en doğrusudur. Bunun dışında geliştirmesi gerektiğini düşündüğünüz bir alana yönlendirmek de çok faydalı olacaktır. Örneğin; sosyal alanda zorluk yaşayan, empati becerisi zayıf, duygu ifadesinde zorluk yaşayan bir çocuk dramaya yönlendirilebilir. Hiperaktif özellikler gösteren bir çocuk için yüzme veya sporun herhangi bir dalı uygun bir seçenek olabilir. Dikkat fonksiyonları zayıf bir çocuk satrancı tercih edebilir.”

Kaş Yaparken Göz Çıkarmayın

Ailelerin sıklıkla yaptığı hatalardan biri de çocuğu eğitim ve sosyal aktiviteye boğmaktır. “Hazır ilgisi varken ve öğrenmeye açık bir dönemdeyken tüm eğitimleri aldıralım” anlayışı, çocukların hobilerden soğutmasına hatta sosyalliğini yitirmesine bile sebep olmaktadır. Peki, aileler ne yapıyorlar da farkında olmadan çocuklarına zarar veriyorlar? Bunu örneklendirme aşamasında yine Gökçe Küçükyazıcı’nın tecrübelerinden faydalandık.

“Günümüzde birçok ebeveyn, çocuğa çok sayıda uğraşıdan oluşan bir program yapmak şeklinde ortak bir hata yapmaktadır. Örneğin; haftalık programına baktığımızda sabahtan öğleden sonraya kadar okula giden; okuldan gelince haftanın belli günlerinde piyano dersi alan; hafta içi birkaç gün ve hafta sonu belli saatlerde yüzmeye giden; haftanın kalan bir günü de tiyatro faaliyetlerine katılmakta olan çocuklar görmekteyiz.

Böyle bir program, özellikle okul döneminde ödevlerin varlığı ve fiziksel yorgunluğu da göz önünde bulundurulursak kabul edilemez sınırlardadır. Bu durumda çocuk sevse bile bu faaliyetlerden hem zevk alamayacak hem de okul başarısında olası bir başarı düşüklüğü ile kaşı karşıya kalacaktır. Bu tip örnekler sıklıkla mükemmeliyetçi javascript: - anne babaların, çocuklarının çok yönlü gelişebilmeleri beklentisiyle yaptıkları programlar sonucu oluşmaktadır. Çocuklar da genellikle ebeveynlerinin beklentilerini karşılayabilmek için kendilerini zorlamaktadırlar.”

Her Şeyin fazlası Zarar

Hemen hemen her çocuk sevdiği şeyi, bıkana kadar yapma ya da kullanma eğilimindedir. Bu yeri geldiğinde bir oyun ya da yiyecek olabilir. “Yeter artık bu kadar...” şeklinde başlayan cümleleri kullanmayan anne-baba da yoktur bu yüzden.

Çocuğun hobileri ile sorumlulukları arasındaki bağı yine ebeveynlerin kurmak zorunda olduğunu hatırlatan Küçükyazıcı, keyifli sohbetimizi şu sözlerle bitiriyor: “Bazı durumlarda da çocuklar belli bir alana gereğinden fazla yoğunlaşma eğilimi gösterebilirler. Bu çoğunlukla bilgisayar bağımlılığı gibi hobi olarak adlandıramayacağımız durumlarda görülse bile, zaman zaman faydalı olarak kabul ettiğimiz uğraşılarda da aşırıya kaçma şeklinde yaşanabilmektedir. Sorun eğer çocuğun sosyal ilişkilerini, okul başarısını, kısacası yaşamını olumsuz etkiyecek düzeyde ise altta mutlaka psikolojik sorunlar aranmalıdır.

Sıklıkla ailesiyle sorunları olan, sorumluluklarını almaktan kaçınan, okul başarısı yetersiz, arkadaş ilişkilerinde problem yaşayan çocuklarda bu tip eğilimler gözlenebilir. Bazı psikiyatrik bozukluklarda da ilgi alanları bir takıntı şeklinde yaşantının büyük kısmını kaplayabilir ve tedavi gerektirecek düzeye varabilir.”

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 24 Mar 2011 Saat 15:19
Üstün yetenekli çocukları anlamak", "Çocuğun karakter oluşumunda yapıcı rol oynamak", "Çocukların hedef ve hayallerinin gerçekleşmesinde yardımcı olmak" gibi konularda bilimsel tespitlerini açıkladı.

Delisle, üstün zekalı çocukların tanımının, bazı ülkelerde yüksek akademik başarı demek olurken, kendisinin de dahil olduğu diğer tarafta da daha çok içten gelen, kişinin daha algılayıcı ve hassas olmasını sağlayan bir özellik olarak anlattı.

Ailelerin çocuklarının üstün yetenekli olup olmadıklarını ilk olarak kendilerinin fark edebileceklerini ifade eden Delisle, "Eğer ilk çocuğunuz iki veya üç yaşında okumaya başladıysa bunun normal olduğunu düşünebilirsiniz. İkinci çocuğunuz olduğunda ve aynı şey bu çocuğunuz için geçerli olmadığında bu durumun farklı olduğunu anlayabilirsiniz" diye konuştu.

-"OKULLARDA DAHA ÇOK ORTALAMA ÇOCUKLARLA İLGİLENİLİYOR"

Prof. Dr. James Delisle, çocukların farklılıklarını ebeveynlerin değil kendilerinin anne babalarına gösterdiklerini belirterek, onların bu yönlerini ortaya çıkarmakta iyi bir eğitimin çok önemli olduğuna dikkat çekti.

Üstün yetenekli çocuklara yönelik özel okullarda birçok ülkede sıkıntı olduğunu kaydeden Delisle, daha çok ortalama olan çocuklarla ilgilenildiğini daha sonra engelli ya da üstün yetenekli çocuklara alaka gösterildiğini dile getirdi.

Delisle, bazı ülkelerde üstün yetenekli çocuklarla hiç ilgilenilmediğine, onlar her halükarda başarılı olurmuş gibi bir düşünceye sahip olunduğuna dikkati çekerek, bunun çok iyi futbol oynayan birisine "sen zaten iyi bir futbolcusun, antrenöre ihtiyacın yok" demek gibi olduğunu ifade etti.

Alıntıdır

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 24 Mar 2011 Saat 15:22
 Gebelik ihtimalini artırdığı için uygulanıyor ve çok başarılı sonuçlar alıyoruz" dedi.

Dr. Aruh, tedavinin temelinde, düzenli adet gören kadınların her ay ürettikleri yumurtaların, normal tüp bebek yönteminde kullanılan ilaçlar nedeniyle yüksek dozda hormona maruz kalan yumurtalara göre daha kaliteli olduğu mantığının yattığını söyledi.

Bu yöntemde tedavide gerekli yumurtanın doğal olarak elde edilmesinin amaçlandığını kaydeden Dr. Aruh, şu bilgileri verdi: "Amaç, düzenli adet görüp, FSH hormonu (Folikül Stimulan Hormon) yüksek diye tüp bebek deneme şansı bulamayan veya defalarca denemelerine rağmen embriyo elde edilemeyen ya da kötü kalite embriyolara sahip olmuş olgularda daha iyi kalitede embriyolar elde edilebilmektedir. Bu da bu tür umudu çok düşük hastalar için gebelik şansı yaratmaktadır. Bu tip vakalarda bir diğer yaklaşım da arka arkaya yapılan mini tüp bebek denemeleriyle elde edilen embriyonları dondurup biriktirmektir. Bu, zamana karşı yarışan düşük rezervli hastaların zaman kaybını engeller."

Dr. Aruh, bu yöntemde normal tüp bebek yöntemine göre çok az ilaç verildiğini, amacın yumurta sayısını artırmak değil, var olan yumurtaları korumak olduğunu belirterek, "Bu yöntemin maliyeti normal tüp bebek uygulamasına göre 5’te bir, 6’da bir daha ucuz" dedi.

-ÜÇÜNCÜ TEDAVİDE HAMİLE KALDI-

Hastanede mini tüp bebek tedavisi ilk kez uygulanarak başarılı sonuç alınan ve şu anda hamileliğinin 28. haftasında bulunan Derya Barlak (39), daha önce iki farklı merkezde normal tüp bebek tedavisi gördüğünü ancak ikisinden de sonuç alınamadığını anlatarak, "Umudu kesmiştik. http://www.milliyet.com.tr/index/mucize - Mucize gibi. Hocamıza çok güvendik ve bu yöntem için iki yıl bekledik. Çünkü FSH hormonu çok yüksekti, düşmesini bekledik" dedi.

http://www.milliyet.com.tr/index/Bodrum - Bodrum ’da esnaf olduğunu ifade eden Sıtkı Barlak da (42), beş yıl önce evlendiklerini, doğal yollarla bebek sahibi olamadıklarını görünce tüp bebek denediklerini, sonuç alamayınca da Dr. İsrael Aruh’a başvurduklarını anlattı.

Sıtkı Barlak, "Artık umudu öyle kesmiştim ki eşimi sırf morali düzelsin diye tedaviye gönderir olmuştum. Bu yeni yöntemi öğrendiğimizde ise hemen kabul ettik. Şimdi mutluluğumuzu ifade edecek kelime bulamıyoruz" diye konuştu.

Tedavi için öncelikle çocuğun tıbbi ve ruhsal olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Bu değerlendirme ne denli sağlıklı yapılırsa tedavi de o denli başarılı ve olumlu gelişiyor. İlaç tedavisinde uygun seçeneklerle etkin ve hızlı sonuçlar almak mümkün. Eşzamanlı olarak çocukla birlikte erişkinlerin de ona yönelik tutum ve davranışlarında sergileyeceği olumlu değişikler önemli yer tutuyor.

DEHB tedavisinde tartışılmaz bir biçimde birinci tedavi, farmakolojik olandır. Tedavinin çocuklar için amaçları; aile, öğretmen ve yaşıtlarıyla ilişkilerinde iyileşme, yıkıcı davranışlarda azalma, akademik performansta yükselme, ödevleri yerine getirme becerilerinde gelişme, benlik saygısında artma, kazalardan korunma ve güvenliktir.

İlaç tedavisi: İlaç tedavisinde ilk seçilen grup ‘psikostimülanlar’dır. Bu ilaçlar etkin ve güvenilirdir. Tedaviye yanıt kısa sürede alınır. Etkileri hem kısa dönem (ilacın alındığı gün) hem de uzun dönem için geçerlidir. Ancak bazı yan etkileri de vardır: Uykuya dalmada zorluk, http://www.milliyet.com.tr/index/uykusuzluk - uykusuzluk ,  iştahsızlık, kilo kaybı, baş ve karın ağrısı. Yan etkiler gittikçe azalır.
İlaç dışı tedavi yaklaşımların başında çocukların okul yaşamlarıyla ilgili düzenlemeler öncelik taşır.

Anne-baba için öneriler

a. Çocuğa özel zaman ayırın ve bu zamanın düzenli bir biçimde gerçekleştirilmesini sağlamaya özen gösterin.
b. Çocuğun olumlu davranışlarına ilgi göstererek uyumunun artırılmasına çalışın.
c. Çocuğun çevresine sorun çıkarmadan kendi kendini oyalamasını sağlayın.
d. Puan sistemi uygulamasını hayatınıza sokmaya çalışın ve olumlu davranışlarını özellikle desteklemeye dikkat edin.

Öğretmenler ne yapmalı?

1. Çocuğun dikkati çabuk dağıldığından ön sıralarda ya da cam kenarına oturtulmaması gibi sınıf içinde düzenlemeler yapılabilir.
2. Hareketliliği arttığı zamanlarda kısa aralar verilebilir.
3. Öğretmenler arasında işbirliği ve bilgi aktarımı artırılarak okulda çocuğun durumu, ona karşı yaklaşımın nasıl olması gerektiğiyle ilgili herkesin bilgilenmesini sağlayın.
4. Etiketlenmesini engelleyerek, özgüveninin yükseltilmesine yardımcı olun. 
5. Sınıf içinde ödül sistemini uygulamaya çalışın.  
6. Sorumluluk verin ve arkadaş ilişkilerinin iyileştirilmesine yardımcı olun.

Bu çocuklar tedavİ edİlmezse ne olur?

Ders ve akademik başarı düşüklüğüyle sosyal uyum sıkıntılarından dolayı eğitim hayatları sekteye uğruyor. Büyük bir kısmı eğitimlerini sonlandırmak zorunda kalıyor. Sahip oldukları zihinsel ve sosyal desteğe rağmen toplum dışına itildikleri için istedikleri hayatı yaşayamıyorlar. “Bir şeyleri iyi yapamadıklarını hissettikleri” için reddedilme, kabul edilmeme, itilme duygularından dolayı çökkünlük hali yaşanabiliyorlar. Ve bu durum onları alkol ve http://www.milliyet.com.tr/index/uyusturucu - uyuşturucu kullanmaya itebiliyor. Sosyal hayatlarında yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle evliliklerini de sağlıklı yürütmekte zorluk çekebiliyorlar. Depresyona yatkınlık bu vakalarda daha sık ortaya çıkabiliyor.

Kendi iradesini ispatlamasına izin verilen, inatlaşma ilişkisine girilmeyen ve aşırı baskıcı tutumlar uygulanmayan çocukta " http://www.milliyet.com.tr/index/ozerklik - özerklik " duygusu ve sonucunda da kendinden "emin olma ve irade" gelişiyor. Çocuk karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanıyor.

http://www.milliyet.com.tr/index/Gazi%20Universitesi - Gazi Üniversitesi (GÜ) http://www.milliyet.com.tr/index/Tip%20Fakultesi - Tıp Fakültesi http://www.milliyet.com.tr/index/bashekim - Başhekim Yardımcısı ve Çocuk  http://www.milliyet.com.tr/index/psikiyatri - Psikiyatri Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yasemen Işık Taner, yaptığı açıklamada, çocuk gelişiminde "anne" çok önemli bir rol üstlendiğini söyledi.

Bebeklikten itibaren annenin varlığının bebeğin temel gereksinimi olduğunu, anne yanında olmadığında bebeğin kaygı yaşadığını, zaman içinde annenin geri geleceğine güven duymayı öğrendiğini belirten Taner, güven duygusunun bebeğe umut etmeyi öğrettiğini anlattı. Taner, bu dönemde kendine bakım verenle güvenli bir bağ oluşturulmasının "temel güven" duygusunun gelişimini sağladığını söyledi.

Annenin bebeğine bakım vermek, ihtiyaçlarını karşılamak yanında onu tanımak zorunda da olduğunu vurgulayan Taner, "Bebeğini tanıyan anne, yalnız kendi kafasındaki kurallara göre değil, bebeğin sinyallerine göre davranışlarını ayarlar. Bebeğin ağlamasının ardında yatanı bilir, doyurur, doyum alır, rahatlatır, kucaklar, kuşatır. Bebeğin kendinin bir parçası, ama kendinden ayrı bir birey olduğuna saygı gösterir. Besleme, uyutma, dokunma, sakinleştirme, konuşma, ninni söyleme ve göz ilişkisi kurma bebeği besler, büyütür ve sosyal bir varlık olma imkanı verir" diye konuştu.

-"BEBEKLE SOSYAL İLİŞKİ KURMAK ÇOK ÖNEMLİ"-

 "İlk yılda uygun bakımdan yoksun kalan bebeklerin, ilerleyen yıllarda yakın ve sıcak ilişkiler kurmakta, güven duymakta ve umut etmekte zorluk çekebildiğine" dikkati çeken Taner’in verdiği bilgiye göre uygun bakım, anne-çocuk arasında karşılıklı iletişimin olduğu, sıcaklık ve duygusal içeriğe sahip, annenin çocuğu büyütürken yalnız kendi fikirlerine göre değil, çocuktan gelen ip uçlarına ve onun kişilik özelliklerine de dikkat ederek verdiği duygusal ve fiziksel davranış biçimlerini ve bakımı kapsıyor.

Yaşamın ilk yılı, zihinsel gelişimin en hızlı olduğu dönemlerden biri olarak gösteriliyor. Bu dönemde bebekler hemen her dakika yeni bir şeyler öğreniyor. Bebek beyni, öğrenmeye çok açık olduğundan bebeğe verilen uyaranlar ne kadar zenginse, bebek de o kadar iyi bir alt yapıya sahip oluyor. Sadece fiziksel bakım vermek, yeterli zihin gelişimini sağlamıyor. Bebekle sosyal ilişki kurmak, konuşmak, anlatmak, en az onu doyurmak ya da uyutmak kadar önem taşıyor.

Her bebeğin mizacı farklı olsa da hepsi kendilerini sevecek, anlayacak, rahatlatacak, güven duyacakları kişiye ihtiyaç duyuyor.

İlk aylarda bebek, tanıdık kişiler ile tanıdık olmayanları fazla ayırt edemiyor. Altıncı aylarında kendisi için özel insanları diğerlerinden ayırıyor ve her isteyenin kucağına giden pasif bir varlık değil; annesine atılan ve tanımadığı insanları yabancılayan aktif bir birey haline geliyor. Böylece bebekle bakım veren kişi arasında bağlanma gerçekleşiyor. Emme işlevi, dokunma, gülümseme, göz teması kurma, anneye yapışma davranışları, seçici bağlanmanın habercisi olarak gösteriliyor.

Alıntı

 
 
 


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 24 Mar 2011 Saat 16:17
 

Diş hekimlerine karşı olumsuz tavırlar sergileyen ve kontrole gitmekten korkan çocuklar, yetişkinlik dönemlerinde de bu durumdan rahatsız olmaya devam ediyor. Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu çocukların diş hekimlerine karşı duyduğu olumsuz duyguların çeşitli nedenlerden kaynaklanabileceğini ve çok basit yöntemlerle de aşılabileceğini açıkladı.

Anne ve Babalar Hassas Davranmalı

“Her çocuk olumsuz birçok korku yaşar fakat bu korkuları yersiz cümlelerle pekiştirmek doğru değildir. Anne ve babaların bu konuda hassas davranması gerekiyor. Çünkü çocuklarda bu korkular ailelerinin onlara söylediği olumsuz sözlerden oluşuyor’’ diyen Diş Hekimi Kışlaoğlu, ‘’Yaramazlık yapma, yoksa seni diş doktoruna götürürüm’’ gibi yanlış ifadelerin çocukların diş hekimi korkusunu tetiklediğini söyledi.

Ebeveynlerin Diş Hekimi Deneyimi Önemli

“Ailenin tercih ettiği diş hekimi büyük önem taşıyor. Ebeveynlerin bu konuda yaşamış olduğu kötü deneyimler çocukları da olumsuz yönde etkiler. Çocuklar diş hekimleri hakkında duydukları negatif söylemleri benimseyerek korkuya kapılırlar. Bu sebeple yaşadığınız kötü deneyimleri mümkün olduğunca çocuğunuza anlatmayın.”

Doğru Diş Hekimi Tercihi

Kışlaoğlu, çocuğun mutlaka güvenilen ve önce ziyaret edilen bir diş hekimine götürülmesini, doğru diş hekimi tercihinin çocuğun ilk diş muayenesinde korku yaşamasını engellediğini vurguladı. Kışlaoğlu sözlerine ‘’Ortamın çocukların dikkatini çekecek oyuncaklarla donatılmış olması ve pastel renklerle döşenmiş olması, çocukların davranışlarını olumlu yönde etkiler. Tercihler bu yönde olursa çocuklar hem önyargılardan hem de korkulardan arınmış olur’’ diye devam etti.

Hekimlere Büyük Sorumluluk Düşüyor

Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu, çocuklardaki diş hekimi korkusunun aşılması için hekimlere büyük sorumluluk düştüğünü, diş hekimlerinin ilk tedavi aşamasında çocuklara olumlu gelecek davranışlar sergilemelerinin önemli olduğunu söyledi. Kışlaoğlu, “İleriki seanslarda çocuğa ve ailesine uygulanacak tedavi konusunda bilgi verilmeli, çocuklara uygulanan tedavi seansları eğlenceli hale getirilmelidir” dedi.

Çocuklar Sık Sık Kontrole Götürülmeli

Çocukların diş kontrollerinin 1 yaşından itibaren başlamasının gerektiğini söyleyen Dr. Kışlaoğlu, bu şekilde çocukların diş hekimlerine daha kolay alışabileceğini belirterek, sık kontrollerin erken teşhis için de önemli olduğunu söyledi. Çocukları diş hekimi korkusundan kurtarmak adına aileleri uyaran Kışlaoğlu, çocukları diş sağlığı eğitimine alıştırmak ve bu korkuyu aşmak adına sevimli diş fırçaları ve diş macunlarını önerdi

Alıntı


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 25 Mar 2011 Saat 08:07
Ancak, çocuklarını sağlıklı beslemek istiyorum derken çocuklarınız için iyi olmayan hatalar yapmayın. Özellikle, yetişkinlerin uyguladıkların beslenme programlarını çok küçük çocukların diyetinde denemeyin. Özellikle bu iki diyet Arassında bebeklerinizin beyin gelişimini etkileyen önemli besin ögesi olan yağ farklı miktarlarda gerekir.

Çocuklarda yağ hem beyin gelişimi hem de http://www.milliyet.com.tr/index/kalori - kalori gereksinimi  için önemli bir kaynak . Özellikle ilk iki yıl  alfa-linolenik ve linoleik asit çocuğunuzun büyüme ve beyin gelişimi için gereklidir. Vücudumuz bu yağ asitlerini kendi bünyesinde üretemez.Bu yüzden bu yağ asitlerini yiyeceklerle almak gerekir . Çocuklar aynı zamanda besinlerde ki A, D, E ve K vitaminlerini faydalı hale getirmek için de yağ tüketmelidirler. Küçük çocuklar da beslenme programı yapılırken yağı çok azaltmayın.

Çocuklarınıza 2 yaşına kadar yağsız süt ürünü kullanmayın. Çocuk ve gençlere 'diyet' uygulatırken beslenmede bulunan toplam yağ ve düşük doymuş yağ oranını tolere edilir miktarda tutun. Trans yağ almalarını engelleyin. İki yaşından sonra bunları da düşünerek yağı yinede çok azaltmadan kepekli tahıllar, meyveler, sebzeler, az yağlı http://www.milliyet.com.tr/index/sut%20urunleri - süt ürünleri ve diğer protein yönünden zengin besinler çocuğunuzun kalori ve gelişimlerini de düşünerek tüketmelerine izin verin… Günde 1 fındık kadar tereyağı tüketmelerini sağlayın...

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 25 Mar 2011 Saat 08:09
Özellikle çocuklar ve gelişme çağındaki gençler için dengeli beslenmek, çok önemli bir faktördür.

Dengeli beslenmede kilit noktolar vitamin, mineral ve protein dengesini sağlamak kadar, besleyici özelliği ön planda olan besinleri tüketmektir.

Çocuklarınızın zeka gelişimi üzerinde olumlu etkisi olan yiyeceklerin, http://www.milliyet.com.tr/index/beslenme - beslenme zinciri içine daha yoğunlukla yerleştirilmesi, önümüzdeki yıllarda etkisini gösterecektir.

Vücudun kış aylarında daha fazla ihtiyaç duyduğu A, B1, B2 ve D vitaminlerinin yanı sıra omega yönünden de zengin olan balık, zihinsel gelişim konusunda yardımını ispatlamış bir besindir. Balığın kılçığında bulunan yüksek orandaki kalsiyum ve fosfor kemiklerin sağlığı ve dayanıklılığı bakımından önemli bir etkendir.

Balıkta bulunan pmega, beyin gelişimi ve gözün retina gelişiminde çok önemli görevlere sahiptir. Omega 3 yağ asitleri uzun zincirli yağ asitlerindendir. 

Bugüne kadar yapılan araştırmalarda düzenli olarak omega 3 açısından zengin içerikli besinlerle beslenen bireylerde beyin yaşlanmasının yavaşladığı gözlemlenmiştir.

Vücudunun değerlendirebileceği en iyi omega-3 yağ asidi kaynağı balıktır. Soğuk deniz balıklarından somon, http://www.milliyet.com.tr/index/Norvec - Norveç uskumrusu, morina balıkları en iyi omega 3 kaynaklarındandır.

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 25 Mar 2011 Saat 08:50

Bebekliğinden itibaren inatlaşma içerisine girilmeyen ve üzerinde çok baskı kurulmayan javascript: - çocuk lar, ileride kendilerine güvenen bireyler oluyorlar. Doç. Dr. Yasemen Işık Taner, bu konuda özellikle javascript: - anne lerin hassas davranmaları gerektiğini anlattı ve önemli bilgiler verdi.

Annenin varlığının bebeğin temel gereksinimi olduğunu, anne yanında olmadığında bebeğin kaygı yaşadığını, zaman içinde annenin geri geleceğine güven duymayı öğrendiğini belirten Taner, güven duygusunun bebeğe umut etmeyi öğrettiğini anlattı ve bebeğin “temel güven” duygusunun gelişimini sağladığını söyledi.

Bebeğinizi Tanıyın

Taner şunları kaydetti: “Bebeğini tanıyan anne, yalnız kendi kafasındaki kurallara göre değil, bebeğin sinyallerine göre davranışlarını ayarlar. Bebeğin ağlamasının ardında yatanı bilir, doyurur, doyum alır, rahatlatır, kucaklar, kuşatır. Bebeğin kendinin bir parçası, ama kendinden ayrı bir birey olduğuna saygı gösterir. Besleme, uyutma, dokunma, sakinleştirme, konuşma, ninni söyleme ve göz ilişkisi kurma bebeği besler, büyütür ve sosyal bir varlık olma imkanı verir.”

Sosyal İlişki Olmadan Olmaz

Yaşamın ilk yılı, zihinsel gelişimin en hızlı olduğu dönemlerden biri olarak gösteriliyor. Bu dönemde bebekler hemen her dakika yeni bir şeyler öğreniyor. Bebek beyni, öğrenmeye çok açık olduğundan bebeğe verilen uyaranlar ne kadar zenginse, bebek de o kadar iyi bir alt yapıya sahip oluyor. Sadece fiziksel bakım vermek, yeterli zihin gelişimini sağlamıyor. Bebekle sosyal ilişki kurmak, konuşmak, anlatmak, en az onu doyurmak ya da uyutmak kadar önem taşıyor.

Beslenme İlişkisi İletişimin Temeli

Besleme-beslenme ilişkisi anne ile çocuğun arasında heyecan verici ve iletişime zemin hazırlayan en önemli etkileşim olarak gösteriliyor. Çünkü beslenme, annenin çocuğu yalnız doyurduğu ve duygudan bağımsız bir görev değil; bebekle göz temasının kurulduğu, dokunma-dokunulma hazzının yaşandığı, rahatlatıcı, güven verici ve ruhsal anlamda doyurucu bir yaşantı olarak dikkat çekiyor.

Kendi iradesini ispatlamasına izin verilen, inatlaşma ilişkisine girilmeyen ve aşırı baskıcı tutumlar uygulanmayan çocukta bu dönemde “özerklik” duygusu ve sonucunda da kendinden “emin olma ve irade” gelişiyor. Çocuk karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanıyor. Bu dönemdeki olumsuz tutumlar, daha sonra inatçılık, kararsızlık, düzensizlik, öfkelilik, bencillik gibi özelliklere neden olabiliyor.

A.A 



-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 26 Mar 2011 Saat 12:02

Bebekler müziği nasıl algılıyorlar?

Yetişkinler müzik dinlediğinde etkin hale gelen beynin sağ bölümünün, yeni doğan bebeklerin tümünde de harekete geçtiği görüldü.

 



İtalya’nın Milano kentindeki Vita-Salute del San Raffaele Üniversitesinden bilim adamları, 1-3 günlük 18 bebeğe uyurken 3 parça dinletti. İlk parçada notalar uyumluydu. İkinci parçada bazı notalar bir ton üstten çalınmıştı ve üçüncü parçada notalar arasında uyum yoktu. Bebekler bu parçaları dinlerken, beyin filmleri çekildi.

Yetişkinler müzik dinlediğinde etkin hale gelen beynin sağ bölümünün, yeni doğan bebeklerin tümünde de harekete geçtiği görüldü. İkinci ve üçüncü parça dinletildiğinde ise beynin sağ bölümünün daha az etkin hale geldiği ve sol bölümün harekete geçtiği belirlendi.

Bilim adamlarına göre bu sonuçlar, yeni doğan bebeklerin doğumdan sonraki ilk saatlerden itibaren müziği algılama becerisine sahip olduğunu, ayrıca notalar arasındaki uyumsuzluğu ve ton farklarını anlayabildiklerini gösteriyor.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 28 Mar 2011 Saat 12:15
Gece uyurken altını ıslatan çocuğunuza kızıp, sorunu onda aramayın. Çünkü bilimsel araştırmalar; genellikle altını ıslatan çocukların anne babalarının da aynı problemi ebeveynlerine yaşatmış olduğu gösteriyor.

Böbrek ve idrar yolu enfeksiyonları, şeker hastalığı gibi etkenler de çocukların alt ıslatmasında önemli rol oynayabiliyor ancak uzmanlar alt ıslatan çocukların takibi ve tedavisi konusunda hassas olunması gerektiği konusunda uyarıyor.

Memorial Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları  Bölümü’nden Uz. Dr. Gökhan Mamur, “Çocuklarda alt ıslatma” hakkında bilgi verdi.

Çocuğunuz kuru yatağa hasret kaldıysa…

Çocuğunuzun mahcup bakışlarıyla size “günaydın” demesi, her sabah çamaşır makinesinde çarşaf yıkamanız, yatağı havalandırmak için balkona çıkarmanız, bir anne veya baba olarak sizin için olağan bir sabah olabilir; çünkü çocuğunuz yine yatağına altını ıslatmış.

Gece idrar kaçırma (Enuresis nocturna) çocuk sağlığı ve hastalıklarında çok sık rastlanılan çok sık rastlanılan şikayeterden biridir. Anne babalar genellikle çocuklarının alt ıslatma sorunundan daha çok ruhsal bir sıkıntılarının olup olmadığından endişe ederler.

Halbuki bazen alt ıslatmanın psikolojik bir durum ile ilgisi yoktur. Beş yaşa kadar birçok anne ve baba bu sorunun artık ortadan kalkmış olması gerektiğini ve geçmediği takdirde bir hastalığın söz konusu olduğunu düşünürler. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir.

Çocuğunuz alt ıslatmasının nedeni psikolojik ya da fiziksel olabilir

Gece alt ıslatma iki şekilde görülür:

    * Birincil: Çocuk doğduğundan beri en az ayda iki kez yatağını geceleri ıslatmaktadır.
    * İkincil: Çocuk son 6 aydır tamamen kuru olmasına rağmen tekrar ıslatmaya başlamıştır.

İkincil gece alt ıslatmanın arkasında genelde bir neden vardır ve bu neden ortadan kaldırıldığında sonuç alınabilir. Bu sebepler arasında başka bir eve taşınma, boşanma veya okul sorunları gibi ruhsal sorunlar olabilir.

Bunların yanı sıra; idrar yolu enfeksiyonu veya şeker hastalığı gibi fiziksel hastalıklar da söz konusu olabilir.  Bir de çocuğun yaşantısı içinde düzen değişiklikleri olabilir (Örneğin çok su içmeye başlama, uyku saatlerinin kayması gibi) Neticede doktorunuza başvurduğunuzda olası değişiklikleri onunla paylaşmalı ve sorunun üstesinden gelmeye hep birlikte çalışmalısınız.

Çoğu zaman birincil alt ıslatma ile karşı karşıya kalınmaktadır. Burada stres veya davranışsal sorunlar söz konusu değildir. Araştırmalara göre gece birincil gece alt ıslatmanın en önemli nedeni kalıtsaldır. Eğer tek ebeveyn çocukken aynı durumu yaşadıysa, çocuğunda olma olasılığı %44; her iki ebeveyn de bu durumu yaşadıysa çocukta olma olasılığı %77 olarak saptanmıştır.

Yani çocuğunuz altını bu şekilde ıslatıyorsa ona kızmayın; çünkü bu durum büyük ihtimalle sizin ona verdiğiniz genlerle ilgilidir. Üstelik ona kızmamak için bir neden daha vardır. Bu genler nedeniyle o da kendi çocuğundan dolayı aynı durumda kalıp, sizin ne yaşadığınızı bire bir öğrenecektir.

Çocuklarda alt ıslatmayı ilgilendiren ENUR 1 ve ENUR 2 adında iki gen tespit edilmiştir. Bu genlerden ilki 13. kromozomda, diğeri de 12. kromozomda bulunmaktadır.  Bu genleri taşıyan çocuklarda gece alt ıslatma olasılığını yaşama bu genleri taşımayanlara kıyasla daha çoktur. Anne veya baba çocukken gece altını ıslatmadıysa çocuklarında bunu yaşama olasılıkları %15’dir.

Geceleri çocukların alt ıslatmalarının 3 nedeni vardır:

   1. İdrar kesesi kasları arasında dengesizlik vardır. Yani idrarın dışarı çıkmasını engelleyen kas, mesanenin kasılmasını sağlayan kaslardan daha zayıf olabilir.
   2. Mesane küçük olabilir ve normal miktarda idrar için yetersiz olabilir.
   3. Normal boyuttaki mesanelerinin tutabileceği idrardan daha fazlası üretilebilmektedir. Bunun nedeni:
         1. Yatmadan 2 saat önceki dönem içinde çok sıvı tüketiyor olabilir.
         2. Çocuk başka bir hastalığı nedeniyle idrar sökücü kullanıyor olabilir.
         3. İdrar yolu enfeksiyonu veya şeker hastalığı olabilir.
         4. Hormonal dengesizlik olabilir.

Çocuğunuz çok derin uyuyor olabilir


Bazı çocukların anne ve babaları ise ısrarla çocuklarının çok zor uyandığını  ve gece uyandırıp tuvalete götürmek istediklerinde bile uyandıramadıklarını  ifade ederler.  Yıllar boyu araştırmalar bu durumun gece alt ıslatma ile bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.

Ancak Kanada’da yapılan bilimsel bir çalışmada gece uyuyan çocuklara kulaklıklar takılmış ve ses şiddeti kademe kademe yükseltilerek çocukları uyandırmaya çalışmışlardır. Çok daha yüksek seslere maruz kalmalarına rağmen uyanamayan çocuklarda gece alt ıslatma istatistiksel olarak daha sık görülmüştür.

Sonuç  olarak genelde çocuklar babalarının geceleri altını ıslatmayı durdurduğu yaşa kadar altlarını ıslatmaya devam edebilirler. Bu durumun önüne geçmek için kullanılan yöntemler konusunda mutlaka çocuk doktoruna başvurmanız gerekmektedir.
Alıntı


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 30 Mar 2011 Saat 07:57
Yeni bebek sahibi olan çiftlerin en büyük sıkıntılarından biri de tatil programıdır. Bebeğin düzeninin değişeceğinden tatile çıkmaktan vazgeçen anne-babalara yol gösterici bilgiler var.

Pediatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Pediatrik Allerji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Reha Cengizlier

Anne ve babalar bebekleriyle rahatlıkla tatil programı yapabilirler. Bu konuda bebeklerde belli bir yaş sınırı yok.
Bebeklerin, anne ve babanın hayatını kısıtlayan, tatiline ve normal günlük yaşantısına engel olan bireyler olmadığına dikkat çeken Dr. Cengizlier, “Aksine, hayata mutluluk ve neşe ekleyen, yaşama sevincini artıran canlılardır. Anne ve babanın bebek nedeniyle kendilerini kısıtlamaları gerekmez. Yeterki, yaşam şekillerinde bebeklerini de göz önüne alarak bazı küçük düzenlemeler yapsınlar” diyor.

Bebekler ve küçük çocuklar, tatil adı altında alışmadıkları, rahat edemeyecekleri ortama gitmekten hoşlanmazlar. Örneğin dünyanın en güzel plajında, en lüks otelinde bile sıcakta kalmak yerine, sadece küçük bir penceresi olan tek odalı evlerinde bile daha mutlu olabilirler. Bu nedenle bebeğin seveceği tatil yeri planlamaya gerek yoktur. Anne ve babalar kendi mutlu olacakları tatil planını yaparken orada bebeklerini rahat ettirecek koşulları sağlayıp sağlayamayacaklarına bakmalıdır. Adı tatil de olsa, iş de olsa, bebeklerine sevgi ve zaman ayırabilmeleri yeterlidir. Başka çocuklarla iletişimi sevip sosyalleştikleri dönem olan üç yaş ve sonrasında, gittikleri yerde güvenle koşup oynayabilecekleri ve mümkünse yaşıtlarının da olduğu bir ortam idealdir.

Sıvı kaybına dikkat

Bebekler ve çocuklar, su kaybına daha yatkındır. Özellikle deniz kenarı gibi sıcak ve nemli ortamlarda sıvı kaybı daha fazla olur. Bebeği direkt güneşe çıkarmadan bile yansıyan ışınlarla su kaybına uğrayabilir. Bu ortamlarda bol sıvı almaları sağlanmalıdır. Anneyi emen bebekler daha sık emzirilmeli, su içirilmelidir. Mamayla beslenen veya yemek yiyebilen çocuklara da yine sık sık su, meyve suyu ve ayran gibi mineraller içeren sıvılar verilmelidir. Güneş çarpması denen ve aşırı sıvı kaybına yol açabilen durumda çocuğun ateşi yükselir. Yüksek ateşi görünce, alışkanlıkla hemen antibiyotik başlayıp beklememeli, mutlaka doktora götürülmelidir. Her ateş enfeksiyon demek değildir, antibiyotik verip beklemek fayda yerine zarar verebilir.

Yaz aylarında güneş ışınları daha dik geldiği için yanık ve güneş çarpmasının kısa sürede ve kolayca olabilir. Bu nedenle de çocuklara sadece plajda değil, açık havada oynarken de güneşten koruyucu krem veya sıvıların belli aralıklarla sürülmesi gerekir. Güneşin en yakıcı olduğu öğlen saatlerinde çocuklar mutlaka dinlendirilmeli, açık havada oynamalarına sadece sabah veya akşamüstü izin verilmelidir.

Gıdalarda titiz olunmalı

Gıdaların, sıcakta çok daha çabuk bozulabileceği düşünülerek, çocuklara verilen yiyeceklerin temizliğine, tazeliğine ve iyi korunmuş olmalarına dikkat edilmesi gerek. Örneğin tamamen steril hazırlanan kapalı ambalajlı dondurmaların bile eriyip yeniden dondurulmuş olması çok tehlikelidir. Tatil yörelerinde zaman zaman yaşanan elektrik kesilmeleri sonucu olabilecek bu risklere dikkat edilmelidir. Açıkta satılan yiyecek ve içecekler verilmemelidir. Özellikle otellerde açık büfe yemeklerde rastgele, çocuğun kendi tercihiyle seçtiği, besin ihtiyacını karşılamayacak, hatta zararlı olabilecek gıdaları almasına izin verilmemeli; kontrollü özgürlük verilmelidir. Ayrıca sıcak ortamlarda gelişebilecek ishal ve diğer bulaşıcı hastalıklara karşı temizlik kurallarına dikkat edilmesi, hastalık belirtilerinde, özellikle ishalde, kendi kendine iyileşmesi beklenmeden hemen sağlık kurumuna başvurulması gerekir. Havuz suyunu yutmasına bağlı karın ağrısı ve ishal olabileceği için yalnız başına ve derin sulara gitmesine izin verilmemeli; özellikle küçük çocuklar, bebek havuzunda bile yalnız bırakılmamalıdır. Bir çocuk, dizine kadar derinlikteki suyu olan bir havuzda, dengesini kaybedip düşerek kolayca boğulabilir. Çocuklar, bağlık ve bahçelik alanlarda da kontrolsüz bırakılmamalı, zehirli ot veya bitkileri yiyebileceği, yılan, böcek ve benzeri hayvanlar tarafından sokulabileceği unutulmamalıdır.

 Alıntı



-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 30 Mar 2011 Saat 13:07

Çocuk gelişiminde sevginin önemi

Sevgi insanları birbirlerine yakınlaştıran görünmez bağ denilen duygudur.

 



Sevgi nasıl hissettirir?
Nasıl ki atomun içinde nötron, proton ve elektron varsa ve bunları birbirine bağlayan şey çekim kuvveti ise;canlılar arasında da çekimi sağlayan şey sevgi duygusudur. Sevgi evreni döndüren güç gibidir. Anne babanın bebeğine sevgisi de böyledir. Bebeğin sevgi nesnesi, anne veya anne yerine geçen kişidir. Sevgi nesnesiyle ilişkisi, hayatla ilişkisini şekillendirir. Hayat, silgisi olmayan bir resim gibi şekillenir

Sevgi ve çocuk
Sevginin en yoğun yaşandığı ve ihtiyaç gerektiren varlık çocuktur. Çocuklar genel olarak kendilerine bakan insanı severler. Annelerini ya da annelerinin yerine geçebilecek, bakım veren kişiye bağlanırlar. Çocuk büyüdükçe sevgisini dağıtmayı öğrenir. Örneğin; annesinden sonra
babasını, ailesini ve oyuncaklarını sevmeye başlar. Sevginin doğru dağılımı; kişinin kendi varoluşunu, evrendeki konumunu, evrensel bütünlük içindeki yerini bilmesi sonucu, bütün sevgi taşlarını doğru yere oturtmasıyla sağlanır. Çocuk en nihayetinde kendisini bütünün parçası gibi görür.

Dokunmanın gücü
Anne-bebek arasındaki bağlanma, annenin çocuğun ihtiyaçlarını karşılamasıyla, dokunmasıyla ve göz temasıyla olur. Hepimiz anne-baba olunca aslında sevgiyi nasıl ifade ettiğimizi de fark ederiz. Siz çocuğunuza duygularınızı nasıl ifade ediyorsanız, o da kendi duygularını o şekilde ifade etmeyi öğrenir. Göz teması kurmuyorsanız, çocukla sohbet etmiyorsanız, sıcak bir yaklaşım sergilemiyorsanız, hem çocukta birtakım psikolojik sorunlar ortaya çıkar hem de çocuk duygularını ifade etmeyi öğrenemez.

Sevginin getirdiği aşırı korumacı yaklaşıma dikkat!
Kaygılı ve korumacı bir ailenin çocuğu, her yaptığı yeni denemenin tehlikeli olduğu mesajını alır ve yeni atılımlardan korkar. Korkuların pek çoğu bu nedenle ortaya çıkar, anne-baba sürekli çocuğu koruduğu zaman, ona “sen yapamazsın” mesajını verdiği için çocuk, her şeyi onlardan beklemeye başlar ve anne- babaya aşırı bağlılık geliştirir. Bu sağlıksız bir gelişimdir. Anne-baba, çocuğun atılımlarını denemelerinden dolayı desteklemeli, gerekli güvenlik tedbirlerini ona fark ettirmeden
sakince almalıdır. Çocuğa karşı takıntılar yoğun ise yardım alınması gerekir.

Doğum sonrası depresyon ve bebeğe olan tutum
Bazı anneler doğum sonrasında depresyon yaşayabiliyor ve bebeklerini reddedip, kabul edemiyorlar, bu yüzden de bebekle duygu alışverişine giremiyorlar. Tepkisel bağlanma bozukluğu da çoğunlukla bu durumdan kaynaklanıyor. Bu durumda anneye mutlaka bireysel bir yardım, yani
psikiyatri muayenesi ve psikoterapisi yapılmalıdır.

Otistik çocuğa sevgiyi göstermek…
Otistik çocuklar beyinlerinin duyguları algılayan alanlarının iyi çalışmadığı hastalık grubu çocuklardır. Duygusal okur-yazarlığı ve empatiyi öğrenemezler. Ancak özel eğitimle öğrenmeleri mümkün olabilir. Normal çocuğa gösterilen sevgi ifadesiyle, otistik çocuğa gösterilen sevgi ifadesi arasında fark yoktur. Sadece tepki alamayabiliriz. Otizmin derecesine göre bu değerlendirmeler değişkenlik gösterebilir, hafif derecede yaşanan otizmde çocuk daha fazla tepki verirken, ağır bir otizm
tablosunda uygun tepki alamayız. Sarılmak, göz teması kurmaya çalışmak, onunla yapılacak etkinlikler planlamak yapılacaklardan sadece birkaçıdır. Otistik bir çocuğa ulaşmak için ayırıcı-uyarıcı ses tonu kullanmalıyız, daha net ve kısa cümleler kurmalıyız.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 30 Mar 2011 Saat 13:09

En büyük hata bebeğinizle inatlaşmak!

Çocuk gelişiminde tabiiki en büyük rol annenin...

 



Kendi iradesini ispatlamasına izin verilen, inatlaşma ilişkisine girilmeyen ve aşırı baskıcı tutumlar uygulanmayan çocukta “özerklik” duygusu ve sonucunda da kendinden “emin olma ve irade” gelişiyor. Çocuk karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanıyor.

Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Başhekim Yardımcısı ve Çocuk Psikiyatri Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yasemen Işık Taner, çocuk gelişiminde “anne” çok önemli bir rol üstlendiğini söyledi.

Bebeklikten itibaren annenin varlığının bebeğin temel gereksinimi olduğunu, anne yanında olmadığında bebeğin kaygı yaşadığını, zaman içinde annenin geri geleceğine güven duymayı öğrendiğini belirten Taner, güven duygusunun bebeğe umut etmeyi öğrettiğini anlattı. Taner, bu dönemde kendine bakım verenle güvenli bir bağ oluşturulmasının “temel güven” duygusunun gelişimini sağladığını söyledi.

Annenin bebeğine bakım vermek, ihtiyaçlarını karşılamak yanında onu tanımak zorunda da olduğunu vurgulayan Taner, “Bebeğini tanıyan anne, yalnız kendi kafasındaki kurallara göre değil, bebeğin sinyallerine göre davranışlarını ayarlar. Bebeğin ağlamasının ardında yatanı bilir,
doyurur, doyum alır, rahatlatır, kucaklar, kuşatır. Bebeğin kendinin bir parçası, ama kendinden ayrı bir birey olduğuna saygı gösterir. Besleme, uyutma, dokunma, sakinleştirme, konuşma, ninni söyleme ve göz ilişkisi kurma bebeği besler, büyütür ve sosyal bir varlık olma imkanı verir” diye
konuştu.

Bebekle sosyal ilişki kurmak çok önemli
“İlk yılda uygun bakımdan yoksun kalan bebeklerin, ilerleyen yıllarda yakın ve sıcak ilişkiler kurmakta, güven duymakta ve umut etmekte zorluk çekebildiğine” dikkati çeken Taner'in verdiği bilgiye göre uygun bakım, anne-çocuk arasında karşılıklı iletişimin olduğu, sıcaklık ve duygusal
içeriğe sahip, annenin çocuğu büyütürken yalnız kendi fikirlerine göre değil, çocuktan gelen ip uçlarına ve onun kişilik özelliklerine de dikkat ederek verdiği duygusal ve fiziksel davranış biçimlerini ve bakımı kapsıyor.

Yaşamın ilk yılı, zihinsel gelişimin en hızlı olduğu dönemlerden biri olarak gösteriliyor. Bu dönemde bebekler hemen her dakika yeni bir şeyler öğreniyor. Bebek beyni, öğrenmeye çok açık olduğundan bebeğe verilen uyaranlar ne kadar zenginse, bebek de o kadar iyi bir alt yapıya sahip
oluyor. Sadece fiziksel bakım vermek, yeterli zihin gelişimini sağlamıyor. Bebekle sosyal ilişki kurmak, konuşmak, anlatmak, en az onu doyurmak ya da uyutmak kadar önem taşıyor.

Her bebeğin mizacı farklı olsa da hepsi kendilerini sevecek, anlayacak, rahatlatacak, güven duyacakları kişiye ihtiyaç duyuyor. İlk aylarda bebek, tanıdık kişiler ile tanıdık olmayanları fazla ayırt edemiyor.

Altıncı aylarında kendisi için özel insanları diğerlerinden ayırıyor ve her isteyenin kucağına giden pasif bir varlık değil; annesine atılan ve tanımadığı insanları yabancılayan aktif bir birey haline geliyor. Böylece bebekle bakım veren kişi arasında bağlanma gerçekleşiyor. Emme işlevi, dokunma, gülümseme, göz teması kurma, anneye yapışma davranışları, seçici bağlanmanın habercisi olarak gösteriliyor.

Beslenme ilişkisi temel güven duygusunun temelini oluşturuyor

Besleme-beslenme ilişkisi anne ile çocuğun ilişkisinde heyecan verici ve karşılıklı etkileşim ve iletişime zemin hazırlayan en önemli etkileşim, ilk sosyal ilişki, ilk karşılıklılık, ilk alışveriş provası olarak gösteriliyor. Çünkü, beslenme annenin çocuğu yalnız doyurduğu ve duygudan bağımsız bir görev değil, bebekle fiziksel temasın olduğu, göz temasının kurulduğu, dokunma-dokunulma hazzının yaşandığı, rahatlatıcı, güven verici ve ruhsal anlamda doyurucu bir yaşantı olarak dikkat çekiyor.

Anne-babaların beslenmenin bedensel işlevine gösterdikleri hassasiyet kaygıya dönüştüğü zaman, bebeğin beslenmede sorun yaşaması söz konusu olabiliyor. Beslenme ve iletişim açısından anne sütünün önemine işaret ediliyor, ancak önemli olanın sunulan besinin şekli değil, nasıl ve hangi duygularla sunulduğu olduğu vurgulanıyor. Bebekten gelen ip uçlarına uygun ve zamanında karşılık vererek gerçekleşen besleme-beslenme ilişkisi, çocuğun “temel güven” duygusunun temelini oluşturuyor.

Bir ile üç yaş arasını kapsayan erken çocukluk döneminde çocuğun yakın sosyal çevresi ile ilişkileri gelişiyor. Bu dönemde çocuk çevreyle oldukça ilgili ve duyarlı hale geliyor. İlgi alanları ve oyuncaklarına anne-babayı ortak ediyor ve akranları ile ilişkileri gelişmeye başlıyor.

Bu yaş aralığında aynı zamanda ikilem yaşama dönemine giren çocuk, bağımlılık-bağımsızlık, yapma-yapmama arası çatışmalar yaşanıyor. 2-3 yaşındaki çocukta “inat” duygusu ağır basıyor ve söylenen ya da istenenin aksini yapmaya yöneliyor. Engellenmekten ya da uyarılmaktan hiç
hoşlanmıyor, ısrarında tutturuyor, ağlıyor, zıtlaşıyor.
Kendi iradesini ispatlamasına izin verilen, inatlaşma ilişkisine girilmeyen ve aşırı baskıcı tutumlar uygulanmayan çocukta bu dönemde “özerklik” duygusu ve sonucunda da kendinden “emin olma ve irade” gelişiyor. Çocuk karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanıyor. Bu dönemdeki olumsuz tutumlar, daha sonra inatçılık, kararsızlık, düzensizlik, öfkelilik, bencillik gibi özelliklere neden olabiliyor.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 30 Mar 2011 Saat 13:09

Düşük Doğum Ağırlıklı Bebekler

Doğum ağırlığı 2500 gramın altında olan yeni doğan bebeklere, “Düşük Doğum Ağırlıklı Çocuk” denir. Gebeliğin, 37′nci haftasından önce doğan çocuklara ise, “prematüre” çocuk denir.

 



Prematüre çocuk, rahim içi hayatı tamamlanmadan ve iyice gelişmeden dünyaya gelmiştir. Düşük tartılı bebek ise, anne rahminde iyi gelişememiştir. Bazen her ikisi bir arada bulunur. Gelişmiş toplumlarda % 4, geri kalmış insan topluluklarında ise % 16 ya kadar çıkar. Prematüre ve düşük ağırlıklı doğum sebebini uzun uzun anlatmaya gerek olmamakla beraber, genç annelerin ve anne olanların bilgisine sunulacak, bazı önemli maddeler vardır:

1- Annenin gebelik döneminde geçirdiği hastalıklar, kızamıkçık, frengi, toxoplazmosis, ağır zehirlenmeler, beslenme bozuklukları, sigara tiryakilikleri ve anne yaşının küçüklüğü.

2- Harici etkenlerden radyasyon, yüksek yerleşim bölgelerindeki yaşam.


3- Çocuğun “son”una ait bozukluklar ve çok gebelik, prematüre ve düşük ağırlıklı, yeni doğan bebeğin oluş sebeplerindendir.

Prematüre ve Düşük Ağırlıklı Bebeğin Bakımı: Prematüre bebek bakımı, özel bir titizlikle yapılmalıdır. Yeni doğmuş bir düşük kilolu ve prematüre çocukta görülen, soluk alıp-verme güçlüğü, yerinde müdahalelerle giderilmeli, doğum sonu bakımı iyi olmalı, nefes yolları rahim suyundan temizlenmeli, düşük vücut ısısı için koruyucu termofor, sıcak su dolu şişeler, battaniyeler ve ısıtıcı lâmbalar kullanılmalıdır. Ayrıca, bulunduğu odanın ısısı ve nemi düzenlenmelidir.

Evde bu düzenlemeler yeterli olmazsa özel bakim gerektiğinden  yetiştirilmiş bakıcıların kontrolünde  inkübotörde tutulmalıdır. Cihazdan çıktığında, morarma ve sık soluma olmazsa, normal hayata uyum sağlamış demektir.

Prematüre ve düşük ağırlıklı doğan bebeğin, tıbbî bakımından burada bahsetmeyeceğiz. Bu işi meslek edinenlerin yardımı ve bakımı gereklidir. Çünkü, normal hayata uyum sağlayacak, rahim içi gelişmesinden mahram dünyaya gelen çocuk, yeteneksiz ve savunmasızdır. Yaşama şansı azdır.

Prematüre ve düşük kilolu bebeklere uygulanan tıbbî bakım, annenin gözü önünde yapılmalı ve bu hususta iyice eğitilmelidir. Anne evine gittiğinde, bebeğine en iyi bakımı uygulayabilmelidir.

Prematüre ve düşük ağırlıklı doğan yeni bebeğin beslenmesi: Büyük prematüre çocuklar genellikle, anne memesi veya biberonla beslenebilirler. Emme güçleri az olduğundan meme alma şansları azdır.

Yumuşak emzikli, geniş delikli, küçük biberonlar kullanılmalıdır.

Kiloları 1350 gramdan büyük olan bebekler, genellikle biberonla beslenebilirler. Daha küçük, canlılıkları az olan bebekler gavajla (burundan mideye uzanan küçük hortum) beslenirler. Bebek doğum yükünden ve yorgunluğundan kurtarıldıktan sonra, ancak 2-12 saat sonra beslenmeye
geçilir. Hasta bebeklerde ise, 5-7 gün arası  damar yoluyla  beslemeye gayret edilir. Bazen damlalıkla beslenme bile başarılı olabilir.

Bebeklere ilk önlemler alındıktan ve % 5′lik glikoz solüsyonu verildikten sonra, uygun süt formülüne geçilir. Beslenme, katı yöntemlerle değil, bebeğin durumunun iyi değerlendirilmesine dayalı olmalıdır. Bebeğin almaya alıştığı sulu gıda veya mama bir haftanın sonucunda günde kilogram başına 150 cm3 kadar olmalıdır. Ortalama çocuğun kilosunun 1/6′sma tekabül eder.

Prematüre bebeklerin sindirim enzimleri, protein ve karbonhidratların emilimini sağlayacak olgunluktadır. Ayrıca bitkisel ve anne sütü yağlarını hazmedecek kuvvettedir.

Prematüre bebeklerde C ve D vitaminine ihtiyaç fazladır. İkinci haftada günde 50 miligram C vitamini, üçüncü haftada ise, günde 1000 ünite D vitaminine ihtiyaç vardır.

Prematüre ve düşük ağırlıklı bebeklerdeki demir deposu yetersizliğine, hızlı gelişmeye bağlı, kan çokluğu da eklenince> kansızlık (anemik) görülür. Bu nedenle besinlere demir eklenmelidir.

Prematüre bebeklerin beslenme zamanlarında, hafif huysuzluk ve aktivite göstermesi, iyiye işarettir.

Prematüre bebekde emme güçlüğü sebebiyle, ağızla mide, uygun bir sonda ile birleştirilip (gavajla besleme) ilki şekerli su olmak üzere, sulandırılmış anne sütü veya prematüreler için hazırlanmış özel bir mama verilir. Bu bebeklerde, mide kapasitesi düşük olduğundan, öğün miktarları az, öğün sayısı fazla tutulmalıdır.

Düşük tartılı bebeklerin enerji ihtiyacı, zamanında doğan bebeklere göre daha fazladır (115-160 kcal. kg/l gün). Düşük kilolu bebeklerin sıvı ihtiyacı da normal bebeklere göre fazladır. Çünkü buruşuk deri ile su kayıpları artar, ayrıca, normal bebeklere göre solunum biraz daha hızlıdır.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 30 Mar 2011 Saat 13:10

Bebek Jimnastiği

Bebek jimnastikten hoşlanıyorsa, annenin veya bir yakınının zamanı varsa, dördüncü aydan itibaren, bebek jimnastiği yaptırılabilir.


Çocuk normal zamanlarda ellerini ve ayaklarını devamlı hareket ettirir ve bundan da büyük zevk alır. Hareketli çocuk fazla enerji sarf eder. Yüzükoyun yattığı takdirde, boynunu kaldırıp sağa sola bakar, etrafı tetkik eder. Aylar ilerledikçe de el ve ayaklarının yardımıyla emeklemeye çalışır. Bunlar, bebeğin kendiliğinden yaptığı hareketlerdir. Çocuk oturmayı, ayakta durmayı, hep bu doğal idmanla öğrenir.

Bebek jimnastikten hoşlanıyorsa, annenin veya bir yakınının zamanı varsa, dördüncü aydan itibaren, bebek jimnastiği yaptırılabilir. Mamadan önce en uygun zamandır. 20 derecelik bir oda sıcaklığında, temiz bir örtü üzerinde yapılmalıdır. Sağlam çocuklar için bu hareketlere mutlak bir zaruret yoktur. Çocuk çok hoşlanıyorsa ve hareket iç güdüsü zayıfsa yapılmalıdır, pek çok faydası görülür. Yalnız biraz sabır lâzımdır.

Bebek jimnastiği şöyle yapılır:

1- Her iki kol, aynı anda ve ayrı ayrı açılıp kapanır.

2- Her iki kol birden tutularak göğüsün üzerinde çaprazlaşma hareketi yapılarak 4-5 kere tekrarlanır.

3- Her iki ayak bilek ve baldırından tutularak ayrı ayrı bükülür bırakılır.

4-  Ayakları bilekten tutarak, diz bükülmeden, aynı anda iki ayak birden ve ayrı ayrı kaldırılır ve indirilir.

5- Yüzü koyun durumda gövdenin üst kısmı kaldırılarak indirilir. Sırt üstü yatırılarak aynı hareket tekrarlanır.

6- Ayaklar yukarı kaldırılır ve daire şeklinde döndürülür.

7- Bebeğin dayanma ve yere basma yeteneğini artırma hareketleri, 6-8 aylardan sonra yapılır.

8- Ayaktan tutulup, baş aşağı sarkıtılır, sonra yavaşça karın üstü bırakılır.

9- Sırt üstü yatan bebeğin iki eline, her iki elimizin işaret parmakları tutturulur, çocuğun gücü kadar bel hareketleri yaptırılır.

10- Bebek yüzü koyun yatırılır ayak bileklerinden ve baldırından tutularak, göğüs üstü yerde bırakmak suretiyle 3-5 kere kaldırılıp indirilir.

11- Bebeğin iki ayağından tutularak başı yere konur vücudun ağırlığı başa ve bebeğin ellerine bindirilmeye çalışılır. 3-5 kere tekrarlanır.



haticeak



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 30 Mar 2011 Saat 13:12

Yenidoğanlar hakkında her şey!

Yenidoğanların göbek temizliği, anne sütü ile beslenmesi, uykusu ve diğer bilmeniz gerekenler...!

 



•    Göbek Temizliği:

Bebeğinizin göbeği yaklaşık 10 gün sonra düşer. Bu sürede her gün bebeğinizin göbeğini temizlemelisiniz. Göbeğin mikrop kapmaması için göbek çevresini temiz bir pamuk veya gazlı bez yardımıyla %70’lik alkol ile dikkatli bir şekilde temizlemelisiniz. Göbek bağı düştükten sonra biraz kanaması normaldir. Eğer akıntı geliyorsa ya da şişerse doktora gitmelisiniz. Göbek düştükten sonra da temizliğe dikkat etmelisiniz.


•    Anne Sütü ile Beslenme :

 Anne sütü bebeklerin gelişebilmeleri için gerekli tüm besinleri içerir, bulaşıcı hastalıklara karşı ona bağışıklık kazandırır. Emzirme, aynı zamanda, anne ile çocuk arasında, çocuğun ruhsal açıdan gelişmesini etkileyen yakın bir ilişkinin doğmasına yardımcı olur.
Emzirme zamanlarını, kendiniz için en uygun ve dinlendirici olan saatlere göre programlayın. Bebeği emzirirken size en rahat gelen duruşu benimseyin. Bebeği emzirmeye başlamadan önce ellerinizi sıcak suyla yıkayın. Göğüs uçlarınızı temizleyin.
Bebeğe önce bir memenizi verin ve 10 dakika emzirin, sonra diğerini vererek 10 dakika daha emzirin. Bir sonraki emzirmeyi, bebeğin en son emdiği göğüsten başlatın. Bebeğiniz, süt gereksinmesinin önemli bir bölümünü emzirmenin ilk birkaç dakikasında alacaktır. Fakat, sütün devamlı oluşabilmesi için bebeğin her iki göğüsle de emzirilmesi şarttır. Meme verilirken göğsünüzün bebeğin nefes almasını engellememesine dikkat edin.

Emzirdiğiniz memeyi alttan destekleyerek biraz yukarı kaldırın. Bebeğiniz her ağladığında memeye tutuyorsanız ve kilo alımı normal ise yeterince besleniyor demektir. Bebeğiniz ne zaman acıkırsa o zaman emmek isteyecektir. Bunu da size ağlayarak belli edecektir. Zaten bir süre sonra ağlama şekillerinden bebeğinizin ne istediğini anlar duruma geleceksiniz. Günde 8 kez beslemek en normaldir. Bebekler genellikle mideleri boş olarak 5 saatten fazla uyuyamazlar. Anne sütü ile beslenen bebekler, anne sütü daha çabuk sindirildiği için mama ile beslenen bebeklere göre daha çabuk acıkırlar. Her emzirmeden sonra ve gerekiyorsa emzirme sırasında bebeğinizin gaz çıkarmasını sağlayın. Bunun en kolay yolu,bebeğinizin midesi omzunuza değecek biçimde yatırmak ve hafifçe sırtına vurmaktır.

Bebeğiniz gaz çıkarırken, emdiği sütün birazını da kusabileceğinden omzunuza ufak bir havlu veya temiz bir bez parçası koymayı unutmayın. Bebeğinizi emzirdikten sonra meme uçlarınızı sıcak su ile silin. Sabun kullanmaktan kaçının. Meme uçlarının temiz havada tamamen kurumasını bekleyin. Sızabilecek sütü emmesi için sütyeninizin içine temiz bir tampon veya bez parçası koyun. Emzirmeye başladığınız ilk günlerde göğüs uçlarınız biraz acırsa hafif bir krem veya losyonla yumuşak bir biçimde ovun.
Emzirme anne ile bebek arasında yakın, sevgi dolu bir ilişki kurulmasına yardım eder. Anne duygusal olarak tatmin olur. Doğumdan sonraki yakın temas anne-bebek arasındaki ilişkinin gelişmesine yardım eder. Bebekler doğumdan hemen sonra annenin yanında kalırlarsa ve emzirilirlerse daha az ağlarlar. Emziren anneler bebeklerine daha şefkatli davranırlar. Uykusuz kalmaktan vb. daha az yakınırlar. Bazı çalışmalarda anne sütü ile beslenmenin bebeğin zeka gelişimine, entelektüel yapısına olumlu etki yaptığı bildirilmektedir. Yaşamın ilk haftalarında anne sütü ile beslenen düşük doğum tartılı bebekler yapay beslenen çocuklara göre ileri yaşlarda zeka testlerinde daha başarılı olurlar.


•    Uyku:

Yeni doğan bebek ihtiyacı olduğu kadar uyur. Yalnız uyku saatleri size uygun olmayabilir. Uyku düzeni oluşana dek sizi biraz üzecek, biraz da uykusuz bırakacak. Bu dönemde ona karşı anlayışlı olmanız gerekir. Gündüz çok güzel uyuyup tam sizin uyumak istediğiniz zamanda kalkıp oyun oynamak isteyebilir. Uyku düzeninin oluşması zaman alacaktır.
Bebeğinizin rahat rahat uyuması için odasına ve yatağına özen göstermeniz gerekir. Temizliğine, rahatlığına ve ışık düzenine dikkat etmelisiniz. En az iki yaşına gelene dek yastıkta uyutmamanız tavsiye edilmektedir. Yatış konumu olarak hafif eğimli sırtüstü pozisyonu tercih etmeli ayrıca bebeğin durumu sık sık kontrol edilmelidir. Beslendikten sonra hemen yatırılmamalıdır. Odada toz tutucu eşyalar bulunmamalıdır. Bebeği aşırı sarmalamayın. Odasını ılık tutun, 20-22 derece en iyisidir.

•    Banyo:

Bebeğinizin en önemli ihtiyaçlarından biri de banyodur. Hele de sevgi dolu sohbetlerle ve oyunlarla süslenmiş banyoları bebekler çok sever. Gerçi alışana kadar biraz zorluk çekersiniz ama daha sonra bu işten çok keyif alırsınız. Bebeğiniz büyüdükçe yıkanma ve temizlenme gereksinimi artacak, biraz daha pasaklı olacaktır. Yemekleri kendi yemeye başladığında saçlarına sürecek, altını temizlerken rahat durmayarak üstüne başına sürdürecek, kısacası temizlenmeye daha çok ihtiyaç duyacaktır. Bebeğinize küçük yaşlardan başlayarak banyoyu sevdirmeli, temiz olmaya teşvik etmelisiniz.

Bebeğinizi yıkarken kullanmanız gerekenler neler?

Banyo küveti, göz yakmayan şampuan, bebek sabunu, temiz bir havlu, pamuklu çubuk, nemlendirici doğal sünger gibi şeyler.

o    Bebeğiniz 6 aylık olana dek göz, kulak ve yüz için kaynatılıp ılıtılmış su kullanın. Kaynatma bakterileri öldürür.
o    Bebeğinizin burnunu ya da kulaklarını temizlerken temiz bir pamuk kullanın, kulak pamuğu kullanmayın ve yalnızca görebildiğiniz yerleri temizleyin.
o    Bebeğinizi hiçbir zaman banyoda yalnız bırakmayın.
o    Bebeğiniz oturur durumda olsa bile sırtından tutarak destekleyin.
o    Su sıcaklığını dirseğinizle kontrol edin.


•    Altının Değiştirilmesi:


Bebekler ilk haftalarda altlarını daha sık ıslatırlar. Bunun sebebi idrar torbalarının küçük oluşudur. Bebeğinizi altı ıslak ya da pis halde bekletmemelisiniz. Bebeğin bezindeki dışkının rengi beslenme düzenine göre ya da yaşına göre değişiklik gösterebilir. Yeşilimsi, siyah, yapışkan olan ilk iki ya da üç gün olan dışkı mekonyum adı verilen doğumdan önce bağırsaklarda bulunan dışkıdır. Yeşilimsi, kahverengi ya da açık yeşil renkli topaklar içeren yarı sıvı dışkı geçiş kakasıdır. Bebeğin sindirim sisteminin beslenmeye uyum göstermeye başladığını belirtir. Sarı renkli, hardalsı, içinde süt kesikleri olan dışkı anne sütü ile beslenen bebeklerde görülür. Açık kahverengi, kokulu ve katı olan dışkı ise mamayla beslenen bebeklerde görülür.

Alt değiştirme konusunda bilinmesi gereken başka bir konuda pişiklerdir. Her bebekte oluşabilir. Kızarıklıklar uzun sürebilir. Pişiği engellemek için bebeğinizin altını sık sık değiştirmeniz gerekir, ıslak bırakmamalı, koruyucu krem kullanmalı, sıkça altını havalandırmalısınız.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 31 Mar 2011 Saat 11:14

Çocuk Bakımında Doğru Ve Yanlışlar

Çocuğa yemek konusunda asla baskı yapmamak gerekiyor. Eğer çocuk baskı yapıldığını algılarsa tamamen yemek yemeği kesebilir.

 



Enfeksiyon Hastalıkları Ve Giydirme:
Büyük bir kısmı yüksek ateşle seyreden enfeksiyon hastalıkları sırasında çocukların kat kat giydirilmesi çok sık görülen bir yanlış. Oysa ateş yükseldiğinde çocukların özellikle de ateşli havaleye meyilli olan 6 ay-6 yaş gurubunun iç çamaşırlarının dahi çıkarılması gerekiyor. Hemen ardından da çocuğun ılık suyla duşa alınması öneriliyor. Burada yaygın görülen bir başka hata ateşli çocukların soğuk veya buzlu suyla yıkanması. Çok tehlikeli olan bu uygulama çocuğun damarlarında ani daralmalara ve şok durumunun yaşanmasına neden olabilir.
Kundak:
Yaygın olarak görülmese de bazı bölgelerde hala bebekler kundaklanıyor. Kundak bebeğin kalça kemiklerinin sıkıştırılmasına, ileride kalça gelişmesinin bozuk olmasına veya kalça çıkıklığına yol açabilir. Bu nedenle bebeğin hiçbir şekilde kundaklanmaması gerekiyor.
Bebeklikte Su:
Anne sütünde bulunan su oranı bebeğin su ihtiyacını karşılayabilecek boyutta. Bu nedenle, sütün metabolik etkinliğini bozmaması için ilk 4-6 ay arasında bebeklere su veya bitki çayları gibi herhangi bir içecek verilmemesi gerekiyor.
¦ İnek Sütü:
Eskiden bir buçuk aydan sonra bebeklerde başlanan inek sütü artık bir yaşından
sonra öneriliyor. Bu süre içinde bebeklerin mutlaka anne sütü ile beslenmesi gerekiyor. Bebeklerin sonraki yaşamlarında mucizevi bir öneme sahip anne
sütü çocukları alerji, astım, diyabet gibi bazı hastalıklara karşı koruyor.
¦ Antibiyotik:
Sık görülen başka bir uygulama, her hapşıran, ateşi yükselen çocuğa antibiyotik verilmesi. Özellikle nezle, grip gibi viral enfeksiyonlarda hiçbir şekilde yeri olmayan antibiyotikler, rahatsızlığın daha da artmasına neden olabilir.
¦ Hırıltılar:
Genellikle aileler her hırıltıyı astıma yoruyor. Oysa değişik enfeksiyon hastalıklarının seyri sırasında bazı hırıltılar çıkabilir. Bu durumda çocuğun sağlık durumunun takip altına alınması gerekiyor.
¦ Kulak Temizliği:
Çocuklarda kulak temizliği için yıkama önerilmiyor. Kulak temizleme çubuklarının ileriye doğru kesinlikle sokulmaması ve buradaki doğal yağlı maddenin yok edilmemesi gerekiyor. Aksi takdirde enfeksiyona zemin hazırlanabilir. Banyodan sonra sadece çocuğun kulak deliğinin giriş kısmının suyunun alınması gerekiyor.
¦ Yıkanma:
Bebeğin göbeğinin düşmeden yıkanmaması gerektiği konusundaki görüş yanlış. Bebeğin göbek bakımı uygun koşullarda yapılırsa yıkanmasında bir mahsur yok.
¦ İshal:
İshal olduğunda çocuğun bağırsakları dinlensin diye ağızdan alınan gıdaların kesilmesi çok yanlış bir uygulama. Tam tersine bu dönemde çocuğa ishal diyeti uygulanmalı ve sistem devrede kalmalı. İshal diyetinde çocuğun yaşına göre bazı değişiklikler yapılabilir. Bir yaşından küçükler için ishale karşı koruyucu maddeler içeren anne sütü verilmeli. Eğer bir yaşından büyükse elma, muz, havuç suyu, patates püresi, pirinç haşlaması, haşlanmış pirinç suyu, yoğurt, ayran, yağsız makarna verilebilir, ishal . diyetinde çocuğa bol bol su içirilmesi çok önemli.
¦ Tuvalet Terbiyesi:
Sekizinci ayını dolduran çocukların zorla tuvalet terbiyesine alınması sık görülen
başka bir yanlış. Bu dönemde çocuğa aşırı baskı yapılmamalı çünkü çiş ve kaka kontrolü, çocuğun sinir ve diğer yardımcı sistemlerin belirli bir olgunluğa ulaşması ile oluşuyor. Bu nedenle çocuğun kendisini tuvalet terbiyesine hazır hissetmesi gerekir. Ancak çocuk iki yaşını bitirdiyse hazırlık külotları önerilebilir.
¦ Yemek:
Çocuğa yemek konusunda asla baskı yapmamak gerekiyor. Eğer çocuk baskı yapıldığını algılarsa tamamen yemek yemeği kesebilir.
Bu durumda çocuklar zararlı olabilecek kilo kayıptan ile karşı karşıya kalabilir.
¦ Televizyon:
Zeka gelişimini engellediği için televizyonun maksimum bir saat izlemesine izin verilmeli. Bu süre içinde izlenen programlar çocuklara yönelik bir içeriğe sahip olmalı.
¦ Kucağa Alma:
'Bebek kucağa alınmasın’ prensibinin artık geçerliliği yok. Hatta bebeğin ‘kucak bebeği’ olmasından kaçınılmamalı; anne ve babaya dokunması sağlanmalı. Bebeğin kedisine daha güvenli biri olmasını sağlamak için bebek, zaman zaman çıplak olarak göğse konulmalı ve okşanmalı. Bebeğin kendisini tırmalamasından korkarak giydirilen eldivenler artık kullanılmıyor, bebeğin kendisine dokunması tercih ediliyor.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 01 Nis 2011 Saat 08:12
Çocuk gelişimi konusunda uzmanların ortak yargısı, dengeli beslenmedir. Bu zincir içinde de enerji verici temel basamak karbonhidrattan oluşur.

Nişastadan elde edebiliceğiniz birçok gıda takviyesiyle, bebeğiniz için ve gelişme çağındaki çocuklarınız için ek besin oluşturmanız mümkün. Çünkü rafine edilmemeiş karbonhidratlar, gereksiz yağlanmaya sebep olmuyor ve büyümeye yardımcı oluyor.

Anne sütünden ayrılan ya da yetmediği için ek besinlere başvurulan durumlarda, nişastalı muhallebiyle başlanılan karbonhidratlar, daha sonra bebeğinizin damak gelişimi ve diş çıkarmasıyla doğru oranltılı olarak pirinç lapası, buğday çorbası, kuskus ya da humusla kendini yeniler.

Enerji veren besinler grubundan olan http://www.milliyet.com.tr/index/karbonhidrat - karbonhidrat sınıfı besinler, uzun süre çocuğunuzu tok tutmakla birlikte, sağlıklı bir şekilde kilo almasına yardımcı olur.

Karbonhidratlar birinci dereceden enerji verici olarak kullanılırlar. Karbonhidratlar en çok ekmek, http://www.milliyet.com.tr/index/makarna - makarna , fasulye, patates, kepek, pirinç, tahıl ve hububat içinde bulunurlar. Karbonhidratlar vucütta en çok bulunan üçüncü besin maddesidir. Nişasta da karbonhidratların bitkilerde depo edilmiş halidir.

Karbonhidratlar da en az yağlar kadar dikkat edilmesi gereken maddelerdendir. Sağlıklı karbonhidratlar çocuğumuzun gelişimine olumlu katkıda bulunmaktadır. Sağlıksız karbonhidratlar abur cubur yiyeceklerde bulunmaktadır. Çocuklar tarafından daha çok sevilen ve tercih edilen bu abur cubur yiyecekler içinde reçel, çikolata, şekerler sayılabilir.

Bir çocuğun günlük http://www.milliyet.com.tr/index/beslenme - beslenme tarzının yaklaşık %60'ı sağlıklı karbonhidratlar­dan oluşmalıdır. Bu yüzden çocuğumuzun yemek münüsünü hazırlarken rafine olmamış karbonhidratların tüketilmesine dikkat edilmesi gerekir.

Sağlıklı karbonhidratlar grubuna meyve ve sebzeler,rafine olmayan kepek unu, kepekli makarna, esmer pirinç, kepekli ekmek, hububat içeren gıda maddeleri, yulaf ezmesi, arpa sayılabilir.

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 01 Nis 2011 Saat 08:14

Konya Beyşehir Kız Teknik ve Meslek Lisesi son sınıf öğrencileri Şeyma Özkan ve Ayşe Melis Bir, ’Benim adım çocuk’ adını verdikleri projeleriyle http://www.milliyet.com.tr/index/TUBITAK - TÜBİTAK http://www.milliyet.com.tr/index/Antalya - Antalya Bölgesi 2011 yılı ’Ortaöğretim Öğrencileri Arası Araştırma Projeleri Bölge Yarışması’na katıldı. Sergilenmeye değer 73 proje arasına giren projede liseli iki öğrenci, ’çocuk istismarı’ konusunu masaya yatırdı.

Ayşe Melis Bir, staj için gittiği http://www.milliyet.com.tr/index/Almanya - Almanya ’da küçük yaştaki çocukların ailelerinden izinsiz tanımadığı bir insanla fotoğraf dahi çektirmek istemediğini gördüğünü ve projenin ihlam kaynağının da bu düşünce olduğunu söyledi. Sınıf arkadaşı Şeyma Özkan ile çalışmalara başlayan ikili, ’Minik bedenime, minicik yüreğime dokunma’ sloganı ile Türkiye’de yaşanan çocuk istismarı olaylarına dikkat çekmek ve yaşananların önüne geçebilmek için bir dizi çalışmaya imza attı. Çocuk istismarı olayını 3 ana başlıkta incelemeye alan ikili, ’fiziksel’, ’duygusal’ ve ’cinsel’ istismar olaylarını çeşitli araştırmalar ve deneylerle çocuklar üzerinde uygulamaya koydu.

Öğrenciler, 0- 5 yaş grubu çocuk istismarına maruz kalan 46 çocuk üzerinde yaptıkları araştırmanın ardından Türkiye’de çocukların ’hayır’ demeyi bilmediği ve ’hayır’ diyememenin ise cinsel istismara sebebiyet verdiği sonucuna vardı. Liseli iki öğrenci, 46 çocuğa ’Sana şeker versem arabaya biner misin’ sorusunu yöneltti. Çocukların neredeyse tamamı ’evet’ yanıtını verdi. Çocukların tanımadıklara kişilere karşı ’hayır’ diyebilmesini ve kendi vücutlarını koruyabilmesini sağlamak amacıyla oyun ve şarkılarla çocuklar üzerindeki etkiyi araştıran Ayşe Melis Bir ve Şeyma Özkan, kısa bir süre sonra çocukların ’Hayır ben seni tanımıyorum, arabaya binmem, kendin git’ yanıtlarını aldı.

Çocuk istismarına sebebiyet veren bir başka etkenin ailenin eğitim durumunun öne çıktığına dikkat çeken öğrenciler, eğitimli bir anneye sahip çocukların yüzde 11,6 oranında istismara uğradığını, eğitim seviyesi düşük olan bir annenin çocuğunun ise yüzde 36,7 oranında istismara maruz kaldığını savundu.



-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 01 Nis 2011 Saat 10:53

Bebeklerde kusma ne zaman tehlikelidir?

Bebeklerin ilk haftalarda kusması normaldir ve bunun nedeni büyümeleri ya da anne sütüne alışamamış olmalarıdır. Kusma esnasında bebeğinizin ağlaması da sıradan bir durumdur, çünkü korkmuştur.

 



Araba tutmasından hazımsızlığa kadar pek çok bebeklerin kusmasına neden olur. Hatta uzun süreli ağlamalarda bile kusma refleksi harekete geçebilir.

Ne zaman endişelenmeliyiz?

Bebeğiniz ilk aylarındayken doyduğunu anlamadığı için fazla yiyebilir ve bu nedenle kusabilir. Birkaç ay sonra görülen kusmalarda ise bir virüs veya ishale neden olan bir mide şikayeti kusmasının sebebi olabilir.


Ancak bazen kusma daha ciddi bir sorunun habercisidir. Aşağıdaki durumlar söz konusu olduğunda doktorunuza danışmakta fayda vardır:

•    Ağızda kuruluk, gözyaşı olmadan ağlama ve daha az altını ıslatma belirtiler görüldüğünde

•    3 aylığın altındaki bebeklerde 38 ve üzeri, 3 aylık üstü bebeklerde 39 ve üzeri ateş olduğunda

•    Yemek yemek istemediğinde

•    Güçlü bir şekilde ya da 12 saatten fazla süreyle kustuğunda

•    Vücutta kızarıklık meydana geldiğinde

•    Uyumada zorlandığında ya da huzursuz olduğunda
•    Nefes darlığı çektiğinde

•    Karnı şiştiğinde

Tedbiri elden bırakmamak için bu gibi durumlarda bebeğinizi doktoruna götürmeniz ve bir bilene danışmanız önerilmektedir.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 02 Nis 2011 Saat 10:55

Çocukta ateş nasıl düşürülür?

Diş çıkarma, grip, bronşit ve ishal gibi pek çok hastalık çocuklarda ateşin çıkmasına yol açıyor. Ancak burada paniğe kapılmak yerine uzmanların önerilerini dikkate alarak yüksek ateşle kolayca başa çıkabilirsiniz.

 



Anne-babalar çocuklarının ateşi yükselince paniğe kapılıyor. Soğuk kanlı davranamayıp yanlış müdahalelerde bulunuyor. Ateşi çıkan çocuğun üstünü daha da örtmek gibi yanlış sağlık bilgileri uygulayan ebeveynlerin sayısı oldukça fazla. Özellikle de ateşi düşürmek amacıyla halk arasında yaygın olan “Çocuğa sirke sürme yöntemi” en yanlış uygulamalar arasında yer alıyor. Yüksek ateşi
olan bir çocuğa doğru müdahale yapmanın yollarını çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlarına sorduk...

Ateş çıkınca ne yapmalı?

- Çocuğun bulunduğu ortam serinletilmeli, 21-22 derecede tutulmalı.
-Çocuğun üzerinde hafif ve gevşek giysiler olmalı.
-Islak bezlerle kompres yaparak vücut serinletilmeli.
-Ateş, vücutta sıvı kaybına yol açar; bu nedenle bol sıvı verilmeli.

Örneğin; su, meyve suyu, çorba, bitki çayları gibi.
-Doktorun önerdiği ateş düşürücü şuruplar çocuğun yaşına ve kilosuna uygun olarak verilebilir.
-Ilık su ile banyo yaptırılmalı.
-Çok yüksek ateşi olan çocuğun elleri ayakları soğuk olabilir. Bu durumda anne-babalar ateşi olmadığını düşünerek yanılabilir. Ateş, mutlaka derece ile ölçülmeli.

Bunları asla yapmayın
- Ağır karaciğer hasarına yol açabileceğinden dolayı çocuklarda ateşli hastalık sırasında aspirin ateş düşürücü olarak verilmemeli.
-Alkol veya sirke sürmek yanlış bir uygulama. O an için ateşi düşürebilir ama alkol damarları genişletip daraltacağı için ateşin daha da yükselmesine yol açabilir.
-Müdahale ederken çocuk ağlatılmamalı. Ateşi daha fazla çıkabilir.
-Üstüne kalın giysiler giydirilmemeli. Bu, vücudun ısısını daha da yükseltir.

Çocuklarda hangi hastalıklar ateşli geçer?
-Üst solunum yolu enfeksiyonları (nezle, soğuk algınlığı, grip, orta kulak iltihabı, sinüzit, bademcik iltihabı)
-Alt solunum yolu enfeksiyonları (bronşit, zatürre)
-İdrar yolu enfeksiyonları
-Menenjit, cilt enfeksiyonları, ishal
-Kızamık, kızamıkçık, kızıl, suçiçeği, boğmaca l Diş çıkarma

UZMAN GÖRÜŞÜ

“Havale uzun sürerse tehlikeli olabilir”
Doç. Dr. Neşe Karaaslan Bıyıklı (Anadolu Sağlık Merkezi)
Ateşi yükselen çocuk çevreyi tanımaz, bakışları anlamsız olur, gözleri kayar, kasılarak titremeye başlar. Kısa bir süre dış uyarılara yanıt vermez, nefes almayabilir, morarabilir. Bu tip havaleler genelde bir dakikadan kısa sürer. Kısa süren ateşli havale beyin hasarına yol açmaz, ancak uzun sürerse tehlikeli olabilir.

“Hemen ateş düşürücü vermek doğru değil”

Prof. Dr. Reha Cengizlier (Yeditepe Üniversitesi Hastanesi)
Doğru sonuç almak için nereden ölçüm yapıldığı önemli. Vücudun her yerinde ölçümler farklı sonuçlar verir. Makatta 38, kol altında 36,5-37, ağızda 37-37.5, kulakta 37-37,5 derece ateşin yükseldiğini gösterir. Ateş kendi başına bir hastalık değildir, vücudun mikroplara karşı gösterdiği bir
savunma mekanizmasıdır. Bunun için 37 sınırını geçer geçmez çocuğa ateş düşürücü vermek doğru değil. Bir süre beklemek, vücudun kendi bağışıklık sistemi için gerekli. Ama yine ölçülen dereceye göre acil müdahale gerekiyorsa ateş düşürücü verilebilir.

“0-3 aylık bebekler hemen doktora götürülmeli”

Dr. Sevil Elçin Kızılok (Acıbadem Hastanesi)
Ateşli çocuğun yeterli sıvı aldığından emin olmalı, susuzluk artabilir. İlk müdahale olarak çocuğun giysileri çıkartılmalı. Islak bezlerle kompres yaparak vücudu serinletilmeli ya da ılık bir banyo yaptırılmalı. Ateş düşmez ya da bir sorun yaşanırsa doktora götürülmeli. 0-3 aylık bebekler ise hemen doktora götürülmeli. En korkulan şey, çocuğun havale geçirmesi. Bu da genellikle 6 ay-5 yaş grubu çocuklarda ailede bir yatkınlık varsa görülür yüzde 3 oranında rastlanır.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 02 Nis 2011 Saat 14:49

Geceleri çocuğunuzun alt ıslatmasının nedeni siz olabilirsiniz

Çocuğunuza kızmadan önce bir kez daha düşünün! Araştırmalar, genellikle altını ıslatan çocukların anne babalarının da aynı problemi ebeveynlerine yaşatmış olduğunu gösteriyor.




Çocuğunuzun mahcup bakışlarıyla size “günaydın” demesi, her sabah çamaşır makinesinde çarşaf yıkamanız, yatağı havalandırmak için balkona çıkarmanız, bir ebeveyn olarak sizin için olağan bir sabah olabilir; çünkü çocuğunuz yine yatağını ıslatmış. Ama her defasında çocuğunuza kızıp sorunu onda aramayın. Çünkü bilimsel araştırmalar, genellikle altını ıslatan çocukların anne babalarının da aynı problemi ebeveynlerine yaşatmış olduğu gösteriyor. Böbrek ve idrar yolu enfeksiyonları, şeker hastalığı gibi etkenler de çocukların alt ıslatmasında önemli rol oynayabiliyor, ancak uzmanlar alt ıslatan çocukların takibi ve tedavisi konusunda hassas olunması gerektiği konusunda uyarıyor.

Memorial Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Gökhan Mamur, “Çocuklarda alt ıslatma” hakkında şu bilgileri veriyor:

Çocuğunuz kuru yatağa hasret kaldıysa…
Gece idrar kaçırma (Enuresis nocturna) çocuk sağlığı ve hastalıklarında çok sık rastlanılan şikayetlerden biridir. Anne babalar genellikle çocuklarının alt ıslatma sorunundan daha çok ruhsal bir sıkıntılarının olup olmadığından endişe ederler. Halbuki bazen alt ıslatmanın psikolojik bir durum ile ilgisi yoktur. Beş yaşa kadar birçok anne ve baba bu sorunun artık ortadan kalkmış olması gerektiğini ve geçmediği takdirde bir hastalığın söz konusu olduğunu düşünürler. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir.

Alt ıslatma nedeni psikolojik ya da fiziksel olabilir
Gece alt ıslatma iki şekilde görülür:
1- Çocuk doğduğundan beri en az ayda iki kez yatağını geceleri ıslatmaktadır.
2- Çocuk son 6 aydır tamamen kuru olmasına rağmen tekrar ıslatmaya başlamıştır.

İkincil gece alt ıslatmanın arkasında genelde bir neden vardır ve bu neden ortadan kaldırıldığında sonuç alınabilir. Bu sebepler arasında başka bir eve taşınma, boşanma veya okul sorunları gibi ruhsal sorunlar olabilir.

Bunların yanı sıra idrar yolu enfeksiyonu veya şeker hastalığı gibi fiziksel hastalıklar da söz konusu olabilir. Bir de çocuğun yaşantısı içinde düzen değişiklikleri olabilir (Örneğin çok su içmeye başlama, uyku saatlerinin kayması gibi). Neticede doktorunuza başvurduğunuzda olası değişiklikleri onunla paylaşmalı ve sorunun üstesinden gelmeye hep birlikte çalışmalısınız.

Çoğu zaman birincil alt ıslatma ile karşı karşıya kalınır. Burada stres veya davranışsal sorunlar söz konusu değildir. Araştırmalara göre gece birincil gece alt ıslatmanın en önemli nedeni kalıtsaldır. Eğer tek ebeveyn çocukken aynı durumu yaşadıysa, çocuğunda olma olasılığı yüzde 44, her iki ebeveyn de bu durumu yaşadıysa çocukta olma olasılığı yüzde 77 olarak saptanmıştır. Yani çocuğunuz altını bu şekilde ıslatıyorsa ona kızmayın, çünkü bu durum büyük ihtimalle sizin ona verdiğiniz genlerle ilgilidir. Üstelik ona kızmamak için bir neden daha vardır. Bu genler nedeniyle o da kendi çocuğundan dolayı aynı durumda kalıp, sizin ne yaşadığınızı birebir öğrenecektir.

Çocuklarda alt ıslatmayı ilgilendiren ENUR 1 ve ENUR 2 adında iki gen tespit edilmiştir. Bu genlerden ilki 13. kromozomda, diğeri de 12. kromozomda bulunur. Bu genleri taşıyan çocuklarda gece alt ıslatma olasılığını yaşama, bu genleri taşımayanlara kıyasla daha çoktur. Anne veya baba çocukken gece altını ıslatmadıysa çocuklarında bunu yaşama olasılıkları yüzde 15’tir.

Geceleri çocukların alt ıslatmalarının 3 nedeni vardır:
1. İdrar kesesi kasları arasında dengesizlik vardır. Yani idrarın dışarı çıkmasını engelleyen kas, mesanenin kasılmasını sağlayan kaslardan daha zayıf olabilir.
2. Mesane küçük olabilir ve normal miktarda idrar için yetersiz olabilir.
3. Normal boyuttaki mesanelerinin tutabileceği idrardan daha fazlası üretilebilmektedir. Bunun nedeni:
a. Yatmadan 2 saat önceki dönem içinde çok sıvı tüketiyor olabilir.
b. Çocuk başka bir hastalığı nedeniyle idrar sökücü kullanıyor olabilir.
c. İdrar yolu enfeksiyonu veya şeker hastalığı olabilir.
d. Hormonal dengesizlik olabilir.

Çocuğunuz çok derin uyuyor olabilir

Bazı çocukların anne ve babaları ısrarla çocuklarının çok zor uyandığını ve gece uyandırıp tuvalete götürmek istediklerinde bile uyandıramadıklarını ifade ederler. Yıllar boyu araştırmalar bu durumun
gece alt ıslatma ile bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.

Ancak Kanada’da yapılan bilimsel bir çalışmada gece uyuyan çocuklara kulaklıklar takılmış ve ses şiddeti kademe kademe yükseltilerek çocukları uyandırmaya çalışmışlardır. Çok daha yüksek seslere maruz kalmalarına rağmen uyanamayan çocuklarda gece alt ıslatma istatistiksel olarak daha sık görülmüştür.

Sonuç olarak genelde çocuklar babalarının geceleri altını ıslatmayı durdurduğu yaşa kadar altlarını ıslatmaya devam edebilirler. Bu durumun önüne geçmek için kullanılan yöntemler konusunda mutlaka çocuk doktoruna başvurmanız gerekir.


haticeak



-------------



Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 04 Nis 2011 Saat 08:22

Yeni hormonlara vücudun maruz kaldığını, gebelikte salgılanan hormonların vücut dinamiğinde birtakım değişiklikler yapabileceğini belirten Görkemli, hastanın psikolojisi de bu duruma uygunsa ortaya birtakım unsurların çıkabileceğini dile getirdi.

Bu sürecin hastada birtakım yiyecek ve içeceklere karşı daha istekli ve arzulu olmasına neden olduğuna dikkat çeken Görkemli, "Özellikle aş erdiği dönemde kolayca elde edebileceği veya erişebileceği gıdalar dışındakilere biraz daha aşırı hassasiyeti olabiliyor. Bu durum genelde hastanın psikolojisine, kültürüne, eğitim ve sosyal durumuna göre çok değişkenlik gösterebilir. Çok rahat bulunabilecek ile daha zor bulunabilecek gıdalara kadar giden geniş yelpazede bu ihtiyacı olabiliyor" dedi.

-İHTİYACI GİDERİLMEYEN KADIN HUZURSUZ OLUYOR-
Mümkünse gebe kadına yardımcı olunması ve ihtiyacının giderilmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Görkemli, şunları kaydetti: "Aksi takdirde bu durum bir sonraki süreçte daha derin bir psikolojik boyuta indirgeyebilir, bir takım bulgular ortaya çıkarabilir. Belki bulanma ve vücutta değişik cilt reaksiyonları gibi... Kadın bir takım sosyal ve psikolojik tavırlar sergileyebilir. Bu durumun altta yatan net bir
bilgi yok, hastanın statüsüne göre çok değişkenlik gösterebilir. Hasta o anda bir koku ya da tadın ihtiyacına karşı arzu duyuyor, ona karşı istekte bulunabiliyor. Kadının ihtiyacı giderildiğinde olay çok çabuk çözülüyor. İsteği karşılanmazsa, bazı kadınlar unutabiliyor. Değişik boyuta indirgeyebiliyor, farklı bir gıdayla o duyguyu bastırılabiliyor." 

Ancak bazı hastalarda bu durumun inat boyutuna gelebildiğini, kadının aş erdiği gıdanın dışında yiyeceği hiçbir şeyden zevk almayacağını veya o gıdayı almadığında çocuğunda eksiklikler olabileceğini, gelişimini tamamlayamayacağını düşündüğü için psikolojisini olumsuz etkilendiğini ifade eden Görkemli, hastanın psikolojisinin düzenlenmesi veya kendi kafasında oluşturduğu imajın düzeltilmesi açısından aş erilen gıdanın verilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Hollanda halk sağlığı araştırmacıları tarafından hamilelikte B12 vitamini alımının bebeğe etkisini ortaya koymak üzere yapılan ve sonuçları “Early Human Development” dergisinde yayınlanan araştırma, 4 binden fazla hamile kadın üzerinde gerçekleştirildi. Uzmanlar, düşük oranda B12 vitamini alan kadınların bebeklerinin daha hırçın olduklarını ve daha çok ağladıklarını kaydetti.

Araştırmaya göre, http://www.milliyet.com.tr/index/hamilelik - hamilelik döneminde yeterli düzeyde B12 vitamini alımının, bebeklerin beyin ve sinir sistemi gelişimi ile kan dolaşımında kritik bir öneme sahip olduğu ifade edildi. Uzmanlar, hamile kadınlara hamileliğin başlangıcından itibaren B12 vitamini açısından zengin tavuk eti ve yumurta tüketmelerini öneriyor.

Bilim adamları, B12 vitamininin özellikle sinir sistemi fonksiyonları için gerekli olduğunu, eksikliğinde ise zihinsel ve sinirsel fonksiyonlar bozulabileceğini, kulak çınlaması ve hissizlik gibi belirtiler görüleceğini kaydetti. Tavuk eti ve yumurtanın, en zengin B12 kaynaklarından biri olduğu belirtildi.

 
alıntı


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 04 Nis 2011 Saat 08:24
  Göbek Temizliği:
Bebeğinizin göbeği yaklaşık 10 gün sonra düşer. Bu sürede her gün bebeğinizin göbeğini temizlemelisiniz. Göbeğin mikrop kapmaması için göbek çevresini temiz bir pamuk veya gazlı bez yardımıyla %70’lik alkol ile dikkatli bir şekilde temizlemelisiniz. Göbek bağı düştükten sonra biraz kanaması normaldir. Eğer akıntı geliyorsa ya da şişerse doktora gitmelisiniz. Göbek düştükten sonra da temizliğe dikkat etmelisiniz.



 Anne sütü bebeklerin gelişebilmeleri için gerekli tüm besinleri içerir, bulaşıcı hastalıklara karşı ona http://www.milliyet.com.tr/index/bagisiklik - bağışıklık kazandırır. Emzirme, aynı zamanda, anne ile çocuk arasında, çocuğun ruhsal açıdan gelişmesini etkileyen yakın bir ilişkinin doğmasına yardımcı olur.
Emzirme zamanlarını, kendiniz için en uygun ve dinlendirici olan saatlere göre programlayın. Bebeği emzirirken size en rahat gelen duruşu benimseyin. Bebeği emzirmeye başlamadan önce ellerinizi sıcak suyla yıkayın. Göğüs uçlarınızı temizleyin.
Bebeğe önce bir memenizi verin ve 10 dakika emzirin, sonra diğerini vererek 10 dakika daha emzirin. Bir sonraki emzirmeyi, bebeğin en son emdiği göğüsten başlatın. Bebeğiniz, süt gereksinmesinin önemli bir bölümünü emzirmenin ilk birkaç dakikasında alacaktır. Fakat, sütün devamlı oluşabilmesi için bebeğin her iki göğüsle de emzirilmesi şarttır. Meme verilirken göğsünüzün bebeğin nefes almasını engellememesine dikkat edin.

Emzirdiğiniz memeyi alttan destekleyerek biraz yukarı kaldırın. Bebeğiniz her ağladığında memeye tutuyorsanız ve kilo alımı normal ise yeterince besleniyor demektir. Bebeğiniz ne zaman acıkırsa o zaman emmek isteyecektir. Bunu da size ağlayarak belli edecektir. Zaten bir süre sonra ağlama şekillerinden bebeğinizin ne istediğini anlar duruma geleceksiniz. Günde 8 kez beslemek en normaldir. Bebekler genellikle mideleri boş olarak 5 saatten fazla uyuyamazlar. Anne sütü ile beslenen bebekler, anne sütü daha çabuk sindirildiği için mama ile beslenen bebeklere göre daha çabuk acıkırlar. Her emzirmeden sonra ve gerekiyorsa emzirme sırasında bebeğinizin gaz çıkarmasını sağlayın. Bunun en kolay yolu,bebeğinizin midesi omzunuza değecek biçimde yatırmak ve hafifçe sırtına vurmaktır.

Bebeğiniz gaz çıkarırken, emdiği sütün birazını da kusabileceğinden omzunuza ufak bir havlu veya temiz bir bez parçası koymayı unutmayın. Bebeğinizi emzirdikten sonra meme uçlarınızı sıcak su ile silin. Sabun kullanmaktan kaçının. Meme uçlarının temiz havada tamamen kurumasını bekleyin. Sızabilecek sütü emmesi için sütyeninizin içine temiz bir tampon veya bez parçası koyun. Emzirmeye başladığınız ilk günlerde göğüs uçlarınız biraz acırsa hafif bir krem veya losyonla yumuşak bir biçimde ovun.
Emzirme anne ile bebek arasında yakın, sevgi dolu bir ilişki kurulmasına yardım eder. Anne duygusal olarak tatmin olur. Doğumdan sonraki yakın temas anne-bebek arasındaki ilişkinin gelişmesine yardım eder. Bebekler doğumdan hemen sonra annenin yanında kalırlarsa ve emzirilirlerse daha az ağlarlar. Emziren anneler bebeklerine daha şefkatli davranırlar. Uykusuz kalmaktan vb. daha az yakınırlar. Bazı çalışmalarda anne sütü ile beslenmenin bebeğin zeka gelişimine, entelektüel yapısına olumlu etki yaptığı bildirilmektedir. Yaşamın ilk haftalarında anne sütü ile beslenen düşük doğum tartılı bebekler yapay beslenen çocuklara göre ileri yaşlarda zeka testlerinde daha başarılı olurlar.


•    Uyku:


Yeni doğan bebek ihtiyacı olduğu kadar uyur. Yalnız uyku saatleri size uygun olmayabilir. Uyku düzeni oluşana dek sizi biraz üzecek, biraz da uykusuz bırakacak. Bu dönemde ona karşı anlayışlı olmanız gerekir. Gündüz çok güzel uyuyup tam sizin uyumak istediğiniz zamanda kalkıp oyun oynamak isteyebilir. Uyku düzeninin oluşması zaman alacaktır.
Bebeğinizin rahat rahat uyuması için odasına ve yatağına özen göstermeniz gerekir. Temizliğine, rahatlığına ve ışık düzenine dikkat etmelisiniz. En az iki yaşına gelene dek yastıkta uyutmamanız tavsiye edilmektedir. Yatış konumu olarak hafif eğimli sırtüstü pozisyonu tercih etmeli ayrıca bebeğin durumu sık sık kontrol edilmelidir. Beslendikten sonra hemen yatırılmamalıdır. Odada toz tutucu eşyalar bulunmamalıdır. Bebeği aşırı sarmalamayın. Odasını ılık tutun, 20-22 derece en iyisidir.

•    Banyo:

Bebeğinizin en önemli ihtiyaçlarından biri de banyodur. Hele de sevgi dolu sohbetlerle ve oyunlarla süslenmiş banyoları bebekler çok sever. Gerçi alışana kadar biraz zorluk çekersiniz ama daha sonra bu işten çok keyif alırsınız. Bebeğiniz büyüdükçe yıkanma ve temizlenme gereksinimi artacak, biraz daha pasaklı olacaktır. Yemekleri kendi yemeye başladığında saçlarına sürecek, altını temizlerken rahat durmayarak üstüne başına sürdürecek, kısacası temizlenmeye daha çok ihtiyaç duyacaktır. Bebeğinize küçük yaşlardan başlayarak banyoyu sevdirmeli, temiz olmaya teşvik etmelisiniz.

Bebeğinizi yıkarken kullanmanız gerekenler neler?

Banyo küveti, göz yakmayan şampuan, bebek sabunu, temiz bir havlu, pamuklu çubuk, nemlendirici doğal sünger gibi şeyler.
o    Bebeğiniz 6 aylık olana dek göz, kulak ve yüz için kaynatılıp ılıtılmış su kullanın. Kaynatma bakterileri öldürür.
o    Bebeğinizin burnunu ya da kulaklarını temizlerken temiz bir pamuk kullanın, kulak pamuğu kullanmayın ve yalnızca görebildiğiniz yerleri temizleyin.
o    Bebeğinizi hiçbir zaman banyoda yalnız bırakmayın.
o    Bebeğiniz oturur durumda olsa bile sırtından tutarak destekleyin.
o    Su sıcaklığını dirseğinizle kontrol edin.


•    Altının Değiştirilmesi:

Bebekler ilk haftalarda altlarını daha sık ıslatırlar. Bunun sebebi idrar torbalarının küçük oluşudur. Bebeğinizi altı ıslak ya da pis halde bekletmemelisiniz. Bebeğin bezindeki dışkının rengi beslenme düzenine göre ya da yaşına göre değişiklik gösterebilir. Yeşilimsi, siyah, yapışkan olan ilk iki ya da üç gün olan dışkı mekonyum adı verilen doğumdan önce bağırsaklarda bulunan dışkıdır. Yeşilimsi, kahverengi ya da açık yeşil renkli topaklar içeren yarı sıvı dışkı geçiş kakasıdır. Bebeğin sindirim sisteminin beslenmeye uyum göstermeye başladığını belirtir. Sarı renkli, hardalsı, içinde süt kesikleri olan dışkı anne sütü ile beslenen bebeklerde görülür. Açık kahverengi, kokulu ve katı olan dışkı ise mamayla beslenen bebeklerde görülür.

Alt değiştirme konusunda bilinmesi gereken başka bir konuda pişiklerdir. Her bebekte oluşabilir. Kızarıklıklar uzun sürebilir. Pişiği engellemek için bebeğinizin altını sık sık değiştirmeniz gerekir, ıslak bırakmamalı, koruyucu krem kullanmalı, sıkça altını havalandırmalısınız.

B vitamini en önemli vitaminlerden biridir. Pek çok alt vitamin grubu vardır ve bu nedenle “B kompleks” olarak bahsedilir.

Bir kadın hamile kalmaya başladığı günden itibaren B vitamini takviyesi almaya başlamalıdır. Çünkü embriyonun sağlıklı gelişimi ve büyümesi için B vitamini çok büyük önem arz ediyor. Ancak bu gruptan B2 vitamini yada riboflavin emzirme döneminde bebekler için önerilmiyor.

B vitamini bebeğin http://www.milliyet.com.tr/index/bagisiklik - bağışıklık sistemini geliştiriyor ve metabolizmasını düzenliyor. Sinir sisteminin düzgün çalışabilmesi için de B1, B6 ve B12 vitaminleri öneriliyor.

Çocukların gelişiminde bu kadar büyük bir öneme sahip B vitamini et ve süt ürünlerinde de bol miktarda bulunuyor. Protein kaynağı olan bu besinler çocukların sağlıklı gelişmesine ve ileride karşılaşabileceği hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı oluyor.

Özellikle B12 vitamini açısından çok zengin olan et, yeterli ölçülerde tüketilmelidir. Diğer her besin maddesinde olduğu gibi etin fazlası da çocuğunuzun özellikle sindirim sistemini olumsuz yönde etkilemektedir.

Günde 60-70 gram olmak üzere haftada en fazla 3 kez et tüketmek yeterli protein alımının karşılanmasını sağlayacaktır.
Anne sütü yeni doğandan itibaren bebekleriniz için en faydalı gıda. Uzmanlar anne sütünün hastalıklara karşı koruyucu, metabolizmayı hızlandırıcı etkisi üzerinde hemfikirler.

Ancak anne sütünün yetmediği ya da bebeğinizin gelişimine tam olarak cevap veremediği durumlarda ek besinlerin kullanılması şart.

Genelde 3 aydan sonra bebeklerde anne sütünün doyurucu  olmamasından dolayı ek besinler verilirken bazı bebeklerde anne sütünün tamamen kesilmesi durumu ortaya çıkmakta.

Dengeli beslenmenin çok önemli olduğu ilk aylarda, bebeğinizin vücudu için gerekli olan bütün vitamin, mineral ve proteinlerin hazırlayacağınız bu ek besinler yardımıyla sağlanması gerekmektedir. Ve bu durumda da damak gelişimi için gıdanın, bebeğinizin yutabileceği ve yiyebileceği boyutlarda olması çok önemlidir.

 
Alıntı
 
 

 


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 05 Nis 2011 Saat 11:12
Çocuk gelişimi konusunda uzmanların ortak yargısı, dengeli beslenmedir. Bu zincir içinde de enerji verici temel basamak karbonhidrattan oluşur.

Nişastadan elde edebiliceğiniz birçok gıda takviyesiyle, bebeğiniz için ve gelişme çağındaki çocuklarınız için ek besin oluşturmanız mümkün. Çünkü rafine edilmemeiş karbonhidratlar, gereksiz yağlanmaya sebep olmuyor ve büyümeye yardımcı oluyor.

Anne sütünden ayrılan ya da yetmediği için ek besinlere başvurulan durumlarda, nişastalı muhallebiyle başlanılan karbonhidratlar, daha sonra bebeğinizin damak gelişimi ve diş çıkarmasıyla doğru oranltılı olarak pirinç lapası, buğday çorbası, kuskus ya da humusla kendini yeniler.

Enerji veren besinler grubundan olan http://www.milliyet.com.tr/index/karbonhidrat - karbonhidrat sınıfı besinler, uzun süre çocuğunuzu tok tutmakla birlikte, sağlıklı bir şekilde kilo almasına yardımcı olur.

Karbonhidratlar birinci dereceden enerji verici olarak kullanılırlar. Karbonhidratlar en çok ekmek, http://www.milliyet.com.tr/index/makarna - makarna , fasulye, patates, kepek, pirinç, tahıl ve hububat içinde bulunurlar. Karbonhidratlar vucütta en çok bulunan üçüncü besin maddesidir. Nişasta da karbonhidratların bitkilerde depo edilmiş halidir.

Karbonhidratlar da en az yağlar kadar dikkat edilmesi gereken maddelerdendir. Sağlıklı karbonhidratlar çocuğumuzun gelişimine olumlu katkıda bulunmaktadır. Sağlıksız karbonhidratlar abur cubur yiyeceklerde bulunmaktadır. Çocuklar tarafından daha çok sevilen ve tercih edilen bu abur cubur yiyecekler içinde reçel, çikolata, şekerler sayılabilir.

Bir çocuğun günlük http://www.milliyet.com.tr/index/beslenme - beslenme tarzının yaklaşık %60'ı sağlıklı karbonhidratlar­dan oluşmalıdır. Bu yüzden çocuğumuzun yemek münüsünü hazırlarken rafine olmamış karbonhidratların tüketilmesine dikkat edilmesi gerekir.

Sağlıklı karbonhidratlar grubuna meyve ve sebzeler,rafine olmayan kepek unu, kepekli makarna, esmer pirinç, kepekli ekmek, hububat içeren gıda maddeleri, yulaf ezmesi, arpa sayılabilir.

Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 15 Nis 2011 Saat 10:56

Bağırmak, incitmek, kandırmak, tehdit etmek yanlış...

Çocuk eğitimi konusunda ABD ve Japonya'da çalışmalar yürüten Yasemin Yusufoff, "pozitif disiplin" yöntemiyle çocuklarda sağlıklı gelişim sağlanabileceğini bildirdi.

Çocuğa sabırlı, destekleyici ve pozitif bir şekilde yaklaşmanın ise gelişimini ve ilerideki başarısını pozitif şekilde etkilediğini bildiren Yusufoff, bunun için ABD'de ''Pozitif Disiplin'' adı verilen ebeveynlere yönelik bir eğitim modeli  uygulandığını belirtti.

Çocuklara yalan söylemek, korkutmak, bağırmak, kötü davranmak, dövmek, duygularını incitmek, kandırmak, cezalandırmak, zorla yemek yedirmek ya da uyutmak, uzun süre susmalarını istemek, onları terk etmek ya da evden atmakla tehdit etmenin çocukların eğitiminde başvurulan büyük yanlışlar olduğuna işaret eden Yusufoff, şu uyarıları dile getirdi.

''Bir çok anne-baba çocuklarını yetiştirmek için kendi çocukluk deneyimlerini kullanır. Anne-babalarında, çevresindeki ailelerle arkadaşlarında gördükleri modelleri uygularlar. Çocuğun davranışlarının yönetimi, iş ve sorumlulukların çocuklara yüklenme şekilleri aileden aileye farklılık gösterir. Çocuklar nasıl davranacaklarını kendilerine bakan yetişkinleri izleyerek, dinleyerek ve onlarla konuşarak öğrenir. Davranışlarında yetişkinlerin sırf kendilerine yönelik davranışlarını değil, başkalarına karşı davranışlarını da temel alırlar.''

Çocukların değerlerini söylenenlerden daha çok uygulamalardaki gözlemlerine göre oluşturduklarını ifade eden Yusufoff, bu nedenle ebeveynlik eğitiminin çok önemli olduğunu söyledi.

Bütün çocukların güvenli, oturmuş, sevgi dolu ortamlara ihtiyaç duyduklarını anlatan Yusufoff, şöyle devam etti:

''Çocuğa ne kadar çok değerli bir insan muamelesi yapılırsa o kadar değerli bir kişi gibi davranır. Ama bu demek değildir ki çocuğun her istediği yapılmalıdır. İşin ilginç tarafı, aile yönetimini ele geçirmiş çocuklar da çok problemli olur. Anne-babaların çocukla güçlü bir bağının olması çok önemlidir. Anne ve babasını seven çocuk, onları mutlu etmek ister. Ebeveynleri ile kötü ilişkisi olan bir çocuk, onların isteklerini önemsemez, davranışlarını düzeltmez.''

Yusufoff, kızgınlık ya da kırgınlık gibi negatif duygular yaşayan çocukların sakinleştirilmesi için şu yöntemlere başvurulmasını önerdi:

''-Çocuğunuzla yumuşak ve nazik bir ses tonuyla konuşun.
-Çocuğunuza bir stres topu ya da çekiştirebileceği bir oyuncak verin.
-Çocuğunuza sakız verin. Sakız çiğnemenin sakinleştirici bir etkisi vardır.
-Çocuğunuza emebileceği bir şeker ya da lolipop verin. Emmek de sakinleştirir.
-Yavaş ve derin soluk alıp vermesini söyleyin.
-Çocuğunuza sakinleşme tekniğini öğretin. Öfkelenince 1-2 saniye dursun, güzel şeyler düşünsün ve 3'e kadar saysın. Sakinleşip soruna çözüm bulunca tekrar iletişime geçsin.''

Çocuk yaramazlık yaptığında sinirlenen düzgün düşünemeyen ebeveynlerin doğru kararlar veremediğini, bunun da çocuğun davranışını daha kötü etkilediğini belirterek, böyle bir durumda öfke nöbeti yaşayan ebeveynlere de şu önerilerde bulundu:

''-Bir bardak su için. Beyindeki kortizol seviyelerini düşürmüş olursunuz. Bu sakinleşmenizin en hızlı yoludur.
-Yabancı dilde 10'a kadar sayın ya da en sevdiğiniz yemekleri düşünün. Kuzenlerinizin isimlerini ya da gitmek istediğiniz yerleri sayın. O anda sizi ne rahatsız ediyorsa, ona odaklanmamak için beyninizi farklı bir amaçla çalıştıracak bir şeyler düşünün.
-Sakin bir odaya gidin, biraz sakinleşmek için orada kalın. Çocuğunuz küçük ise ilk önce emniyetli bir yere yerleştirin. Daha büyük çocuğunuz yanınıza gelmek istiyorsa biraz sakinleşmek için zamana ihtiyacınız olduğunu söyleyin.
-Sizi sakinleştirecek bir şeyler yapın. Çay için, müzik açın, kitap okuyun, arkadaşınızı ya da eşinizi arayın.
-En sevdiğiniz yeri hayal edin.
-Çocuğunuzun en iyi taraflarını hatırlayın.
-Dışarı çıkıp biraz hava alın.
-Bağırmak istiyorsanız, başka odaya gidip bağırın. Duvarlara bağırmak çocuklarınıza bağırmaktan iyidir. Ayrıca düşünün, sizi bu kadar sinirlendiren gerçekten çocuğunuz mu yoksa başka bir şey mi?''

''ACI VERMEDEN YANLIŞINI SÖYLEYİN''

Çocuklara kötü davranmanın çocuklardaki fiziksel, psikolojik ve davranışsal zararları hakkında çok sayıda araştırma yapıldığına işaret eden Yusufoff, Amerikan Padiatri Birliği'nin, ''çocuğa fiziksel ya da duygusal acı verecek her türlü cezalandırma şeklinden uzak durmayı'' önerdiğini söyledi.

Yusufoff, ''Çocuğunuz yanlış bir şey yaptığında bunu ona bildirmeniz gerekir ama bu acı vermek yoluyla yapılmamalıdır. Çocuk kaç yaşında olursa olsun, her türlü fiziksel cezalandırma ya da bağırmaktan kaçınılmalıdır, çünkü bunlar fayda yerine zarar verir'' dedi.

Çocuğa fiziksel ceza uygulandığında etkisinin hemen görülmesi ve problemin hallolmuş gibi gözükmesine rağmen, bunun tam tersi sonuçlar doğurduğunu ifade eden Yusufoff, ''Oysa çok büyük bir ihtimalle problem tekrarlanacak, bu sefer aynı dozda fiziksel ceza işe yaramayacağı için şiddet artırılmak zorunda kalınacaktır. Sonunda 'anne bana şununla vur' diye size terlik getirecek, fiziksel suiistimal boyutuna getirdiğiniz bir ilişki oluşacaktır'' şeklinde konuştu.

Aileleri tarafından kötü davranılan çocukların sosyalleşme yetenekleri, duygu ve dürtü yönetimleri ve en önemlisi öz benlik tanımlarının bozulduğunu vurgulayan Yusufoff, zaman içinde bu çocukların ciddi uyum ve öğrenim sorunları yaşamaya başladıklarını, ayrıca bu çocuklarda akranlarıyla problemler, akademik başarısızlık, ağır depresyon, madde bağımlılığı ve suça yatkınlık da görüldüğünü söyledi.

Ebeveynlerin çocuklarıyla alay etmeleri, küçük düşürme, korkutma ve tersleme gibi alçaltıcı türden mesajlar vermelerinin kendine güven eksikliğine, yüksek endişe düzeyine ve hatta intihara bile varan ''aşırı psikolojik acı''dan kaçma girişimlerine sebep olabileceğini kaydeden Yusufoff, şu uyarılarda bulundu:

''Kötü muameleye maruz kalmış çocuklar, okulda ciddi disiplin problemleri ile karşı karşıya kalırlar. Uyumsuzlukları, isteksizlikleri, ve bilişsel yetersizlikleri akademik başarılarını etkiler ve daha sonraları hayatta başarılı olmalarını zora sokar. Aynı zamanda, bulundukları ortamdaki sosyal işaretleri yanlış değerlendirirler ve istedikleri olmayınca düşünmeden ani ve olgunlaşmamış tepkiler gösterirler. Bu tür davranışlar diğer çocukların onlardan uzak durmasına sebep olur. Bu da doğal olarak negatif bir kısır döngü oluşturarak sosyalleşmelerini daha da yavaşlatır. Zamanla dışlanan çocuk, hissettiği acıyı kendisine doğru çevirir. Bu da onu üzgün ya da kendinden nefret eder bir hale dönüştürür ya da acıyı dışa doğru yönlendirir. Bu durumda agresif ve hatta suça yatkın davranışlar sergiler. Eğer müdahale edilmezse, bu tür çocuklar genellikle marjinal çocuklarla arkadaşlık eder.''

Yusufoff, çocuklara yönelik olumsuz davranışların yol açtığı sorunlara ilişkin yapılan araştırmalarla ilgili de şu bilgileri verdi:

''-Fiziksel cezalandırma (dayak, darbe gibi) ne kadar fazlaysa çocukta görünen psikiyatrik bulguların seviyesi o kadar fazladır ve yetişkin olarak genel durumları o kadar kötüdür.
-Fiziksel istismara uğramış çocuklar, okulda ağır ve yaygın akademik ve sosyo-duygusal sorunlar yaşar. Sağlıklı olanlara göre, başarmak istedikleri meslekler için daha az çaba gösterirler ve başarma hevesleri daha azdır. Akranlarıyla iletişimde bulunmak için daha az pozitif adım atar ve daha fazla negatif davranışta bulunur. Öğretmenler genellikle istismara uğramış çocuklarda davranış bozukluğu gözlemler.

-Küçük yaşta suiistimal, mahrumiyet, ihmal, fakirlik ve travma gibi sıkıntılar yaşayan çocuklarda, ileri yaşlarda davranışsal, duygusal ve sosyal problemler yaşama riski artar.''

Çocuklara fiziksel ceza vermenin, ''Daha büyük biri, daha küçük birine güç ile istediğini yaptırabilir, kızgın ya da öfkeli olmak güç kullanmayı haklı kılar'' şeklinde yanlış izlenimler doğurduğunu anlatan Yusufoff, ''Böyle bir çocuğun kafasında sevgi ile şiddet arasında bir ilişki kurulur. Çocuklar ne kadar fiziksel şiddete uğrarsa, yetişkin olunca o kadar sinirli olurlar, kendi çocuklarına şiddet uygularlar, evliliklerinde problem olduğunda eşlerine karşı şiddet kullanmaktan kaçınmazlar ve şiddet kullanımını onaylarlar'' diye konuştu.


Alıntı

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 15 Nis 2011 Saat 11:36
Boşanma ve sonrasında yaşananlar çocuğun gelişimini etkileyecek bir sürecin başlamasına da neden olur. Ebeveynlerin bu sürece nasıl hazırlandıkları ve boşanma sonrasındaki durumları çocukların gelişimlerini olumlu ya da olumsuz etkiler. Sorumluluk sahibi yetişkinler olarak boşanma sürecinde çocuklarımızın ihtiyaçlarına, aramızdaki güven bağının korunmasına özen göstermek gerekir. Amerikan Hastanesi’nden Pedagog Güzide Soyak uzamış veya ayrılık kararı almakta zorlanılmış süreçlerin çocukları olumsuz etkilediğini söylüyor ve boşanma kararını çocuklara anlatırken nelere dikkat etmemiz gerektiğini anlatıyor.

Boşanma kararını açıklarken ebeveynler birlikte hareket etmelidirler. Sakin ve kontrollü davranılmalı. İçinde bulunulan durum ve bundan sonraki yaşam şekli açıklayıcı cümlelerle anlatılmalıdır. Çocukların konuşma sırasındaki soruları ya da itirazları bu süreçle ilgili bilgileri ve hissettikleri konusunda bilgi verecektir.

Sürecin uyumlu atlatılmasında yapılabilecek ilk adımlar:
  • Ayrılık kararınızı çocukların yaş dönemlerine uygun cümlelerle açıklamak.
  • Anne ve baba olarak sorumluluklarınızın değişmediğini her zaman onu seveceğinizi hissettirmek.
  • Görüşme düzeninizin nasıl olacağına hep birlikte karar vermek. Çocukların bu süreçteki taleplerini hassasiyetle karşılamak.
  • Çocuklar bazen evden ayrılan ebeveyn için kaygı duyuyorlar. Nerede yaşadığı, ne hissettiği ile ilgili soruları olabilir. Bunları dikkatle dinleyip tatmin edici cevaplar vermeye çalışmak.
  • Anne ve babaların kendi aralarındakisorunları çocukların önünde konuşmamalarına özen göstermeleri gerekir.
  • Okul, sağlık sorunları gibi konularda her iki ebeveyninde işbirliği yapmaları çok önemlidir.
  • Çocuklar boşanma sırasında terk eden veya ihmal eden ebeveynide özlerler. Mutsuzluk, içe kapanma, red etme yoğun yaşanan duygulardır. Çocukların ebeveynleriyle ilişkilerini kesmek önerilmez. Anne ve babalar birbirlerinin yerini tutamaz.
  • Babası tarafından ihmal edilen bir erkek çocuk kendisini şekillendirmeye yardımcı olacak modelinide kaybetmiş olur. Bir erkek veya gelecekte baba olmak ile ilgili bilgisi yeterince beslenemeyecek olabilir. Davranışlarını kontrol etmek, sorumluluklarını yerine getirmek konusunda isteksiz davranabilir. Karşı cinsle ilişki kurmak, sürdürmek ve sorunları çözmekte zorlanabilir. Zorlandıkları durumlarda mücadele etmekten kaçabilirler. Rolmodel olabilecek yakın aile bireyleri ile ilişkisini güçlendirmek olumlu etkileyebilir.
  • Kız çocuklar için ise diğer cinsiyetle ilişkisi oluşturmakta güçlükler yaşadıkları gözlemlenir. Annelerin stresle baş edebilme becerileri boşanma sonrasında yaşanacak güçlüklerin çocuklara yansımasında azaltacaktır.

    Boşanma sürecinde dikkat edilmesi gereken noktalar
    Boşanma ve sonrasında yaşananlar, çocuğun gelişimini etkileyecek bir sürecin başlamasına neden oluyor. Ebeveynlerin bu sürece nasıl hazırlandıkları ve boşanma sonrasındaki durumları, çocukların gelişimini olumsuz etkileyebilir. Ebeveynlerin boşanma sürecine nasıl hazırlandıkları ve boşanma sonrası durumları, çocukların gelişimlerini etkiliyor. Sorumluluk sahibi yetişkinler olarak, boşanma sürecinde çocuklarımızın ihtiyaçlarına, aramızdaki güven bağının korunmasına özen göstermemiz gerekiyor.

    Çocuğa bu konu nasıl ve hangi dille anlatılmalı?
    Uzamış ayrılık süreçlerinin çocukları etkilediği kesin. Boşanma kararını açıklarken ebeveynlerin birlikte hareket etmeleri gerekiyor. Bulunulan durum ve bundan sonraki yaşam şekli açıklayıcı cümlelerle anlatılmalı. Ayrıca, çocukların konuşma sırasındaki soruları ya da itirazları, bu süreçle ilgili bilgileri ve hissettikleri konusunda bilgi veriyor.

    Anne-baba söyleyeceklerini önceden aralarında anlaşmaları, daha sonra izleyecekleri yolda doğru bir adım atmış olurlar mı?
    Anne ve babanın ortak dil ve tutum içerisinde olması çocuğun onlara duyduğu güvenin devamına yardımcı olacaktır. Boşanma ile birlikte anne ve baba olma görevlerinin değişmediği, bu kararın verilmesinin onlarla ilgisi olmadığı açıklanmalıdır.

    Çocuğa boşanma süreci her ayrıntısıyla anlatılmalı mı, yoksa sadece bilmesi gerekenler mi anlatılmalı?
    Ayrılık kararını, çocuğun yaş durumuna en uygun cümlelerle açıklamak, anne ve baba olarak sorumluluklarınızın değişmediğini, her zaman onu seveceğinizi hissettirmek, görüşme düzeninizin nasıl olacağına hep birlikte karar vermek, çocukların bu süreçteki taleplerini hassas karşılamak gerekir.

    Çocuklar bazen evden ayrılan ebeveyn için kaygı duyar. Nerede yaşadığı, ne hissettiği ile ilgili soruları dikkatle dinleyip, tatmin edici cevaplar vermeye çalışmak gerekir. Ayrıca anne ve babaların kendi aralarındaki sorunları çocuklarının önünde konuşmamaya özen göstermeleri gerekir.

    Okul, sağlık sorunları gibi konularda her iki ebeveynin de işbirliği yapması gerekir. Çocuklar boşanma sırasında terk eden veya ihmal eden ebeveyni de özlüyor. Böyle bir durumda mutsuzluk, içe kapanma, reddetme yoğun yaşanan duygular oluyor. Çocukların ebeveynleriyle ilişkilerini kesmek önerilmez ve babalar birbirlerinin yerini tutamaz. Babası tarafından ihmal edilen bir erkek çocuk, kendisini şekillendirmeye yardımcı olacak modelini de kaybediyor. Bir erkek veya gelecekte baba olmak ile ilgili bilgileri yeterince edinemiyor. Sonucunda da davranışlarını kontrol etmek, sorumluluklarını yerine getirmek konusunda isteksiz davranabiliyor. Karşı cinsle ilişki kurmak, sürdürmek ve sorunları çözmekte zorlanabiliyor. Zorlandıkları durumlarda mücadele etmekten kaçınabiliyor. Kız çocuklarının ise diğer cinsle ilişki kurmakta zorluk yaşadıkları gözlemleniyor.

    Boşanma kararını açıklarken çocuğun yaşı önem taşıyor mu?
    Okul öncesi dönemlerde yaşanan boşanmalarda çocuklar evden giden ebeveynin onu terk ettiğini ve bu durumun sorumlusunun kendisi olduğunu düşünüyor. Düzenli görüşmeler yapılması ve çocuğun evden giden ebeveynle duygusal duyumunun olması bu sürecin olumsuz etkilerini azaltıyor. Açıklama yapılacak çocuğun yaşı ne kadar küçükse o kadar somut bilgiye ihtiyaı oluyor. Bir ergen için hayat ile ilgili ciddi değişiklik yaşıyor olması fikrini daha küçük yaşlardaki çocuk terk edilmek olarak algılayabiliyor.
  • Alıntı


-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 15 Nis 2011 Saat 20:15

Bebeklerde Kabızlık Hakkında Merak Ettikleriniz

Bebeğiniz daha çok ufakken kabızlık sorununu önlemenin en etkili yollarından bir tanesi de bebeğinize erik suyu vermektir.

 



Erik suyunu normal su ile karıştırarak günde iki defa bebeğinize vermeniz bebeğinizde kabızlık probleminin ortaya çıkmamasına yardımcı olacaktır. Erik doğal bir laksatifdir ve bebeğinizin sindirim sistemine yardımcı olacaktır.

Bebeğiniz biraz büyüyüp normal gıdalar yemeye başladığında bu sindirim sistemleri için biraz fazla gelebilir. Bu dönemde bebeğinizin beslenmesine erik, şeftali, kayısı gibi gıdaları eklemeyi unutmayın. Bebeğinize verdiğiniz muz, elma, havuç gibi sorunlar kabızlığı daha da kötüleştirebilir. Bu nedenle bebeğinizin beslenmesini dengelediğinizden emin olun.

Eğer bebeğiniz dışkı atımında güçlük yaşıyorsa uygulanabilecek yöntemlerden bir tanesi de sıcak banyodur. Bebeğinizi sıcak su dolu bir küvetin içerisine yatırın ve karnına hafifçe baskı uygulayarak masaj yapın. Eğer bebeğiniz uzun süredir kabızlık sorunu yaşıyorsa ve dışkısında kan varsa mutlaka bir uzmana danışmayı ihmal etmeyin.




haticeak



-------------



Mesajı Yazan: peperutka
Mesaj Tarihi: 21 Nis 2011 Saat 18:24
Her öğrencinin kolaylıkla öğrenebildiği bir yol mutlaka vardır ve yine her öğrencinin yetenekli olduğu bir beceri alanı vardır. Önemli olan eğitimcilerin ve ailelerin çocuklarının ilgi ve yetenek alanlarını dikkatle gözlemleyerek, onları kendilerini güçlü hissettikleri alanlara yönlendirmeleri ve bu şekilde öğrenme süreçlerine yardımcı olabilmeleridir.”

1980’li yıllara kadar zeka, IQ adı altında dilsel ve matematiksel beceriler olarak tanımlanmış ve ölçülmüştür. Bu tanıma göre zekâ tek parçalı, tek unsurludur. Bu temel varsayımın yanı sıra insanların sabit bir zekâ ile doğduğu ve zekânın yaşam boyu çok az değişim geçirdiği inancı geçerli olmuştur. Ancak son on yıldır şiddetli eleştirilere hedef olan bu görüşler köklü bir değişim geçirmiştir.

Harward Üniversitesi profesörlerinden Nöro-psikolog Howard Gardner beynin fizyolojik yapısı ile ilgili yaptığı çalışmalar sonucunda 1983’te yazdığı “ Aklın Çerçeveleri” adlı kitabında bugüne kadar kültürümüzün zekâyı çok kısıtlı tanımladığı; oysa insanların birden fazla zeka türüne sahipolduğu görüşünü ortaya atmıştır.

H. Gardner’a göre; her insanda farklı zeka türlerinin tümü vardır ve bazıları diğerlerinden biraz daha gelişmiştir. Kuramcının varlığına dikkat çektiği bu zeka türlerine, başka araştırmacılar yenilerini de eklemektedir.

Çoklu Zeka Kuramının İlkeleri

İnsanlar farklı zekâ türlerine sahiptirler.

--Her insanın kendine özgü bir zekâ profili vardır.

--Bütün zekâlar dinamiktir.

--İnsandaki zekâlar tanımlanabilir ve geliştirilebilir.

--Her insanın kendi zekâ türlerini tanıyabilme ve geliştirebilme olanağı vardır.

--Her bir zekâ; bellek, dikkat, algı ve sorun çözme açısından farklıdır.

--Bir zekânın kullanımı sırasında, diğer zekâlardan da yararlanılabilir.

--Kişisel altyapı, kültür, kalıtım, inanç zekâların gelişiminde etkilidir.

--Bütün zekâlar, insanın kendisini gerçekleştirmesi yolunda farklı ve özel kaynaklardır.

--Şu anda bilinen zekâ türlerinden daha farklı zekâlar da olabilir.

Çoklu Zeka Kuramına Göre Farklı Zeka Türleri

1- Dilsel - Sözel Zeka: Sözcüklerle düşünme ve ifade etme, dildeki anlamları değerlendirme, sözcüklerdeki anlamları kavrayabilme, şiir okuma, mizah, hikaye anlatma, dilbilgisi, mecazi anlatım, soyut ve simgesel düşünme, kavram oluşturma ve yazma gibi karmaşık olayları içeren dili üretme ve etkili kullanma becerisidir.

Dilsel-Sözel zekası güçlü olan bireylerin özellikleri: Sözcük hazineleri çok geniştir. Masal, hikaye ya da fıkra anlatmaktan zevk alırlar. Okumayı, sözcük oyunlarını ve bulmaca çözmeyi çok severler. Kafiyeli sözcükleri bulup kullanmaktan ve tekerlemeleri hızla söylemekten hoşlanırlar. Adlar, yerler, günler v.b. şeyler konusunda hafızaları iyidir. Başkaları ile yüksek düzeyde sözel ilişki kurarlar. Küçük çocuklar kendilerine kitap okunmasından ya da hikaye anlatılmasından hoşlanırlar. Yaşından beklenenden daha iyi yazarlar.

2- Mantıksal - Matematiksel Zeka:  Sayılarla düşünme, hesaplama, mantıksal ilişkiler kurma, sonuç çıkartma, hipotez üretme, problem çözme, eleştirel düşünme, geometrik şekiller gibi soyut sembollerle çalışma, bilginin parçaları arasında ilişki kurma becerisidir.

Mantıksal - Matematiksel zekası güçlü olan bireylerin özellikleri: Her şeyin nasıl çalıştığını merak eder ve sorular sorarlar. Matematik en sevdikleri derstir. Matematiksel oyunlar onlara çok zevkli gelir. Dama, satranç gibi düşündüren oyunları oynamaktan zevk alırlar. Mantığa dayalı yapboz ya da matematiksel yetenek soruları çözmek çok hoşlarına gider. Olayların oluşumu ve işleyişi hakkında çok soru sorarlar. Soyut ve kavramsal düşünebilirler. Sebep-sonuç ilişkisi kurarlar. Bilgiler arasında bağlantılar kurarlar. Güçlü bir muhakemeleri vardır. Hesaplama ve sayma, sınıflandırma ve kategorize etme, bilmeceler/bulmacalar, strateji oluşturma ve oyunlar, karşılaştırma yapma gibi çalışmalar bu zeka türünü destekleyen çalışmalardandır.

3- Görsel - Uzaysal Zeka: Resimler, imgeler, şekiller ve çizgilerle düşünme, üçboyutlu nesneleri algılama ve muhakeme etme becerisidir.

Görsel-Uzaysal zekası güçlü olan bireylerin özellikleri: Yap – boz, labirent gibi görsel faaliyetlerden hoşlanırlar. Çizimleri ve resimleri çok başarılıdır. Film, slayt gibi görsel gösterileri çok severler. Haritaları, çizelgeleri ve diyagramları, yazılı metinden daha kolay okurlar. Lego binaları gibi ilginç üç boyutlu yapılar inşa ederler. Kitaplardaki resimler, yazılanlardan daha öğretici bulunur. Yön duygusu gelişmiştir. Çocuklar yaşıtlarından daha çok hayal kurarlar. Zihinde görselleştirme, renk dalgaları kullanma, grafikleştirme, semboller, satranç, fotoğrafçılık, el sanatları, koleksiyonlar, legolar, bloklar, haritalar, renkli kalemler, tasarım ve coğrafya dergileri bu zeka türünü destekleyen çalışmalardandır.

4- Bedensel - Kinestetik Zeka: Hareket, jest ve mimiklerle kendini ifade etme, beyin ve vücut koordinasyonunu etkili bir biçimde kullanma becerisidir.

Bedensel-Kinestetik zekası güçlü olan bireylerin özellikleri: Eşyaları ya da benzer şeyleri parçalara ayırarak tekrar birleştirmeyi severler. Tahta oyma, dikiş dikme, örgü örme, maket yapma gibi el becerileri isteyen işlerde yeteneklidirler. Bir veya birden çok sporla uğraşırlar. Koşmayı, zıplamayı, güreşmeyi çok severler. Uzun süre hareketsiz oturamazlar. Bir şeyi parçadan bütüne doğru öğrenirler. Söylenenden daha çok yapılanı hatırlarlar. Yaparak, yaşayarak, dokunarak ve hareket ederek en iyi şekilde öğrenirler. Başkalarının jestlerini ve yüz ifadelerini kolaylıkla taklit ederler. Spor etkinlikleri, tiyatro, el sanatları, kil çalışmaları, drama bu zeka türünü destekleyen çalışmalardandır.

5- Müziksel - Ritmik Zeka: Sesler, notalar, ritimlerle düşünme, farklı sesleri tanıma, çevreden gelen seslere, müzik aletlerine karşı duyarlılık ve yeni sesler ve ritimler üretme becerisidir.

Müziksel-Ritmik zekası güçlü olan bireylerin özellikleri: Pek çoğunun güzel sesi vardır ya da güzel şarkı söylerler. Müzik aleti çalmaya heveslidirler ya da çalıyorlardır. Müzik dinlemeyi sever, öğrendikleri şarkıları söylemekten çok hoşlanırlar. Koro ya da benzer faaliyetlere katılmaktan zevk alırlar. Şarkı melodilerini hatırlarlar. Ritmik bir konuşma ve/veya hareket şekline sahiptirler. Çevresel seslere karşı çok duyarlıdırlar.(örn:çatıdaki yağmur sesi) Çalışırken masaya ya da sıraya ritmik olarak vurdukları gözlemlenir. Müzik çalan bir ortamda daha verimli çalışırlar. Ritim, şarkı, dans, müzik kavramlarını öğretme, koro bu zeka türünü destekleyen çalışmalardandır.

6- Sosyal - Kişilerarası Zeka: Grup içinde çalışma, sözel ve sözsüz iletişim kurma, insanların duygu, düşünce ve davranışlarını anlama, yorumlama ve insanları ikna edebilme becerisidir.

Sosyal - Kişilerarası zekası güçlü olan bireylerin özellikleri: Liderlik özelliklerine sahiptirler, arkadaşları arasında popülerdirler Doğal lider olarak görülürler. Sosyal faaliyetlere katılmaktan zevk alırlar. Kulüplerde, organizasyonlarda, komitelerde yer almayı severler. Birden fazla yakın arkadaşları vardır. Başkalarına önem verir ve onlar için endişelenirler. Sorunları olan arkadaşlarına önerilerde bulunurlar. Beraber olduğu insanları, arkadaşlarını gözetirler. Diğer insanlara bir şeyler anlatmaktan hoşlanırlar. Takım oyunları, tartışma grupları, sosyal etkinlikler, kulüp, dernek ve vakıflar bu zeka türünü destekleyen çalışmalardandır

7- Kişisel - İçsel Zeka: İnsanın kendi duygularını, duygusal tepki derecesini, düşünme sürecini tanıma, kendini değerlendirebilme ve kendisi ile ilgili hedefler oluşturabilme becerisidir.

Kişisel - İçsel zekası güçlü olan bireylerin özellikleri: Bağımsız ve kendi başlarına buyrukturlar. İlgi duydukları şeyler ya da hobileri hakkında pek fazla konuşmazlar. Duygularını eksiksiz, abartmadan, olduğu gibi söylerler. Genelde tek başına çalışmayı ve oynamayı severler.

8- Doğa Zekası: Doğadaki tüm canlıları tanıma, araştırma becerisidir. Kurama göre herkes yukarıdaki zeka türlerinden hepsine değişen oranlarda sahiptir. Bazı zeka türleri diğerlerine göre güçlü olabilir. Ancak tüm zeka türleri gelişime açıktır.

(Aktüel Psikoloji)




-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Şapkadan tavşan çıkarmayı marifet sanıyorlar. Ben kalbimden '' ÖKÜZ '' çıkardım hey yavrum hey :))
<


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 25 Nis 2011 Saat 20:56

Demir eksikliği beyni etkiliyor

Uzmanlar sağlıklı bebekler için demirin önemini vurguluyor...


Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de 5 yaş altı her 2 çocuktan birinde demir eksikliği görülmektedir. Genel tabloya bakıldığında en sık görülen yaş grubu 6 ile 36 ay arası çocuklardır. Demir eksikliği süt çocuğunda mental ve motor gelişimi yavaşlatarak çocukların entellektüel gelişiminin bozulmasına neden olmaktadır. Demir, sinir sistemi gelişmesinde önemlidir. Demir eksikliği olan çocuklarda beyin gelişiminin olumsuz etkilendiği görülmekte ve tedavi için hızlı büyüme dönemi eğer kaçırılırsa tedavi edildiklerinde kaybın geri dönüşü olamamaktadır.

Posta’da da yer alan habere göre, Amerikan Pediatri Akademi Komitesi, yenidoğanların 9-12. ayda, prematürelerin 6. ayda demir eksikliği açısından taranmasını önermektedir. Süt çocuğunun demir ihtiyacı, uygun beslenme ile sağlanamazsa, hızla “Demir Eksikliği Anemisi” gelişir.

Bebeklerin 6. aydan daha uzun süre “tek başına” anne sütü ile beslenmesi, sadece inek sütü veya pirinç unu maması alması gibi yanlış beslenme alışkanlıkları demir eksikliğini kolaylaştıran en önemli faktörlerdir. Demir eksikliğinin gelişmesinde, inek sütünün demir içeriğinin düşük olmasının yanında, inek sütünden demir emiliminin düşük olması ve inek sütünün sıklıkla intestinal kan kaybına sebep olması önemli nedenlerdir.

Prof. Dr. Hilal Mocan, özellikle büyümenin çok hızlı olduğu 0-3 yaş bebeklik ve çocukluk döneminde bebek beslenmesinin çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından hayati öneme sahip olduğuna dikkat çekiyor.

İNEK SÜTÜ DEMİR YÖNÜNDEN ZAYIF

Beyin gelişimi dolayısıyla bilişsel gelişimin beslenme ile çok yakından ilgili olduğunu, beynin de demir eksikliğine karşı son derece hassas bir bölge olduğunu belirtiyor. Prof. Dr. Mocan; “İlk 6 ay bebeğe verilebilecek en değerli besinin sadece anne sütü olduğunu, anneden depolanan demirin bebeğe 6 ay yeterli geleceğini, 6. aydan itibaren bebeklere anne sütü yetersizse formül mama verilmesini bunun yanı sıra demirden zengin ek besinlere geçilmesi gerektiğini söylüyor.  Pirinç unu gibi inek sütü ile hazırlanan ya da kilo alımı dışında bebeğe faydası olmayan besinlerden kaçınılmasını gerektiğini, bir yaşından önce inek sütünü de bebeğe zararlı ve demir yönünden zayıf olduğu için önermiyor.”

Bir yaşından önce inek sütü, demir eksikliğine neden olmaktadır. İnek sütü demir açısından fakirdir, bebeğin demir ihtiyacını karşılayamaz.
Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, inek sütü ile beslenen bebeklerde günlük ihtiyacı olan önemli mineraller (demir, iyot, çinko gibi) eksik kalıyor ve büyüme ve gelişme geriliğine sebep oluyor.

Zihinsel ve fiziksel gelişim geriliği ile kansızlık gibi pek çok sağlık sorununa yol açan demir eksikliğinin önüne geçmek için, doğru besinlerle demir ihtiyacını karşılamak gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Hilal Mocan; “Bebek 6. aydan sonra hiçbir şekilde yeterli anne sütü alamıyorsa, litresinde 6-12 mg demir içeren formül maması tercih edilmelidir.

Ayrıca demirden zengin beslenme sağlanmalıdır ( Et, yumurta, baklagiller gibi ). Ülkemizde inek sütü kolaylığı açısından hem sıvı olarak hem de ek besinlerle karıştırılarak sık tercih edilen bir gıda olmuştur. Oysa ilk 1 yıl inek sütü bebeğin demir ihtiyacını kesinlikle karşılamaz.

DEMİR EKSİKLİĞİ ZEKA GERİLİĞİNE YOL AÇABİLİR

Süt çocuklarında en önemli demir eksikliği nedenleri, takip edilmeyen erken doğumlar, inek sütü verilmesi, daha sonra da ek gıdaların hazırlanmasında demirden zengin gıdalar yerine pirinç unu, bisküvi, ekmek kullanılmasıdır. Demir, uygun olmayan gıdalarla verilirse onların içindeki demiri bağlar ve işe yaramaz hale getirir.  Erken inek sütü alımı, içerisinde yeterli demir olmayışından dolayı demir eksikliğine yol açar.  Demir eksikliği de zekâ geriliğine de davetiye çıkarabilir. ” diyor.

İki yaşına kadar demir eksikliği görülen çocukların zihinsel ve motor gelişimleri düşük seviyelerde gerçekleştiğini ve sonrasında demir takviyesi yapılsa bile bunun telafisi mümkün olmadığını sözlerine ekleyen Prof. Dr. Hilal Mocan; erken çocukluk döneminde yaşanan demir eksikliği anemisinin 11-14 yaşlarındaki okul performansında anlamlı derecede azalmasıyla ilişkili olacağını söylüyor.



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 07 May 2011 Saat 00:54

Çocuklarda fazla uyku boy uzatıyor

ABD'de yapılan bir araştırmayla, bebeklik döneminde alınan uzun uykuların boy uzaması üzerinde doğrudan etkili olduğu belirlendi.

Çocuklarda fazla uyku boy uzatıyor


Annelerin “Uyusun da büyüsün ninni” söyleminde gerçek payı olduğu bilimsel araştırmayla kanıtlandı. Amerika Birleşik Devletleri’nin Georgia Eyaleti’ndeki Emory Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre gün içinde, normalin üzerindeki her uyku, boy uzama potansiyelini yüzde 43 oranında artırıyor.

“Sleep” adlı Uyku Sağlığı Dergisi’nde yayınlanan araştırmada, daha fazla uyumak isteyen bebeklerin bu isteklerinin boy uzamasının bir işareti olduğu belirtildi. Araştırma sonunda uzamanın bu uyku seanslarını takip eden 48 saat içinde gerçekleştiği saptandı. Uzmanlar, uyumak isteyen çocuğun engellenmemesi gerektiğini söylüyor.




-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 20 May 2011 Saat 09:11

Çocuğa sütü nasıl sevdiririz?..

Süt, başta çocuklar olmak üzere, 7'den 70'e herkesin vücudu için gerekli olan bütün besinleri dengeli olarak içinde bulunduran tek besin...

Çocuğa sütü nasıl sevdiririz?..
http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=madmedya&source=tbx32-250&lng=de&s=facebook&url=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2Fsaglik-cocuga-sutu-nasil-sevdiririz_40453.html&title=%C3%87ocu%C4%9Fa%20s%C3%BCt%C3%BC%20nas%C4%B1l%20sevdiririz%3F..%20-%20SA%C4%9ELIK%20-%20SacitAslan.com&ate=AT-madmedya/-/-/4dd605c7e00e4f2c/1/4dc71308be816114&uid=4dc71308be816114&ufbl=1&pre=http%3A%2F%2Fsacitaslan.com%2F&tt=0 - - http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=madmedya&source=tbx32-250&lng=de&s=meinvz&url=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2Fsaglik-cocuga-sutu-nasil-sevdiririz_40453.html&title=%C3%87ocu%C4%9Fa%20s%C3%BCt%C3%BC%20nas%C4%B1l%20sevdiririz%3F..%20-%20SA%C4%9ELIK%20-%20SacitAslan.com&ate=AT-madmedya/-/-/4dd605c7e00e4f2c/2/4dc71308be816114&uid=4dc71308be816114&ufbl=1&pre=http%3A%2F%2Fsacitaslan.com%2F&tt=0 - - 1


Büyüme ve gelişmenin temel yapı taşlarını içeren süt, vücutta kalp, sinir ve kas hücreleri gibi hayati fonksiyonların devamlılığı için çok önemlidir.

Sütün yararları saymakla bitmiyor ancak artık süt pek rağbet edilen içecekler arasında yer almıyor.  Çocukluklar arasında “Ben bebek miyim süt içeyim” inanışına ek olarak, aileler de “ Çocuğum artık büyüdü, elimde bir bardak sütle peşinde koşturacak değilim” diyerek çocukların büyüme gelişme dönemlerinde bu eşsiz besin kaynağından faydalanması gerekliliğini göz ardı ediyor.
 
Dyt. Yeşim Çelik, “21 Mayıs Dünya Süt Günü” öncesinde sütün beslenmemizdeki önemi hakkında bilgi verdi.

KALSİYUM DEPOSU

Yaşamın her döneminde tüketilmesi gereken süt ve süt ürünleri, özellikle büyüme ve gelişme dönemlerinde, gebelik ve emzirme sürecinde daha fazla önem kazanmaktadır. Süt ve süt ürünleri bu dönemlerde en fazla ihtiyaç duyulan mineral olan kalsiyumun en iyi kaynağı olarak gösterilmektedir.

YOĞURT KANSERİ ÖNLÜYOR

Kalsiyum çocukların kemik ve diş oluşumlarının tamamlanmasında, ileriki yaşlarda kemik yoğunluğunun azalmasını önlemede, gebe ve emziklilikte artan ihtiyaca bağlı depolardaki azalmayı önlemede yardımcıdır. Ayrıca bir süt ürünü olan yoğurdun sağlığı geliştirici etkisi artık herkesin bildiği bir gerçektir. Yoğurtta bulunan bakterilerin kanser, enfeksiyonlar, gastrointestinal hastalıklar ve astım gibi hastalıkları önleyici etkileri bilinmektedir. Bunun yanında yoğurdun içerdiği probiotik ve prebiotik maddelerin; kabızlık, ishal, kalp hastalıkları, şeker, kemik erimesi ve kalın bağırsak kanseri gibi çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiği, bağışıklık sistemini güçlendirdiği özellikle immunoglobulin A’dan zengin olduğu, B grubu vitaminler ve folik asit sentezinde yer aldığı, laktozun sindirimini kolaylaştırdığı ve ishali önleyici etkisinin bulunduğu da bilinmektedir.

Normal yetişkinlerde ihtiyaç 2 porsiyon süt veya yoğurt ile karşılanabilmekte ancak ihtiyaçların arttığı gebelik, emziklilik ve büyüme, gelişme dönemlerinde bu ihtiyaç 3-4 porsiyona çıkmaktadır.

BESİN GRUPLARI

İçerik
Süt ve ürünleri
Protein, kalsiyum, fosfor, B2 B12, kalsiyum, a vitamini
Et, yumurta, kurubaklagil
Protein, demir, çinko, magnezyum, fosfor, B6, B12, B1 ve Avit
Sebze ve meyveler
Folik asit, beta karoten, E vit, Cvit, B2 vitamini, kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum, posa ve çeşitli antioksidantlar
Ekmek ve tahıllar
B12 dışındaki Vitaminleri, özellikle B1 Vit.

'ONA SÜTÜ SEVDİRİN'

Uz. Dr. Gökhan Mamur, çocuklara sütü sevdirmenin yolları hakkında önerilerde bulundu.

1.Hamileyken süt için: Çocuğunuzun tat duyusu ilk aşamada sizin karnınızdayken gelişmeye başlar. Siz hamileyken yediğiniz yemeklerin tadı amniyotik sıvınıza geçer.  Çocuğunuz doğup büyüdükçe bu vereceğiniz gıdalar süt de dahil olmak üzere bu şekilde ona hiç de yabancı gelmeyecektir.

2.Yaşamın altıncı ayından itibaren süt verebilirsiniz: Yıllardır çocuk hekimleri olarak “ilk bir yıl inek sütü vermeyin” diyoruz ancak artık biliyoruz ki ek gıdalara altıncı aydan sonra geçildiğinde dengeli beslenme ile inek sütü de verilebilir. Bu şekilde çocuğunuz erkenden sütün tadına alışacaktır. Ancak günlük süt ürün miktarının 500 ml. ‘yi geçmemesi demir eksikliği ve kansızlık riski için önemlidir.

3.Kendiniz süt için ve ona örnek olun:  Çocuklar sözlerle değil çevresinde gördüğü hareketlerle öğrenir. Onlar sizleri birer idol gibi görür ve sizin yaptıklarınız “asla yanlış olamaz” onlar için. Bu nedenle çocuğunuzun yanında sütü bardağınıza doldurun ve kana kana için.

4.Kardeşler arası yarış iyi bir yöntemdir:  Kardeşi veya akranları arasında süt içme yarışı yapabilirsiniz.  Bilirsiniz aralarında rekabet olunca hemen hemen her şey yaptırabilirsiniz.

5.Pipet içimi kolaylaştırır:  Çocuklar pipete bayılırlar. Yalnızca süt içerken kullanabileceği renkli, şekilli pipetler kullanmasına izin verin.

6.Renkli ve eğlenceli bardaklar her zaman işe yarar: Eğlenceli bardak kullanmak da  pipet gibi çocukların süt içmesine yardımcı olacaktır. Hatta bırakın “özel süt bardağını” alışverişe gittiğinizde o seçsin.

7.Süt takvimi yapın: Süt hergün içilmelidir. Çocuğunuz süt içtikten hemen sonra da en çok sevdiği çıkartmayı (sticker) belirlediğiniz “özel süt içme takvimine” kendisi yapıştırırsa bu durumdan daha çok keyif alacaktır.

8.Meyveli süt besleyicidir: Bazı çocuklar ne yaparsanız yapın sütün tadına pek alışamazlar.  Bu tür durumlar için çocuğunuzun en sevdiği meyveyi püre haline getirip süt ile karıştırabilirsiniz.

9.Dondurmalı ile sütün muhteşem birleşimi: Dondurma da harika bir kalsiyum kaynağıdır, neticede sütten yapılmaktadır. Bir bardak sütün içine bir top dondurma harika bir çözüm olabilir. Unutmayın, dondurmalı karışımı çocuğunuz mutlaka görsün, hatta bırakın kendi içeceğini kendisi hazırlasın.

10.Kakaolu süt: Son çare olsa da kakaolu süt de geçerlidir. Çocuğunuzun hiç süt içmemesindense kakaolu süt tercih etmesi de daha iyidir.

 



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 21 May 2011 Saat 01:24

İştahsız çocuklara yemek yedirmenin püf noktaları

Eğer çocuğunuz iştahsızsa, her öğün ne yapacağınızı, ne yedireceğinizi şaşırırsınız. Birçok anne ve baba da aynı durumdan şikayetçi.

İştahsız çocuklara yemek yedirmenin püf noktaları
http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=madmedya&source=tbx32-250&lng=de&s=facebook&url=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2Fsaglik-istahsiz-cocuklara-yemek-yedirmenin-puf-noktalari_40496.html&title=%C4%B0%C5%9Ftahs%C4%B1z%20%C3%A7ocuklara%20yemek%20yedirmenin%20p%C3%BCf%20noktalar%C4%B1%20-%20SA%C4%9ELIK%20-%20SacitAslan.com&ate=AT-madmedya/-/-/4dd6e9f5f6120513/1&uid=4dd6e9f5da47b5dc&ufbl=1&pre=http%3A%2F%2Fsacitaslan.com%2F&tt=0 - - http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=madmedya&source=tbx32-250&lng=de&s=meinvz&url=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2Fsaglik-istahsiz-cocuklara-yemek-yedirmenin-puf-noktalari_40496.html&title=%C4%B0%C5%9Ftahs%C4%B1z%20%C3%A7ocuklara%20yemek%20yedirmenin%20p%C3%BCf%20noktalar%C4%B1%20-%20SA%C4%9ELIK%20-%20SacitAslan.com&ate=AT-madmedya/-/-/4dd6e9f5f6120513/2&uid=4dd6e9f597aed94c&ufbl=1&pre=http%3A%2F%2Fsacitaslan.com%2F&tt=0 - - 1


Peki bu konuda çocuğunuzun iştahını açmak, daha çok yemesini sağlamak için ne yapmalısınız?

İşte iştahsız çocukların yemek seçeneklerini artırmanın yolları:

1. Akşam yemeğini erken saatte yedirin: Birçok çocuk öğleden sonra, okuldan eve geldiğnde, yaklaşık saat 3 gibi acıkır. Bu zaman dilimi çocuklarınız için en iyi yemek saati olabilir, daha sonra da akşam hafif bir atıştırmalık yedirebilirsiniz. Eğer çocuğunuz okulda öğle yemeğinde çok fazla yemediyse bu doğrudur. Ancak öğle yemeğinde karnını doyurduysa okuldan gelince bir şey yedirmeyin. Akşam yemeğinde daha fazla acıkmasını bekleyin.

2. Yarım yarım yedirin: Çocuğunuza biraz yediğiniz yemekten ve biraz da sevdiği yemekten parça parça yedirin. Örneğin, tavuk seviyorsa biraz tavuk, biraz da sebze yemeği sunun. Sebze yemeğini bitirirse tavuğunu da yiyebileceğini söyleyin.

3. Daha küçük porsiyonlar şeklinde yemeğini sunun: Genellikle tabaklarımıza ihtiyacımızdan fazla alırız. Fakat, iştahsız çocuklar için bu durum daha tehditkardır. İştahı olmayan çocuklarınıza daha küçük tabaklarda daha küçük porsiyonlar şeklinde yemeklerini verin. Böylece yemek yedirirken savaşı sona erdirirsiniz.

4. İlk kez yediği yemeklerde sabırlı olun: Bazen çocuklar kendilerine sunulan yemezi sevmezler veya yeni bir yemeği denemekten çekinirler. Eğer çocuğunuza yeni bir yemek veriyorsanız, yemekten bir iki parça verin. Ancak bir sonraki seferde daha fazla yemesi gerektiğini belirtin.

5. Bir kez yemek yerine başka şeyler yemm izin verin: Haftada bir kez yemek yerine bir tost, sandviç ya da bir kase mısır gevreği yemesine izin verin. Bunun hangi öğünde ve hangi gün olacağını kendisi belirlesin.

6. Oyun ile yemek yedirin: Birçok çocuk oyunları sever. Bu nedenle akşam yemeğinde çocuğunuzla yaşına uygun olarak oyun oynamayı deneyin.


 



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 17 Haz 2011 Saat 10:40

Çocuğunuza güneş kremi sürmeyin!

Kimyasal bazlı güneş kremlerin özellikle çocuklar üzerinde kullanılmasının doğru olmadığını belirten uzmanlar, güneş kremlerindeki toksik maddedin cilde zarar verdiğini söyledi.

Çocuğunuza güneş kremi sürmeyin!
http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=madmedya&source=tbx32-250&lng=de&s=facebook&url=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2Fsaglik-cocugunuza-gunes-kremi-surmeyin_41751.html&title=%C3%87ocu%C4%9Funuza%20g%C3%BCne%C5%9F%20kremi%20s%C3%BCrmeyin%21%20-%20SA%C4%9ELIK%20-%20SacitAslan.com&ate=AT-madmedya/-/-/4dfb04f1a18724ae/1/4dede15e5cf2b7ad&uid=4dede15e5cf2b7ad&ufbl=1&pre=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2F&tt=0 -  


Güneşin neden olduğu ölümcül cilt kanseri türleri bulunduğunu, cildin yaşlanmasının en büyük nedenin güneş ışınları olduğunu kaydeden uzmanlar, “Güneş kremleri ikiye ayrılıyor. Kimyasal ve fiziksel koruma sağlayanlar. Markası ne olursa olsun, ne kadar para vermiş olursanız olun, piyasada satılan herhangi bir güneş kremini aldıysanız, o krem muhtemelen kimyasal koruma sağlayan bir kremdir.

Kimyasal koruma sağlayan kremler, son derece kompleks kimyasallar içeriyor ve deri bu kimyasalları emiyor. Emilen kimyasallar, güneşe karşı bir kalkan oluşturuyor. Ama aynı zamanda da vücudunuza girmiş oluyor. Üstelik bu kimyasallar güneş ışığına maruz kalınca, kendi içinde de değişime uğruyor. Fiziksel koruma sağlayan güneş koruyucular ise, piyasada mineralli diye satılıyor. Bu koruyucuları deri emmiyor. Cildinizin üzerinde, örtü gibi bembeyaz bir tabaka oluşturuyorlar. Bu tabaka, güneş ışınlarını bir ayna gibi geri yansıtıyor. Yani aslında bir tişört giymeden çok bir farkı yok. Güneş koruyucuların içindeki kimyasallar, ostrojen hormonu gibi etki edebildiklerine dair, güçlü kanıtlar bulunuyor. Bu, şu anlama geliyor. Kimyasallar, deri tarafından emilerek çocuğun sistemine giriyor ve sanki östrojen hormonuymuş gibi vücudunu etkilemeye başlıyor. Hormonal dengeyi bozuyor. Bu nedenle hamileler, emziren kadınlar ve çocuklar kimyasal güneş koruyucu kullanmaktan kaçınmalı” diye konuştu.

Nanoteknolojinin en yaygın kullanıldığı alanlardan birinin güneş koruyucuları olduğunu kaydeden uzmanlar, “Güneş koruyucuların ham maddeleri, cildin öyle kolay kolay emebileceği cinsten değil. Güneş koruyucunuz cildiniz tarafından kolayca emiliyor ve beyaz bir tabaka, ağır bir his bırakmıyorsa, bilin ki üretilirken nanoteknolojinin bütün nimetlerinden faydalanılmıştır. Tüm transparan, kolay emilen kozmetikler, nanoteknoloji harikası.

Nanoteknoloji bu maddeleri sadece transparan yapmıyor. Moleküler büyüklükleri değişime uğruyor, vücutta birçok farklı noktaya nüfuz eder hale geliyorlar. Aldığınız herhangi bir kozmetiğin arkasını çevirip bakın, en az bir tane paraben ile biten tuhaf kelime görebiirsiniz. Raf ömrünü uzatan ve Paraben adı verilen kimyasallar, Parabenler her yerde var. Dolayısıyla güneş koruyucuların içinde de bolca bulunuyor. Parabenlerin uzun süreli etkileri ise bilinmiyor” diye konuştu.

Zararlı etkilerinden korumak için çocukların 12.00 – 17.00 saatleri arasında güneşe çıkarılmaması gerektiğini ifade eden uzmanlar, “Çıkmak zorunda kalırsanız gölgede tutmaya çalışın. Güneşe çıkarken, ensesini kapatacak, suratını tamamen gölgeleyecek bir şapka takın. Kısa şort yerine, mümkün olduğu durumlarda, ince, uzun, açık renk bir pantolonu ya da uzun kollu ince bir tişörtü tercih edin. Güneş koruyucunun kaçınılmaz olduğu durumlarda, mineralli koruyucular kullanın. Çocuklar için üretilen UV filtreli mayolardan faydalanmayı deneyin. Parabenden uzak durmak için ekolojik / organik sertifikalı ürünler tercih edin.

Kimyasal koruyucu kullanmak zorunda kaldığınız durumlarda çocuğunuzun vücudunun mümkün olduğu kadar küçük bir kısmına sürün. Mesela iyi bir şapka takıyorsa, suratına sürmeyin. Kumda oynarken kısa kollu tişört giydirin, sadece kollarına sürün. Kimyasal koruyucu kullanmak zorunda kalırsanız, düşük faktörlü kullanın. 20 faktörle 50 faktör arasında sadece yüzde 3'lük bir koruma farkı var. Ama 50 faktör kullandığınızda, çok daha fazla kimyasala maruz kalıyorsunuz” diye konuştu.





-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 21 Haz 2011 Saat 20:27

Demir eksikliğine dikkat!..

Uzmanlar sağlıklı bebekler için demirin önemini vurguluyor...

http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=madmedya&source=tbx32-250&lng=de&s=facebook&url=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2Fsaglik-demir-eksikligine-dikkat_39013.html&title=Demir%20eksikli%C4%9Fine%20dikkat%21..%20-%20SA%C4%9ELIK%20-%20SacitAslan.com&ate=AT-madmedya/-/-/4e00d47aaa42cf7f/1&uid=4e00d47a26a73821&ufbl=1&pre=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2F&tt=0 -


Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de 5 yaş altı her 2 çocuktan birinde demir eksikliği görülmektedir. Genel tabloya bakıldığında en sık görülen yaş grubu 6 ile 36 ay arası çocuklardır. Demir eksikliği süt çocuğunda mental ve motor gelişimi yavaşlatarak çocukların entellektüel gelişiminin bozulmasına neden olmaktadır. Demir, sinir sistemi gelişmesinde önemlidir. Demir eksikliği olan çocuklarda beyin gelişiminin olumsuz etkilendiği görülmekte ve tedavi için hızlı büyüme dönemi eğer kaçırılırsa tedavi edildiklerinde kaybın geri dönüşü olamamaktadır.

Amerikan Pediatri Akademi Komitesi, yenidoğanların 9-12. ayda, prematürelerin 6. ayda demir eksikliği açısından taranmasını önermektedir. Süt çocuğunun demir ihtiyacı, uygun beslenme ile sağlanamazsa, hızla “Demir Eksikliği Anemisi” gelişir.

Bebeklerin 6. aydan daha uzun süre “tek başına” anne sütü ile beslenmesi, sadece inek sütü veya pirinç unu maması alması gibi yanlış beslenme alışkanlıkları demir eksikliğini kolaylaştıran en önemli faktörlerdir. Demir eksikliğinin gelişmesinde, inek sütünün demir içeriğinin düşük olmasının yanında, inek sütünden demir emiliminin düşük olması ve inek sütünün sıklıkla intestinal kan kaybına sebep olması önemli nedenlerdir.

Prof. Dr. Hilal Mocan, özellikle büyümenin çok hızlı olduğu 0-3 yaş bebeklik ve çocukluk döneminde bebek beslenmesinin çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından hayati öneme sahip olduğuna dikkat çekiyor.

İNEK SÜTÜ DEMİR YÖNÜNDEN ZAYIF

Beyin gelişimi dolayısıyla bilişsel gelişimin beslenme ile çok yakından ilgili olduğunu, beynin de demir eksikliğine karşı son derece hassas bir bölge olduğunu belirtiyor. Prof. Dr. Mocan; “İlk 6 ay bebeğe verilebilecek en değerli besinin sadece anne sütü olduğunu, anneden depolanan demirin bebeğe 6 ay yeterli geleceğini, 6. aydan itibaren bebeklere anne sütü yetersizse formül mama verilmesini bunun yanı sıra demirden zengin ek besinlere geçilmesi gerektiğini söylüyor.  Pirinç unu gibi inek sütü ile hazırlanan ya da kilo alımı dışında bebeğe faydası olmayan besinlerden kaçınılmasını gerektiğini, bir yaşından önce inek sütünü de bebeğe zararlı ve demir yönünden zayıf olduğu için önermiyor.”

Bir yaşından önce inek sütü, demir eksikliğine neden olmaktadır. İnek sütü demir açısından fakirdir, bebeğin demir ihtiyacını karşılayamaz.
Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, inek sütü ile beslenen bebeklerde günlük ihtiyacı olan önemli mineraller (demir, iyot, çinko gibi) eksik kalıyor ve büyüme ve gelişme geriliğine sebep oluyor.

Zihinsel ve fiziksel gelişim geriliği ile kansızlık gibi pek çok sağlık sorununa yol açan demir eksikliğinin önüne geçmek için, doğru besinlerle demir ihtiyacını karşılamak gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Hilal Mocan; “Bebek 6. aydan sonra hiçbir şekilde yeterli anne sütü alamıyorsa, litresinde 6-12 mg demir içeren formül maması tercih edilmelidir.

Ayrıca demirden zengin beslenme sağlanmalıdır ( Et, yumurta, baklagiller gibi ). Ülkemizde inek sütü kolaylığı açısından hem sıvı olarak hem de ek besinlerle karıştırılarak sık tercih edilen bir gıda olmuştur. Oysa ilk 1 yıl inek sütü bebeğin demir ihtiyacını kesinlikle karşılamaz.

DEMİR EKSİKLİĞİ ZEKA GERİLİĞİNE YOL AÇABİLİR

Süt çocuklarında en önemli demir eksikliği nedenleri, takip edilmeyen erken doğumlar, inek sütü verilmesi, daha sonra da ek gıdaların hazırlanmasında demirden zengin gıdalar yerine pirinç unu, bisküvi, ekmek kullanılmasıdır. Demir, uygun olmayan gıdalarla verilirse onların içindeki demiri bağlar ve işe yaramaz hale getirir.  Erken inek sütü alımı, içerisinde yeterli demir olmayışından dolayı demir eksikliğine yol açar.  Demir eksikliği de zekâ geriliğine de davetiye çıkarabilir. ” diyor.

İki yaşına kadar demir eksikliği görülen çocukların zihinsel ve motor gelişimleri düşük seviyelerde gerçekleştiğini ve sonrasında demir takviyesi yapılsa bile bunun telafisi mümkün olmadığını sözlerine ekleyen Prof. Dr. Hilal Mocan; erken çocukluk döneminde yaşanan demir eksikliği anemisinin 11-14 yaşlarındaki okul performansında anlamlı derecede azalmasıyla ilişkili olacağını söylüyor.



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 28 Haz 2011 Saat 10:53

Çocukları yaz hastalıklarından koruyun

Uzman Dr. Gökçe Günbey Eleman, bebeklerde yaz aylarında artış gösteren pişik ve ishal gibi hastalıklarla ilgili ailelere önemli uyarılarda bulundu.

Çocukları yaz hastalıklarından koruyun
http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=madmedya&source=tbx32-250&lng=de&s=facebook&url=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2Fsaglik-cocuklari-yaz-hastaliklarindan-koruyun_42177.html&title=%C3%87ocuklar%C4%B1%20yaz%20hastal%C4%B1klar%C4%B1ndan%20koruyun%20-%20SA%C4%9ELIK%20-%20SacitAslan.com&ate=AT-madmedya/-/-/4e0988472c9d3781/1/4dede15e5cf2b7ad&frommenu=1&uid=4dede15e5cf2b7ad&ufbl=1&pre=http%3A%2F%2Fwww.sacitaslan.com%2F&tt=0 -

Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Uzman Doktoru Gökçe Günbey Eleman, pişik ve ishal gibi hastalıklara karşı bebeklerin yaz aylarında temiz bir havlu ile nazikçe kurulanıp, bebeğin altının havalandırılması gerektiğini belirterek, "Böylece cildin kuruması daha çabuk olacaktır. Bezi çok fazla sıkmayın ve cildinin hava aldığından emin olun. Her bez değişimi sonrası çinko oksit içeren pişik koruyucu kremleri kullanmanız pişiklerin önlenmesinde faydalı olacaktır" dedi.

"Yazın ishale yol açan nedenlerin başında enfeksiyonlar gelmektedir" diyen Eleman, "Yazın ishal yapan mikroplar; virüsler, bakteriler ve parazitlerdir. Bu mikropların bir kısmı yaz-kış ishal yapabilmekte iken bir kısmı kış aylarını, bir kısmı ise yaz aylarını tercih etmektedirler. İshaller en sık 0-5 yaş grubunda görülmekte olup, gelişmekte olan ülkelerde ilk 2 yaştaki ölüm nedenlerinin başında gelmektedir" ifadelerini kullandı.

Hafif ishal vakalarında tedavinin evde yapılabileceğini belirten Uz. Dr. Gökçe Günbey Eleman, "Anne sütü alan bebeklerde emzirmeye devam edilir. Anne sütü almayan 6 aylıktan büyük bebek ve çocuklara alışık oldukları sıvı gıdaların yanı sıra pirinç lapası, muz, elma püresi, yoğurt, ayran gibi gıdalar verilir. İshal geçene kadar lifli ve yağlı gıdalardan uzak durulur. Ağır ishal vakalarında ise hastaya hastaneye yatırılarak damar yolu ile sıvı tedavisi uygulanır. Dışkıda kan ve iltihap hücreleri varlığında veya ishalin 7 günde düzelmemesi durumunda dışkı kültürü alınmalı ve gerekiyorsa antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Ayrıca ishaller en sık 0-5 yaş grubunda görülmekte olup, gelişmekte olan ülkelerde ilk 2 yaştaki ölüm nedenlerinin başında gelmektedir" dedi.

Güneş yanıklarına da değinen Eleman, "Uzun süre güneşe maruz kalındığında ciltte önce kızarıklık oluşur. Daha uzun süreli hasarlarda cilt üzerinde su dolu kabarcıklar izlenir. Çocuğunuz açık tenli, sarışın veya kızıl saçlı, renkli gözlü, çilli ise güneş yanıklarına karşı daha hassastır. Çocukları güneş ışınlarının en yoğun geldiği saatler olan 11.00-16.00 arasında güneşe çıkartmayın. Ayrıca çocuğunuza açık renk, pamuklu kumaştan bol giysiler giydirin ve başına geniş siperlikli şapka takın" diye konuştu.

Böcek, arı ve sineklerin ısırmasının çocukların sağlığını bozabileceğini ifade eden Eleman, "Isırılan bölgeye soğuk kompres ve buz uygulayın, iğne varsa cımbızla çekerek değil bıçak sırtı ile sıyırarak uzaklaştırmaya çalışın. Kaşıntıyı azaltmak için steroidli ve antihistaminikli pomatlar sürmenin yanı sıra ağızdan şurup verilebilir. Arı sokmasında ise ağrı varsa ağrı kesici şurupta alınabilir" açıklamasında bulundu.


 



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 14 Eyl 2011 Saat 21:04
Bu tarz &lt;font color=red&gt;çizgi filmlere&lt;/font&gt; dikkat!

Bu tarz
çizgi filmlere dikkat!
Uzmanlar anne-babaları uyardı. Hızlı tempolu çizgi film izleyen çocukta epilepsi riski var
Hızlı tempolu çizgi filmlerin çocuklarda konsantrasyon bozukluğuna neden olması konusun-da uzmanlar anne-babaları uyardı: “Bol ışıklı çizgi filmleri izleyen çocuklar sara nöbetleri geçirebilir.”

ABD’deki Virginia Üniversitesi’nin ‘Sünger Bob’ gibi hızlı tempolu çizgi filmlerin çocukların, konsantrasyonlarını bozduğu, problem çözme yeteneklerine zarar verdiğini tespit etti. Uzmanlar bu tip çizgi filmlerin çocuklara yaşattığı bir başka tehlikeye de dikkat çekiyor: Tempolu, aksiyonlu, bol ışıklı çizgi filmlerin, bilgisayar oyunları ve reklamların çocuklarda halk arasında sara olarak bilinen “ışığa duyarlı (fotosensitif) epilepsi”ye yol açabilir.


‘Nöbetleri tetikliyor’


Türkiye Çocuk Nörolojisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Meral Özmen, bu tip çizgi filmlerin ışığa duyarlı epilepsi nöbetlerini başlatan en önemli etkenlerden biri olduğunu söylüyor: “Işığa duyarlı epilepsi tüm epilepsilerinin yüzde 5’ini oluşturur. 5 ile 15 yaşları arasında görülür. Hızlı tempolu, çok ışıklı çizgi filmler ve devamlı değişen reklamlar hızlı patern değişikliği nedeniyle refleks epilepsi dediğimiz ışığa karşı duyarlı olan hastalarda nöbetleri tetikleyebilir. Genelde çocuk büyüdükçe düzelebilir ama ilaç tedavisinin gerektiren durumlar da olur. Çocuklara az ve 3 metre uzaktan televizyon izletmek gerekir. Nöbet tehlikesi yaşayan çocuklara televizyon tek gözle yani bir gözlerini kapatarak izletilmeli. Bu şekilde çocuğun beynine giden uyarı azaldığı için nöbet de engellenebilir. Bu hastalıkta yaşanan nöbetlerin yüzde 25’inin nedeni doğrudan bu tip tetiklemelerdir.”


‘Dikkati dağıtıyor’


Çocuk nörolojisi uzmanı Dr. Sinan Çomu ise, “Işık kırpışmaları bazı epilepsi türlerinde nöbetlerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Genelde genetik yatkınlığın olduğu çocuklarda görülür. Televizyonu uzaktan izlemek, tüplü ekran yerine düz ekran tv kullanmak tetiklemeyi azaltır. Işıklı, hızlı tempolu çizgi filmlerin tam ispatlanmış olmasa da hiperaktiviteye eğilimi, dikkatlerinin azalması, öğrenme yetilerinin törpülenmesi gibi hafızaya yönelik etkilerine de dikkat edilmesi önemli” diyor.


‘Evde sorun yaşıyoruz’


Çizgi Film Yapımcıları Derneği Başkanı Metin Kızmaz ise, “İlkokula giden ve çok hareketli, aksiyon dolu çizgi filmleri seyreden oğlum dikkatini toplamakta zorlanıyor. Değişken şeyler istiyor ve uzun süre bir işe konsantre olamıyor. Anne-babalar uyarıları dikkate almalı” dedi.
İlker AKGÜNGÖR / VATAN HABER MERKEZİ


-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 27 Eyl 2011 Saat 11:46

Ebeveynler meyve ve sebzeyi özendirmeli!..

Şişmanlık, başta yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kan yağı yükseklikleri, adet düzensizlikleri, kısırlık ve eklem ağrıları gibi birçok klinik rahatsızlığa direkt yol açıyor.

Ebeveynler meyve ve sebzeyi özendirmeli!..
http://www.sacitaslan.com/saglik-ebeveynler-meyve-ve-sebzeyi-ozendirmeli_37802.html# -


Obeziteyle mücadele küçük yaşta başlar

ŞİŞMANLIK, başta yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kan yağı yükseklikleri, adet düzensizlikleri, kısırlık ve eklem ağrıları gibi birçok klinik rahatsızlığa direkt yol açıyor. Çağımızın hastalığı olan şişmanlıktan çocukları korumak için de annelere çok önemli görevler düşüyor. Çünkü şişman çocuk maalesef sağlıklı çocuk değil. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya, okul öncesi dönemde yemek konusunda anne ve çocuk arasında anlaşmazlıkların olabileceğini söyleyerek, ’Çocuğa istemediği yiyeceği zorla yedirmemek gerekir. İstediği yiyeceği seçmekte bir nebze özgürlük tanımakta çocuğa daha sağlıklı alışkanlıklar kazandırabilir. Büyümesi normal olan çocukta yedikleri yeterli geliyordur demektir’ dedi.

KAHVALTI ŞART

Büyüme ve gelişme çağında ise özellikle kızlar, fiziksel görüntülerine çok önem verdikleri için bilinçsizce az ve dengesiz beslenme görülebiliyor. Kaya, ’Kahvaltılarını yapmadan okula gitmeler, açlık duygularını beslenme ve kalori değeri düşük yiyecek ve içeceklerle geçiştirmeler olabilir. Bunun sonucunda da büyüme gerilikleri, boy kısalıkları, kansızlık gibi birçok sorun ortaya çıkabilir’ uyarısında bulundu: Ara ve ana öğünlerde dengeli besin seçimi, şeker ve yağ içeriği yüksek yiyeceklerin azaltılması, taze sebze ve meyve yemenin özendirilmesi gerekir. Çay, kola yerine süt veya ayran tercih edilmeli. Ayrıca çocukları fizik egzersize teşvik ederek hareket etmeleri sağlanmalıdır.

OKUL ÖNCESİ ÖRNEK MÖNÜLER

- Sabah: 1 küçük bardak normal yağlı süt, 1 yumurta, 1 dilim ekmek, 1 elma
- Ara: Meyve
- Öğle: Mercimek çorbası, 1 tane etli biber dolma, 1 bardak ayran
- Ara: 1 portakal, 1 dilim börek
- Akşam: 1 kepçe mercimek çorbası, zeytinyağlı sebze yemeği, salata, küçük kase yoğurt
- Ara: 1 küçük bardak süt

- Sabah: 1 bardak süt, 1 dilim peynir, 1 yemek kaşığı pekmez, 1 dilim ekmek
- Ara: Meyve
- Öğle: Yumurtalı-peynirli makarna, salata, yoğurt
- Ara: Meyve
- Akşam: 2-3 tane orta büyüklükte balık, salata, 1 dilim ekmek
- Ara: 1 bardak süt

- Sabah: 1 bardak süt, 1 tatlı kaşığı kaymak ve bal, 1 dilim peynir, 1 dilim ekmek 
- Ara: Meyve 
- Öğle: 5-6 çorba kaşığı etli nohut, salata, yoğurt 
- Ara: 1 meyve, 1 dilim kek 
- Akşam: Yumurtalı ıspanak, yayla çorbası, patates püresi 
- Ara: 1 bardak süt

BÜYÜME ÇAĞI ÖRNEK MÖNÜLER

- Sabah: 4 kaşık meyveli müsli, 1 bardak süt 
- Ara: 1 tane meyve 
- Öğle: Pilav, kıymalı sebze yemeği, ayran 
- Ara: Yarım simit,  1 dilim peynir, 1 tane meyve
- Akşam: Etli kuru fasulye, salata, yoğurt 
- Ara: Meyve

- Sabah: 1 dilim ekmek, 1 yumurta, 1 bardak taze meyve suyu, 1 kaşık pekmez
- Ara: 1 meyve
- Öğle: Kıymalı sebzeli makarna, salata, 1bardak ayran
- Ara: 1 tane yağsız tost, 1 meyve
- Akşam: Yayla çorbası, zeytinyağlı barbunya, cacık
- Ara: 1 meyve.

- Sabah: 1 dilim peynir, 5 tane zeytin, domates, 1 bardak süt 
- Ara: 1 meyve 
- Öğle: Mercimek çorbası, 2 tane etli biber dolma, salata, yoğurt 
- Ara: 1 kase sütlaç 
- Akşam: 1 dilim ekmek, patatesli köfte, cacık 
- Ara: Meyve.





-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 01 Eki 2011 Saat 10:45

Erken kalkan erken yol alır!

Avustralyalı bilim adamlarının yaptığı araştırma, erken yatıp erken kalkmanın gelişim çağındaki çocukların obez olma ihtimalini azalttığını gösterdi..

Erken kalkan erken yol alır!
http://www.sacitaslan.com/saglik-erken-kalkan-erken-yol-alir_46597.html# -



Sonuçları Amerikan Sleep dergisinde yayımlanan araştırmada, Adelaide'daki South Australia Üniversitesi bilim adamları Carol Maher başkanlığında yaşları 9 ile 16 arasında 2200 çocuk ve adolesanı inceledi.

Araştırmada, geç yatıp geç kalkanların obez olma ihtimalinin diğerlerine oranla 1,5 kat fazla olduğu görüldü. Bu gruptaki çocuk ve gençlerin gün içerisinde fiziksel aktivitesinin diğerlerinin yarısı kadar, televizyon veya bilgisayar önünde geçirdikleri sürenin 3 kat fazla olduğu tespit edildi.

Bilim adamlarının, az uykunun gençlerde sağlık sorunlarına neden olduğunu tespit ettiklerini anımsatan Maher, "Ancak biz, her iki grubun da hemen hemen aynı süre uyuduğunu gördük. Bu da günü nasıl yaşadığının uykunun süresinden daha önemli olduğunu gösteriyor" dedi.





-------------



Mesajı Yazan: sümeyye2
Mesaj Tarihi: 05 Eki 2011 Saat 09:22
04.10.2011 18:12
Iğdır İl Sağlık Müdürü Dr. Seyfettin Yeşilboya, emzirmenin anne ve bebek sağlığı için çok gerekli olduğunu belirterek "Sağlıklı ve güçlü toplumun oluşmasında yeterli ve dengeli beslenme en temel koşullardan biridir" dedi.

Yeşilboya, 1-7 Ekim Emzirme Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, anne sütünün önemine dikkati çektı. Ülke nüfusun yüzde 35'ini oluşturan 0-14 yaş çocuklarda ölüm nedenleri içerisinde beslenme yetersizlikleri il sırada, enfeksiyonların ikinci sıralarda yer aldığını kaydetti. Doğumdan itibaren yaşamın ilk 6 ayında tek başına anne sütü ile beslenmenin önemine dikkat çeken Müdürü Yeşilboya, "Bilinen hiçbir teknolojik yöntemle anne sütünün eş değerinde yeni bir besin üretilememektedir. Anne sütü bebeğin ilk aşısıdır ve onu bulaşıcı hastalıklardan korur. Anne sütü bebeğiniz için en doğal, en taze, en temiz ve en ekonomik besindir. Anne sütü kolay sindirilir. Böylelikle bebeklerde karın ağrısı, ishal, kabızlık daha az görülür. Fosfor açısından zengin anne sütü alan bebekler diğer besinlerle beslenen bebeklere göre daha zeki olurlar. Ayrıca anne sütü içeriğindeki demir sayesinde bebeklerde kansızlığı, A vitamini sayesinde görmeye bağlı hastalık riskini önler, kalsiyum sayesinde büyüme ve kemik gelişimini hızlandırır, ileriki yaşlarda aşırı şişmanlık, şeker ve akciğer hastalıklarına yakalanma riskini azaltır. Anne ve bebek arasında özel sevgi bağı kurulmasını sağlar nitekim anne sütü ile beslenen bebekler daha özgüvenli olurlar "şeklinde konuştu.

"EMZİRME ANNE SAĞLIĞI İÇİN DE GEREKLİDİR"

Anne sütünün annelere sağladığı faydalardan da bahseden Yeşilboya, emzirmenin anne sağlığı için de gerekli olduğunu belirtti. Yeşilboya, "Başarılı emzirme, annenin bebeğini emzireceğini düşünmesi ve bunu başaracağına inanması ile başlar. Nasıl emzireceğini bilen anne kendine güven duyar. Emzirmeye doğumdan sonra ilk yarım saat içinde başlamak gereklidir. Doğumdan hemen sonra ilk birkaç gün içinde gelen koyu ağız sütü ziyan edilmeden bebeğe mutlaka verilmelidir. Ağız sütü bebeğin büyümesini kolaylaştırır, ayrıca hastalıklara karşı koruyucu maddeleri de ağız sütü ile beraber almış olur. Doğumdan hemen sonra emzirmeye başlayan annenin önceleri az miktarda gelen sütü, bebeğin emmesi ile kısa zamanda artacaktır. Bu nedenle mama ve şekerli su kesinlikle verilmemelidir. Bebek her istediğinde, her arandığında sık sık emzirilmelidir. Emzik ve biberon asla verilmemelidir" şeklinde konuştu.

Emzirme, doğum sonrası rahmin toparlanmasını hızlandırdığını da ifade eden Yeşilboya, "Emziren anneler, doğum sonrası daha kolay kilo verirler. Emziren annelerin meme, rahim kanserine yakalanma riski nispeten daha düşüktür. İleride ortaya çıkacak kemik erimesinden korur. Bebeği ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslemek ne kadar önemli ise zamanında ve uygun ek gıdalara başlamak da o derece önemlidir. Ancak 6'ncı ayda doğum ağırlığının 2 katı olmuş bebeğe yalnızca anne sütü yetmez. Anneler bebeklerini ilk 6 ay sadece anne sütü ile 6'ncı aydan sonra da uygun ek besinlerle birlikte 2 yaşına kadar emzirmelidir "diye belirtti.


-------------
http://lilypie.com">


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 11 Eki 2011 Saat 10:17
Pamuk Prenses le ilgili şok sözler

Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Derneği Başkanı Okay Şenol, bu ve buna benzer oyunların sahnelenmesinden şikâyetçi.

"Pamuk Prenses’in çocuklara kattığı hiçbir şey yok"

Çocukların izlemekten zevk aldığı tiyatro oyunlarından biri Pamuk Prenses ve 7 Cüceler. Ne var ki Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Derneği Başkanı Okay Şenol, bu ve buna benzer oyunların sahnelenmesinden şikâyetçi. Bunların çocuklara bir şey katmadığını belirten Şenol’a göre, daha güncel konular işlenmeli.Tiyatro sezonunun başlamasıyla çocuk tiyatroları da küçük izleyicilerine perdelerini açtı. Bunlardan biri de 15 yıldır çocuk oyunları sahneleyen Tiyatro Alkış. Tiyatro’nun yapımcısı ve oyuncusu olan Okay Şenol aynı zamanda Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Derneği’nin (ÇOGED) de başkanı. Türkiye’de çocuk tiyatrolarının sıkıntı içinde faaliyet gösterdiğini anlatan Şenol, ekonomik getirisi nedeniyle Pamuk Prenses gibi tiyatro klasiği haline gelen oyunları sahnelemekten şikâyetçi. Ailelerin içeriğini bilmediği oyunlar yerine Pamuk Prenses’i tercih ettiğini anlatan Şenol, "Pamuk Prenses çocuklara bir şey katmıyor, artık oyunlarda güncel konular işlenmeli." diyor. Şenol, kaybetmekte olduğumuz bazı değerlerin tiyatro sayesinde çocuklara aktarılabileceğine inanıyor. Tiyatronun çocuk eğitimi için çok elverişli bir alan olduğuna işaret eden Şenol,"Bazen bir öğretmenin bir yılda öğretemediği şeyi biz bir saatte çocuğa anlatabiliyoruz." diye konuşuyor.

Bazı çocuk tiyatrolarının oyunların pedagojik boyutuna dikkat etmediğini ifade eden Şenol, yıllardır oynana gelmiş olmasına rağmen pedagojik hatalarla dolu olduğu için Pamuk Prenses’e bile tiyatro tarafından yeni bir düzenleme getirildiğini kaydediyor. Yine maddî getirisi nedeniyle dizilerde oynamak zorunda olduklarını hatırlatan Şenol, bunun da sıkıntıları olduğunu dile getiriyor. Şenol yaşadığı sorunu bir örnekle anlatıyor: "Dizide polisi canlandırıyorum ve birilerini öldürüyorum. Ertesi gün gidip çocuk oyunu oynuyorum. Çocuk da beni gösterip, ’Akşam bunu öldürmüştün sen! Bu bir hata, bunu çocuğa açıklayamazsın.’ diyebiliyor."

İşin maddî boyutunu göz ardı ettikleri zamanların olduğunu da belirten Şenol, "Tiyatro Alkış olarak Çocuk Tiyatroları Festivali kapsamında oyun izleme imkânı olmayan çocuklar için her yıl sahne alıyoruz." diye konuşuyor.

Arzu Kılıç

 

 



-------------



Mesajı Yazan: Nilgün1
Mesaj Tarihi: 11 Eki 2011 Saat 12:48
Ben bu adamla kavga eden biri olarak söylemek istiyorum ki; şuan benimle tartıştığı herşeyi kendi itiraf etmiş. Tamamen ticari kaygı... Çok üzücü...
 
Özellikle bu oyunda yaş sınırı olmalıydı, salonun çoğu 3 -5 yaş arası çocukla doluydu, kapıda ne bir görevli ne ilgili... Sokma kardeşim küçük çocukları, yaş sınırı koy... Ama yok...Ticari kaygının böylesi...
 
Biz uzun süre sıkıntısını çektik, başka çocuklar bu duruma düşmez umarım...Confused
 


Mesajı Yazan: oykunaz
Mesaj Tarihi: 11 Eki 2011 Saat 13:12
Orjinalini yazan: Nilgün1 Nilgün1 Yazdı:

Ben bu adamla kavga eden biri olarak söylemek istiyorum ki; şuan benimle tartıştığı herşeyi kendi itiraf etmiş. Tamamen ticari kaygı... Çok üzücü...
 
Özellikle bu oyunda yaş sınırı olmalıydı, salonun çoğu 3 -5 yaş arası çocukla doluydu, kapıda ne bir görevli ne ilgili... Sokma kardeşim küçük çocukları, yaş sınırı koy... Ama yok...Ticari kaygının böylesi...
 
Biz uzun süre sıkıntısını çektik, başka çocuklar bu duruma düşmez umarım...Confused
 

nil...hatırladım ve bu yazıyı okuyunca da çok şaşırdım. diyecek gerçekten hiçbirşey yok...


-------------
http://www.glitterfy.com/">


Mesajı Yazan: Nilgün1
Mesaj Tarihi: 11 Eki 2011 Saat 13:31

Merhaba Nilgun Hanim 

 

İlk önce bizim cocuk tiyatrosu geçmişimizi incelerseniz bu yorumu yapmadan önce düşünürsünüz söyle başlayalım bu oyun 2 sanat sezonu kapalı Gise oynayan bir oyunumuz yaklaşık 20 bin cocuğa ulaştık hiç böyle bir elestri almadik ki sebebide bu kadar küçük bir cocuğun tiyatroya gelmesi daha bebek olarak düşünmeniz gerekirdi zaten pedagojik olarak bu bastan yanlış cocukların tiyatro seyretme yası 4 yas ve ustudur ayrıca bu bilinen bir hikayedir ve bu hikaye pedagojik hatalarla doludur malesef tüm evlerdede mevcuttur okursanız avcının yürek sökmesi Kraliçe'nin kralı oldurtmesi vs ama bu oyun tamamen sevgi üzerine oturturulmustur tiyatro Alkis böyle bilinen hikayeleri sahneye koyan tiyatro topluluğu değildir her zaman özgün oyunlar sergilemistir ama neyazikki veliler ülkemizin yazarlarına güvenmeyip bu bildikleri hikayelerin oyunlarına götürürler (oyunumuzda ölüm ile ilgili hiçbir konugecmemektedir ve yuvada yada evde yaşanan bazı olaylardan daha önce olan korkuları bu oyunla ortaya çıkmış olabilir )

 

Saygılarımla 

 

Okay Senol 

Tiyatro Alkis



Mesajı Yazan: oykunaz
Mesaj Tarihi: 13 Eki 2011 Saat 09:34
nilll bu yazısını bence yazısının altına eklemek lazım :))) 

-------------
http://www.glitterfy.com/">


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 20 Eki 2011 Saat 14:59
Kekemelik psikolojik bir problem mi?..

Dil ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı Aslı Altınsoy, Romatem Samsun Hastanesi’nde göreve başladı. Kekemelik, felç sonrası konuşma bozuklukları, ses bozuklukları, yutma bozuklukları, sesletim bozukluğu, işitme engelli çocuklar ve yarık damak-dudaklı çocuklarda görülen konuşma bozuklukları gibi sağlık problemlerine yönelik hizmet verdiklerini belirten Altınsoy, kekemeliğin psikolojik bir problem olmadığını, bir konuşma bozukluğu olduğunu söyledi. Tedavilerin özellikle bu konuda eğitimini tamamlamış uzman dil ve konuşma terapistlerinin kontrolünde yapılması gerektiğini ifade eden Altınsoy, "Dil ve konuşma terapisi sadece çocuklara yönelik bir hizmet değil. Dil ve konuşmasında anlaşılma sorunu yaşayan herkese yönelik bir hizmet. Çocuğunuz 3 yaşında konuşmuyorsa mutlaka bir konuşma terapistine başvurun. 3 yaşında bir çocuğun hangi konuşma patenlerine sahip olacağı bellidir. 3 yaşında bir çocuğun dağarcığında 10 tane sözcüğü varsa bu bir gecikmiş konuşmadır. Kekemeliğin gecikmiş konuşma ve 3 yaşında diye bir sınırı yok. Bir çocuk 6 yaşında da takılmaya başlayabilir, 9 yaşında da konuşmaya başlayabilir" diye konuştu.




-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 13 Kas 2011 Saat 18:13

Anne sütünün, bebeğin ilk 6 ayından 18 ayına kadar koruyucu etkisinden söz eden dr. Esen Yarar, anne sütü ile beslenen bebeklerde en az 6 aya kadar demir eksikliği görülmeyeceğine dikkat çekilerek, “Anne sütü koruyucu özelliklere sahiptir. Bu koruyucu özellikleri yeni doğanın sağlığını olumlu yönde etkiler. Anneden aldığı immünüglobülinler, bebeği, ilk 6 ayda daha etkili olmak üzere,18 aya kadar korumaktadır. Anne sütü ile beslenen bebeklerde antikor yapımı daha iyi düzeydedir.Anne sütü ile beslenen bebekler obeziteden korunmaktadırlar. Vitaminlerden A, C vitaminleri anne sütünde, inek sütünden daha fazladır. Anne sütü ile beslenen bebeklerde en az 6 aya kadar demir eksikliği anemisi görülmez” dedi.

Emzirmenin anneye olan yararlarına de değinen Dr. Yarar, “Emzirmenin, uterus ve meme kanserlerine karşı koruyucu etkidedir. Emzirme sırasında salınan oksitosin, uterusun involusyon sürecini hızlandırmaktadır. Anne için zahmetsiz, zamandan tasarruf sağlayıcı ve ekonomiktir. Ana çocuk sağlığı ve aile planlaması açısından da önemlidir. Ayrıca; Emzirme ile anne ile bebek arasında yakın bir ilişki kurulur” diye konuştu.

İYİ EMZİRME KURALLARI

Emzirmede dikkat edilecek hususlar ve iyi emzirme yöntemleri hakkında da bilgiler veren Yarar, şunları söyledi:“Doğumdan sonraki ilk 1- 2 saatte bebek son derece uyanıktır, emmeye hazırdır ve mememizi kolaylıkla alabilir. Bu nedenle bebek doğumdan sonraki ilk yarım saatte memeye konulmalıdır. Gece ve gündüz bebeği istediğinde emzirin ve her emzirmede memeyi kendisinin bırakmasını bekleyin. İlk bir iki haftada bebek, daha sık emmek isteyebilir ve daha sonra bir emme düzenine girer. Anne, bebeğini emzirmeye istekli olmalı çünkü psikolojik durum süt salınımını etkiler. Anneye bebeğini emzirmeden önce acil işlerinin olmamasını söylenir. Emzirme işleminin mümkünse sessiz, sakin bir ortamda olması gerekir. Bebeğini emzirmeden önce altını temizlemesini, burnu tıkanık ise tıkanıklığını açmasını- temizlemesini, bebeği sıkan giysilerin gevşetilmesini söyleriz. Annenin önce ellerini yıkamasını sonra suya batırılmış temiz bir bezle meme başlarını hafifçe silmesi söylenir. Annenin en rahat şekilde mümkünse dik durumda oturmasını söyleriz. Bebeğin başı omuzlardan desteklenerek yüksekte olmasını sağlarız. Elin işaret parmağı ile göğüsün üzerinden hafif bastırarak hem sütün gelmesini hemde göğüsün bebeğin burnunu tıkamasını engelleriz. Orta parmak ile bebeğin çenesi alttan desteklenerek yorulması azaltılmaya çalışılır. Her emzirmede ilk verilen memeyi değiştirmek, her iki memenin yeterince boşalmasını ve tekrar dolmasını sağlamak gerekir. Bebek, memeye iyi yerleştirilmiş olmak koşuluyla, kendi isteği bir süre emzirilmeli. Bazı bebekler yeterli sütü 20- 30 dakikada emerken bazıları 10 dakikada hotlu 4 dakikada bile alabilirler. Böylece bebek kendi emme sıklığını ve süresini belirleyerek gereksinimi olan sütün yapılmasını ayarlar”








-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 14 Ara 2011 Saat 22:28
Küçük çocuklar için süt uyarısı!..

CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK METABOLİZMA VE BESLENME BİLİM DALI BAŞKANI PROF. AHMET AYDIN:

Ben anne sütü dışında çocuklara süt içirilmesini 
doğru bulmuyorum. En doğrusu ek gıdalara başlar başlamaz kendi yaptığınız yoğurdu, kefiri verin, ama sütü süt olarak içirmeyin. Sadece kutu sütleri değil, günlük sütleri de... Çünkü süt en alerjik gıdadır. Çocukta başta astım olmak üzere pek çok alerjik ve kronik hastalığa sebep olabilir...

* Hocam dünkü konuşmamızda, “Bol bol tereyağı yiyip, unu şekeri keserseniz kolesterolünüz düşer” demiştiniz. Bu kadar basit mi? 
Unlu şekerli gıdalar diyorum. Bu basit bir cümle ama bir düşünün. Unlu şekerli her şey. Yani ekmek, makarna, pilav... Hele ki dışarıda yiyorsanız, yandınız! Börekler, çörekler, poğaçalar, simitler, hepsi çok tehlikeli. Bu arada meyvelerin çok tatlılarına da yanaşmayacağız...

* Peki baştan konuşalım mı o zaman? Nasıl beslenmemiz gerekiyor? Siz herhalde Taş Devri Diyeti’ni uyguluyorsunuzdur ama... Bize ne önerirsiniz? Nasıl vazgeçeceğiz unlu şekerli gıdalardan? 
Bence Karatay Diyeti de, Taş Devri Diyeti de uygundur. Ben ikisine birden ‘Tabiat Ananın Diyeti’ diyorum. Kolayca uygulayabilirsiniz. Eğer unlu şekerli gıdalarla beslenirseniz metabolik sendrom olursunuz. Vücudunuzda, o dün söylediğimiz damarları tahrip eden, daraltan iltihap hücreleri artar.

* Metabolik sendrom nedir?
Metabolik sendrom diyabet öncesi durumdur. ‘Prediyabet’ diyoruz biz bu döneme. Birden bire diyabet olmuyorsunuz, çocukluğunuzda beslenme alışkanlığınıza bağlı olarak yavaş yavaş hastalanmaya başlıyorsunuz. Kan şekeriniz yükseliyor yükseliyor, 100-110’ları bulunca ‘Diyabet oldun’ diyorlar. Bu metabolik sendrom daha siz diyabet olmadan önce iltihap hücrelerini artırıyor vücudunuzda ve damar sertliği de çocukluktan itibaren başlıyor. Yoksa 30’lu, 40’lı yaşlarda değil... Unlu şekerli gıdaları fazla yediğiniz için hastalanıyorsunuz. Bu yüzden biz her türlü gazoz, meyve suyu, hatta doğal meyve sularına bile karşıyız.

* Yani meyveden sıkılmışına bile?
Evet. Meyvenin kendisini yiyin diyoruz. Çünkü lifli olduğu için geç emilir bağırsaklarda, damarlara o kadar zarar vermez. Ama çok tatlı meyveleri de çok yemeyin diyoruz.

* Üzüm gibi mi?
Evet. Tabii ki, makul miktarda yiyebilirsiniz. Ama üzüm yerine, kivi, vişne, kiraz ya da ekşi elmayı tercih edin diyoruz. Meyveye biraz kısıtlama getiriyoruz ama sebzede hiç kısıtlamamız yok.

* Mesela bugün benim yanımda iki mandalina ile küçük birer elma ve armut var. Bir gün için bu kadar meyve çok mu?
Armut çok tatlı değilse olabilir. Ama diğer üçünü yiyebilirsiniz.

* Peki ya kuru meyveler?
Kuru incirin içindeki şeker oranı korkunçtur, kuru kayısının da öyle...

* Ama günde bir incir ya da iki kayısı yeniyorsa?
O zaten günlük şeker limitinizi doldurur. Bir tane incir yiyeceğinize, dört tane mandalina yiyin daha iyi.

* Peki hocam, Karatay Hoca hiç ekmek önermiyor. Ama Taş Devri Diyeti’ni okurken dikkat ettim siz bir-iki dilim ekmeğe hayır demiyorsunuz...
Bizim görüşlerimizin yüzde 99’u aynıdır. Bence de hiç ekmek yenmese daha iyidir. Ben üzerine tereyağ sürmek için yiyorum. Tereyağ yemiyorsam o gün, ekmek de yemiyorum. Tereyağı, zeytinyağı bunları yediğiniz müddetçe sorun yok. Çünkü bunlar aynı zamanda tok da tutar insanı. Bizim derdimiz un ve şekerle. Çünkü insanlar bu iki gıda ucuz da olduğu için çok fazla tüketiyor.

* Meyvelerin çok tatlılarına yanaşmayacağız. Peki ya çikolata, bal, pekmez? 
Biz sadece esmer çikolataysa ona biraz izin veriyoruz. Haftada iki gün bitter çikolataya... Balı ancak çok saf bir balsa yiyebilirsiniz. Ama maalesef piyasada fiyatı 10 lira olan bal gerçek bal değildir. Belki arı yapıyordur. Ama gerçek bal değildir. Önüne konan glikoz şurubundan yapıyordur. Bizim baldan istediğimiz şey ne? Arı gidip bir yığın çiçeği dolaşıyor, oradaki özleri, vitaminleri alıyor, o sizin vücudunuz için çok gerekli, bunun için de bu balı yiyin istiyoruz. Ama günde bir-iki çay kaşığı kadar. 

Bir de ne istiyoruz, her mevsimin kendi sebzesini yiyin istiyoruz. Şimdi pırasa, ıspanak varsa onları, yazın da domates, salatalık yiyin diyoruz. Bunların mevsimi dışında yenmesini de istemiyoruz.

* Peki organikse salatalık ve domates?
Bu mevsimde organik salatalık, domates olmaz. Varsa serada yetiştirilmiştir. Onu da önermiyoruz. Dedeleriniz gibi, nineleriniz gibi beslenin. Eğer koroner kalp hastalığını önleyici tedbirler üzerinde duracaksak, diyoruz ki bir unlu şekerli gıdaları iyice çıkartacaksınız diyetinizden. İki, her mevsimin taze sebze ve meyvesini yiyeceksiniz. Meyvede aşırıya kaçmayacaksınız. Sebzeyi istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Et, yumurta gibi gıdaları serbestçe yiyebilirsiniz, ama bu et ya da yumurta mümkünse merada beslenen, özgürce dolaşan hayvanların eti ya da yumurtası olsun. Tabii bunları bulmak çok zor ama eğer talep yaratılırsa mutlaka karşılığı bulunur. Köylü de bir şeyler kazanmaya başlar.

Ben ayrıca D vitamini konusuna çok önem veriyorum. Ya iyi güneşleneceksiniz, ki bu şehir hayatında çok mümkün değil ya da mutlaka D vitamini alacaksınız. Pratikte erişkinler için söylüyorum, iki ayda bir, bir ampul D vitamini için. İğne olarak yaptırmanıza gerek yok. Tanesi 2 lira. Reçeteye bile yazdırmaya gerek yok. Herkesin ulaşabileceği kadar ucuz.

* Süt ürünleri dediniz. Ya süt? İçmeyecek miyiz?
Hayır, içmeyeceksiniz. Süt ürünlerini tüketeceksiniz. Peynir, yoğurt, kefir... Peynir, beyaz peynirse klasik Ezine peyniri olacak, kaşarsa Kars ya da Trakya’nın tekerlek peyniri olacak. Ya da Erzincan tulum peyniri.

* Ne kadar yiyebiliriz?
Peynirde sınır yok. İstediğiniz kadar yiyebilirsiniz.

Günde 5 yumurta bile yiyebilirsiniz, zararı yok!

* Bazı diyetisyenler peynir için zararlı diyor...
İstediğiniz kadar peynir, istediğiniz kadar yumurta yiyebilirsiniz...

* Nasıl? Yumurtayı da istediğimiz kadar yiyebilir miyiz? Bir zararı olmaz mı?
İsterseniz 5 tane bile yiyebilirsiniz. Bir de ağız tadınıza bakacaksınız. Yani biz demiyoruz ki, her gün illa 5 tane yiyin. Canınız istiyorsa, yiyebiliyorsanız yiyin ama ertesi gün isteseniz de 5 tane yiyemezsiniz... Ama 5 tane de yemenizin bir zararı yoktur. O yumurtadan 21 gün sonra bir civciv çıkıyor. Yumurtanın neresi kötü olacak? Tam tersine faydası var. Olağanüstü bir besin. Tam bir yiyecek. Hele de bu özgür dolaşan bir tavuğun yumurtasıysa, börtü böcek yiyorsa o tavuk... Ama börtü böcek yemiyorsa onun yumurtasının yerini tutmaz. O yumurtadan kolay kolay civciv de çıkmaz zaten. Çünkü Omega 3’ü falan yeteri kadar alamıyordur. Ben her sabah mutlaka tereyağına iki yumurta kırıyorum. Ama yüksek değil, kısık ateşte pişiriyorum. Hem gün içinde çok tok tutuyor, hem de çok besleyici...

* Peki hocam, neden süt içmeyin diyorsunuz?
Bir kere hangi sütü içeceksiniz? Bırakın kutu sütünü, sütü mandıradan alsanız bile kaynatıyorsunuz. Birçok özelliğini kaybediyor o süt, enzimleri kayboluyor... Bu yüzden bu sütü alıp ne yapacaksınız? Yoğurt haline getireceksiniz. Aslında bizim geleneğimizde de süt içmek yoktur. Yoğurt, peynir ya da kefir yenir. Tabii peyniri rahat bulabiliyorsunuz da, doğal yoğurt bulmak çok zor. Marketten aldığınız hiçbir yoğurt ekşimiyor. Ekşimeyen, sulanmayan yoğurdu yemeyeceksiniz. Çünkü içinde faydalı enzimleri yok. En güzeli evde kendiniz yapacaksınız. Bunun için de sütü ya mandradan almalısınız ya da günlük olanını kullanmalısınız. Yoğurt gibi, kefir de yapabilirsiniz. Hatta kefir yoğurda göre bir gömlek daha üsttedir. Kefir de yoğurt da ikisi de mayalandıkça, ekşidikçe değerleri artıyor. İçlerinde bir yığın faydalı mikrop oluşuyor. Faydalı mikroplar insanı başta alerji ve astım olmak üzere birçok kronik hastalığa karşı koruyor. İçindeki enzimler sindirimi kolaylaştırıyor. 

Bu arada mutlaka Omega 3 takviyesi alınsın istiyoruz, her gün en az 2 gram kadar balıkyağı kapsülü alınmalı. Dün de belirttiğim gibi hem kandaki Omega 3’ü artırır hem de kanı sulandırır! Tabii bu arada mutlaka zeytinyağı, tereyağı ve hayvansal yağlar dışındaki ayçiçek yağı, mısır yağı, margarin gibi yağların diyetten çıkartılması gerekiyor. Pilavı makarnayı elbette önermiyoruz ancak bulgura biraz izin var. Tereyağlı bulgur içine domatesi katarsanız hem çok lezzetli hem de sağlıklı bir yiyecek olur.

Baklagilleri iki gün suda bekletin

* Hocam ben süt konusuna takılıp kaldım. Süt içmenin bir zararı var mı?
Var tabii. Bir numaralı alerjen süttür.

* Siz çocuklara kaç yaşından sonra süt önermiyorsunuz?
Ben anne sütü dışında süt verilsin istemiyorum, süt ürünleri verilsin diyorum. Yani yoğurt, peynir, kefir... Ek gıdalara başlar başlamaz, hemen. Zaten kefire alıştığı zaman tatlı şey de istemiyor çocuklar...

* Benim çevremde insanlar zorla süt içiriyorlar...
Kesinlikle yanlış. Bir kere sütü sıcak işlemden geçiriyorsunuz, içindeki vitaminler, enzimler kayboluyor. Sonra bizim ırkımız süt içmeye çok uygun değil. Sütün şekerini vücudumuz zor sindiriyor. Onun için birçok çocukta süt mide bulantısı yapabilir. Tabii bir de bağırsaklarda iyice parçalanmadığı için süt bir numaralı alerjik gıdadır. En fazla alerjik olan besinler evrimde insan diyetine en son giren gıdalardır. Bunların başında bebeğin annesinin sütünü değil, başka hayvanların sütünü içmesi gelir. İkincisi buğday glutenidir, üçüncüsü de baklagillerdir. Bu yüzden de baklagilleri, nohutu, kuru fasulyeyi iki gün suda bekletmek gerekir. 8 saatte bir suyunu değiştirerek... Çünkü içerisinde sindirimi bozacak maddeler bu sırada iyice azalır. Mercimeği de mutlaka suda bekletmelisiniz ama o kadar fazla değil.

* Baklagilleri de konuşalım istiyorum ama bebek hiç anne sütü almıyorsa ne yapacağız peki?
6 aya kadar mecburen mama vereceksiniz... Ama sonra yoğurt ya da kefir verebilirsiniz.

* Ne miktarda?
Belli bir miktarı yok. Alıştırmak için önce birkaç kaşıkla başlarsınız, sonra bir kase verebilirsiniz. Ama tabii çocuk başka ek gıdalar da alacak. Bu arada yoğurtta ya da kefirde kullanacağınız sütü mandıradan alırsanız daha iyi, günlük şişe süt de olabilir. Kefiri piyasadan da alabilirsiniz eğer meyveli değilse...

* Diyelim ki bebek köyde yaşıyor ve günlük süte ulaşmak mümkün. O zaman içirebilir miyiz?
Hayır. Ben anne sütü dışında süt içilmesini önermiyorum. O sütü de, keçi sütü bile olsa yoğurt yapsınlar. Çünkü dediğim gibi süt bir sürü ısıl işlemden geçiyor, içindeki sindirici enzimler özelliklerini kaybediyor, vitaminler azalıyor. Halbuki siz onu mayaladığınız zaman enzimler tekrar canlanıyor, sindirici enzimler oluşuyor. Günümüzde o kadar çok alerjik çocuk var ki! En büyük sebeplerden biri de süt.

* Siz kutu sütleri hiç önermiyorsunuz. Neden?
Çünkü çok yüksek ısıl işlemden geçiyorlar, süt molekülleri tahrip oluyor, sütün bütün molekül yapısı değişiyor, süt süt olmaktan çıkıyor, en büyük alerjen oluyor.

* Peki ama süt içmezseniz osteoporoz riskiniz artıyor deniyor? 
En fazla süt içilen ülke Amerika’dır. En fazla osteoporoz de beyaz Ameriklılar’da görülür. Ama zencilerde, Latin Amerikalılarda ve Kızılderililerde süt tüketimi azdır. Çünkü onlar da tıpkı Türkler gibi süt şekerini (laktoz) sindiremezler. Bu nedenle süt tüketimleri azdır ve işin ilginci kemik erimesi da daha azdır onlarda. Sütün içinde kalsiyum yüksek ama bunun emilmesi çok büyük sorun. Bu yüzden bu görüş de yanlış. Bunun için yoğurt yiyin, kefir yiyin, çok daha iyi...

Nineleriniz dedeleriniz gibi beslenin

* Hocam bu söylediklerinizi yerine getirebilmemiz için bütün okullarda seferberlik başlatılması lazım bence. 
Kim yapacak onu?

* İyi ama çocukların beslenme çantasına meyve suyu ve süt konulmasını istiyorlar... Anne babalar da marketten alıp koyuyor. Yanına yiyecek olarak da bisküvi, gofret veriyorlar üstelik... Sonuç ortada, ilkokula giden çocukların hepsi benden daha şişman. O kadar hareket etmelerine rağmen... 
Size bir örnek vereyim, Marmara Adası’nda bizim bir tanıdığımız öğretmenlik yaptı. Bakıyor herkes kutu süt kullanıyor. Diyor ki, “Bakın sizin burada keçileriniz var. Tamamen doğal besleniyorlar, ağılları bile yok, yaz kış serbestler, çok güzel sütleri var. Bu UHT’li kutu sütleri almayın, çünkü o sütler sağlıklı değil, sizin zaten keçileriniz var, onların sütünü için, en sağlıklı süt o.” Ama kaymakamlık da sütlerin açıkta satılmasına izin vermiyor. Ertesi gün bir bakıyor ki geniş bir beyaz afiş asılmış, üzerinde ‘En sağlıklı süt ambalajlı süttür’ diye yazıyor... Kutu sütü konusunda bir sürü dava açıldı hakkımda. Onun için sanayi tipi sütçüleri düşmandırlar bana. Mandıra sütçüleri de tersine çok severler. Sanayi tipi tavuk üreticileriyle de aram iyi değil tabii...

* Tavuk yemek zaten günah bence... Hayvancağızları, bir an önce et yapsınlar diye dapdaracık yerlerde, kıpırdamalarına bile izin vermeden büyütüyorlar...
Ayağı yere değmeden tencereye düşüyor tavuk, güneş yüzü görmeden. Yumurta tavuklarının da gagaları kesiliyor, birbirlerine zarar vermesinler diye...

* Para kazanacağız diye nasıl da işkence ediyoruz bu hayvanlara böyle. Buna dur diyecek birileri olmalı mutlaka... 
Bu kuş gribi gündemdeyken, “Tavuklara başlatılan haçlı seferlerine hayır” diye bir açıklama yaptım. Tavukçular Derneği Başkanı geldi, “İyi hocam da niye böyle yapıyorsunuz, biz insanlara ucuza tavuk üretiyoruz” dedi. “İyi de tam tersine siz insanları açlığa mahkum ediyorsunuz” dedim. Köylü 3 tane tavuğunu, 20 tane yumurtasını pazarda satıyordu, onları da yapamıyor artık. Üç tavuk 10 liradan 30 lira, 20 yumurta da 1 liradan 20 lira ediyordu. O 50 lirayla, birkaç metre Amerikan bezi, biraz un, biraz şeker alıyordu. Onunla geçiniyordu. Bir yandan da o tavuğun etini, yumurtasını yiyordu. Ama sen onun elinden tavukları aldın ne oldu birdenbire? Adamcağız İstanbul’a göç etti, çoğu iş bulamadı, ser sefil oldular.

* Eskiden tavuklar pazardan alınır, kestirilirdi, o tavukların lezzeti de farklı olurdu. Çok daha sağlıklı olduklarını ise artık hepimiz biliyoruz... 
Bu tavukların kesimi kuş gribinden sonra yasaklandı biliyorsunuz. Biz de kuş gribine kadar pazardan alıp kestirirdik tavuğu. Şimdi yok artık.

* Beslenme konusunda eskiye dönüş olması ve vicdanlı üretim yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ama nasıl olacak bu, hiç bilmiyorum... 
Biz de onun için uğraşıyoruz işte. En azından ben şunu diyorum, “Şimdiye kadar ben bunu bilmiyordum” diyemezsiniz artık, ben bunu söyledim size, bitti. “Ben bunu duymamıştım” diyemezsiniz, şimdi duydunuz. Duyduysanız gereğini yapacaksınız!

Mine Şenocaklı


 



-------------



Mesajı Yazan: sengul
Mesaj Tarihi: 15 Ara 2011 Saat 00:52
ne yapacağımızı şaşırdık klimidr. en az yarım litre süt diyor kimi içmeyinnnnnnnnnnConfusedConfused

-------------
Kesinlikle çocuğuna “çocuk gibi” davranma.

Bu anneler olarak yaptığımız en büyük kabahat aslında.

Küçük olabilirler ama onlar da birey birey.



Mesajı Yazan: y_bal
Mesaj Tarihi: 15 Ara 2011 Saat 09:52
aynen öyle şengül valla kafam karıştı benimde Confused yasemin saol canım paylaşım için ..Approve

-------------
http://lilypie.com">


Mesajı Yazan: esra4
Mesaj Tarihi: 15 Ara 2011 Saat 23:52
Doktor çocuk metabolizma hastalıklarından ve doğal olarak ona hep alerjik çocuklar geliyor ve altındanda süte alerji çıkıyor.Bu her çocukta olacak diye birşey yok bence.Benim oğlanların biri süt düşmanı ama sütlü tatlılara bayılır.Diğeride ittire kaktıra sevimsiz içer.Gerçi bu haber benim işime yarar amaBig smile çokta aman aman süt çok zararlı dememek lazım.


Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 29 Ara 2011 Saat 01:28

Anne sütünün bol miktarda içerdiği ve hayati öneme haiz omega-3 ve DHA (balık yağı) sayesinde, beyin gelişebileceği en sağlıklı ve verimli gıda olduğunu anlatan Dr. Yavuz, “Son zamanlarda yapılmış sekiz araştırma, anne sütü ile beslenen çocukların, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde uygulanan standart testler sonucunda zeka düzeyi açısından daha yüksek bir başarı elde ettiklerini göstermektedir.“ dedi.

Yapılan bir araştırmaya göre erken doğmuş ve anne sütü ile beslenmiş bebeklerin ilerleyen yaşlardaki IQ testleri, erken doğmuş ama hazır mama ile beslenmiş çocuklara göre yüzde 8,5 daha yüksek olduğunu ifade eden Dr. Yavuz, “Anne sütünün, inek sütünden bile büyük farklılıkları vardır. Anne sütünün içerdiği ve beyin gelişimi için yaşamsal olan DHA (balık yağı) oranı, inek sütünden 30 kat daha fazladır.

Dolayısıyla anne sütü zeka ve beyin fonksiyonları açısından asla vazgeçilmemesi gereken bir unsurdur. Eğer tıbbi sebeplerden dolayı emzirilemiyorsa ya da yeterli anne sütünün olmaması nedeniyle hazır mama verilmek zorunda kalınıyorsa, bu durumda muhtevasında balık yağı ve omega-3 olmayan mamalar tercih edilmemelidir” diye konuştu.



 Anne sütü zeka geliştiriyor

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 31 Ara 2011 Saat 00:40
Bebeklere masajın önemi

Bebeklere masajın önemi

Bel, baş, boyun ağrılarında ilk başvurduğumuz yöntemlerdendir masaj. Ağrıyı hafiflettiği gibi rahatlatıcı bir etkisi de vardır.Stres hormonu olarak bilinen kortizol seviyesini düşürerek gevşemeyi sağlar. İşte bu nedenle, Sema Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Hamza Yazgan, bebeklere de masaj yapılabileceğini söylüyor. Ona göre masaj yapılan bebekler rahatlıyor ve daha iyi uyuyor.

Bebek masajı, aslında anne ve bebeğin birbirleriyle tanışıp bağ kurması ve bu bağı geliştirmeleri için de önemli bir role sahip. Yazgan, masajın anne-baba ve bebek arasındaki bağları geliştirip kuvvetlendirdiğini söylüyor. Ayrıca araştırmalara göre masajın doğum sonrası depresyonu yaşayan annelerle bebekleri arasındaki ilişki ve yakınlığı da şekillendirdiğini belirtiyor. Yanı sıra bebekteki stresi azaltan masaj onların daha iyi uyuyup az ağlamalarını da sağlıyor. Uzmanlara göre masaj yapmak bebeği beşikte sallamaktan çok daha etkili.

Peki, bebeklere masaj nasıl yapılır? Dr. Hamza Yazgan bunu şöyle açıklıyor: "Masaj yapılırken öncelikle bebeklerin gözlerinin içine bakılmalı. Daha sonra vücuduna başından ayakucuna kadar hafifçe dokunarak masaj yapılmalı. Bu sırada uygulanan basınç çok hafif olmalı ve cilt yüzeyi altındaki kasların hafifçe hareketine kadar değişik şekillerde yapılmalı."

Masaj ilk yapıldığında bu deneyime alışkın olmayan bebekler ağlayarak tepki gösterebilir. Böyle bir durumda masajı bırakmamanız gerekiyor. Yazgan, "Masaj zamanla bebek için keyifli bir hale gelecektir. Ayrıca bebekle anne arasında yaşanan stresli zamanların neden olduğu gerilimler masajla azalacaktır." diyor.

Masaj uygularken dikkat edilmesi gereken noktalar:

15 dakika süreyle rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortamda olduğunuzdan emin olun. Rahat bir ortam oluşturmak ve ikinizi de gevşetmek için hafif bir müzik çalın.

Odanın ılık olmasına ve masaj süresince de böyle kalmasına özen gösterin. Bebeğinizi yatıracağınız yumuşak bir yüzey hazırlayın. Temiz bir alt bezi ve yumuşak bir havlu masaj süresince gerekebileceğinden yaptığınız yerde bunları hazır bulundurmalısınız. Masajı banyo sonrası bebek çıplakken yapmak en doğrusudur, bunun yanı sıra size uygun olan başka bir zamanda da yapılabilir.

Bebeğe masaj yapılırken çok fazla şeye gerek yok. Yumuşak formüllü bir bebek yağı kullanılırsa, masaj sırasında sürtünme nedeniyle bebeğin derisi zedelenmez. Herhangi bir lezyon oluşursa masaja ara verin.

Ellerinizin bebeğin derisi üzerinde kaymasını sağlayacak kadar yağ kullanın. Önce hafif dokunuşlarla başlayın. Bebeğiniz masaja alıştıkça hafifçe bastırarak devam edin.

Bebeğinizin daha da rahatlamasını sağlamak için, onun dikkatini bedeninin bir noktasına toplamasını sağlayın ve ona nasıl davranacağını öğretin. Örneğin bir kolunu tutun. Kolu hafifçe sallarken ona "rahatla" deyin ve gülümseyin. Bu, bebeğin dikkatini kendi vücudu üzerinde yoğunlaştırmasını ve rahatlamasını sağlar. Bu ruh halindeyken de dokunuşlarınızdaki olumlu mesajları daha kolay anlar.

Özge Yalın


 



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 11 Oca 2012 Saat 15:36

Anne sütü zeka geliştiriyor

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, Anne sütünün beyin gelişimi için ideal bir gıda olduğunu söyledi.Anne sütünün bol miktarda içerdiği ve hayati öneme haiz omega-3 ve DHA (balık yağı) sayesinde, beyin gelişebileceği en sağlıklı ve verimli gıda olduğunu anlatan Dr. Yavuz, “Son zamanlarda yapılmış sekiz araştırma, anne sütü ile beslenen çocukların, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde uygulanan standart testler sonucunda zeka düzeyi açısından daha yüksek bir başarı elde ettiklerini göstermektedir.“ dedi.

Yapılan bir araştırmaya göre erken doğmuş ve anne sütü ile beslenmiş bebeklerin ilerleyen yaşlardaki IQ testleri, erken doğmuş ama hazır mama ile beslenmiş çocuklara göre yüzde 8,5 daha yüksek olduğunu ifade eden Dr. Yavuz, “Anne sütünün, inek sütünden bile büyük farklılıkları vardır. Anne sütünün içerdiği ve beyin gelişimi için yaşamsal olan DHA (balık yağı) oranı, inek sütünden 30 kat daha fazladır.

Dolayısıyla anne sütü zeka ve beyin fonksiyonları açısından asla vazgeçilmemesi gereken bir unsurdur. Eğer tıbbi sebeplerden dolayı emzirilemiyorsa ya da yeterli anne sütünün olmaması nedeniyle hazır mama verilmek zorunda kalınıyorsa, bu durumda muhtevasında balık yağı ve omega-3 olmayan mamalar tercih edilmemelidir” diye konuştu.



 Anne sütü zeka geliştiriyor

-------------



Mesajı Yazan: kübRAbia
Mesaj Tarihi: 12 Oca 2012 Saat 01:52
benim kuzum rabiam o yüzden bu kadar zeki demekki,tam 2buçuk yıl geceli gündüzlü emdi,benide çoook yordu sabahlara kadar ama olsun ikimizde tadını çıkardık,doya doya emdi doya doya emzirdim sıra küçük kuzumda o da tam gaz ablasının izinde ilerliyor,şanslı annelerdenim sanırım,

-------------
http://lilypie.com" rel="nofollow">



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 15 Oca 2012 Saat 15:27

Çocuklarda alerji tehlikesi!..

Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu, genelde annenin, çocuğun duymama konusunda gösterdiği belirtileri görmezden geldiğini ...

Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu, genelde annenin, çocuğun duymama konusunda gösterdiği belirtileri görmezden geldiğini, çocuğun bilerek yaptığını düşündüğünü bu yüzden de önemsemediğini belirterek, duyma kaybının erken dönemde fark edilerek tedavi edilmesinde annenin sorumluluğunun büyük olduğunun altını çizdi.

Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu, çocuklarda orta kulağın ince bir kanal ile burun boşluğuna bağlandığını, gün içinde defalarca yutkunularak bu kanaldan orta kulağa hava girişi sağlandığını ve kulak boşluğunda sıvı birikmediği için seslerin rahatlıkla iletildiğini belirtti. Nuhoğlu, orta kulağa hava girişini sağlayan bu kanal tıkandığında, orta kulakta sıvı birikmeye başladığını, kulak boşluğunun hava yerine sıvı ile dolmasıyla seslerin iletilmesi engelleyerek duyma kaybının başladığını söyledi.

Nuhoğlu, çocuklarda duyma kaybına neden olan en önemli etkenlerin başında alerjik nezle ve alerjiye bağlı burun tıkanıklığı geldiğini belirterek, "Alerjik nezlenin belirtisi burun tıkanıklığı, burnu tıkanan çocuk ağızdan nefes alması sonucu sık sık soğuk algınlığına yakalanır. Alerjiye bağlı tekrarlayan enfeksiyonlar bir süre sonra geniz etinde büyüme ile sonuçlanır ve burun tıkanıklığı daha da belirgin hale gelir. Aileler, burnu tıkalı olan çocuklarını, geceleri sebepsiz yere terlemelerinden, ağzı açık, horlayarak ve gece huzursuz uyumalarından anlayabilir. Geniz eti büyüdüğünde kulak ağrısı ve ateşle seyreden kulak iltihapları sıklaşmaya başlar, zaman zaman tıkanır ve ileri durumlarda duyma kaybı yaşanır" dedi.

Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu, alerjik maddeye karşı alınacak önlemlerle burun tıkanıklığının hafiflediğini, tedavi süresince geniz etinin küçülmesinin mümkün olduğunu söyledi. Genel anestezi altında yapılması gereken bir operasyonun alerji tedavisi ile önlenebildiğini sözlerine ekleyen Nuhoğlu, alerjinin kökten tedavisinin dilaltı damla aşı tedavisi ile mümkün olduğunun altını çizdi.



 
Çocuklarda alerji tehlikesi!..

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 21 Oca 2012 Saat 13:22
Çocuklarınıza nasıl sebze- meyve yedirirsiniz?

Çocukların çoğu sebze ve meyve yemekten hoşlanmazlar. Bu nedenle yemek saatinde sebze yedirme savaşları yaşanır. Peki bunun kolay bir yolu var desek ne dersiniz?..

Çocuklarınıza daha fazla sebze yedirme işini savaşa dönüştürmemenizi ve masada tehditkar bir ortam oluşturmamanızı söyleyen beslenme uzmanları, çocuklarınızın sebzeyi sevmeleri ve daha fazla sebze yemeleri için sebzelerin sunmanın şaşırtıcı yollarını sizlere açıklıyor.

Çocukları mutfağa alıştırın: Pişireceğiniz sebzeleri almak için çocuklarınızı pazara, manava ya da markete götürün. Eve geldikten sonra da sebzeleri beraber yıkayın, soyun ve doğrayın. Nasıl pişirileceğini ve sebzeleri nasıl lezzetlendirileceğini onlara anlatın. Sebzeleri koklamalarına ve onlara dokunmalarına izin verin. Bu şekilde çocuğunuz kendi hazırladığı sebzeleri yemek isteyecektir.

Sebzeleri sevdiği yiyeceklerle birlikte sunun: Çocuğunuz sade fast food tarzı yiyecek seviyorsa, buna bir çeşit sebze eklemeyi deneyebilirsiniz. Örneğin bazı çocuklar karışık pizzalardan hoşlanmaz, bazıları ise yeni şeyler denemeyi severler. Kendinize özel günler oluşturun ve o gecelerde bir kase sebze hazırlayın. Ailece bu sebzeleri çatal, bıçak kullanmadan elinizle yiyin. Çocuklarınız hem eğlenecek, hem de yeni tatlar deneyecektir.

Sebzeleri komik hale getirin: Küçük çocuklarınız için sebzeleri keserek yüzler yapabilirsiniz. Brokoliyi ağaç ya da karnı baharı da beyin olarak sunabilirsiniz. Böylece sebzeleri daha az korkutucu hale getirirsiniz. Sebzeleri minik boyutlu olarak sunarsanız çocuklarınızın hoşuna gidecektir.

Bildiği yiyeceklerin yanında yeni sebzeyi de sunun: Sevdiği yiyeceklerin yanında bir tabağı da bilmediği ya da sevmediği yemeklerle doldurun. Tek seferde bir tane sebze ekleyin. Çocuğunuzu yeni gıdaları denemesi konusunda cesaretlendirin.

Denemekten vazgeçmeyin: Çocuğunuz yemesi için brokoli ya da ıspanağı denediniz, ancak henüz yemediyse vazgeçmeyin. Çocukların tat alma duyusu büyüdükçe değişiyor. Yeni bir sebzeyi daha önce düzinelerce kez deneyip beğenmeyen çocuklar bir gün aniden o sebzeyi sevebilir.

Sebzeleri abur cubura dönüştürün: Yer elmasını, havuçları püre yapın, bunları sade yoğurtla ve az miktarda portakal suyuyla karıştırın ve dondurma gibi dondurun. Ya da avokadoyla yoğurdu karıştırın, muz ve çilek ilave ettikten sonra püre haline getirin.

Arkadaş baskısının avantajından yararlanın: Çocuğunuzun yemek ayrımı yapmayan bir arkadaşı var mı? Eğer varsa onu evinize davet edin ve sebze yemeği ikram edin. Arkadaş baskısı işe yarayabilir ve sizin çocuğunuz da yeni yiyecekleri denemeye başlayabilir.

Sebzeleri kavurun: Bazen çocuklar sebzeleri tatları çok sert ya da lapa olduğu için sevmeyebiliyor. Sebzelere lezzet katmak için onları kavurmayı deneyin. Kavurmak patates kızartmasında olduğu gibi sebzelerin içini yumuşatır ve dışının çıtır çıtır olmasını sağlar. Ayrıca sebzelerin doğal tatlılığı ortaya çıkar.

Her yerde sebze: Çocuğunuz acıktığında sebzeler onun ulaşabileceği yerde olursa öncelikle onları yiyecektir. Havuç, brokoli veya yer elmasını doğrayın. Siz akşam yemeğini hazırlarken atıştırmalık bir şeyler istediklerinde kestiğiniz sebzeleri verin.

Kendiniz örnek olun: Önce kendiniz sebze yemelisiniz, böylece çocuklarınız da sizi izleyecek, örnek alıp onlar da yemeye başlayacaktır. Siz sebze sevmiyorsanız, bu durumda babaanne, anneanne gibi aile büyükleri çocukları sebze yemeye yönlendirebilir. Çünkü çocuklar anne ve babalarından çok diğer insanları dinlerler. 





-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 12 Şub 2012 Saat 00:45

Rota virüs ishallerinin en çok kış aylarında görülmekte beraber yılın her döneminde de olabileceğini ifade eden Dr. Recep Bozkurt, bu vakanın normal ishallere kıyasla her ortamda, her koşulda ve her yaşam tarzında görülebilen bir hastalık olduğunu ve bu nedenle rota virüsün demokratik virüs olarak tanımlanabileceğini kaydetti. Hastalık belirtilerinin kusma, ateş, ishal ve beslenme bozuklukları olduğunu belirten Bozkurt, "Rota virüs bulaşıcı olmakla beraber ağız yoluyla bulaşır. Küçük çocuklarda daha ağır seyreden bir hastalıktır. Ancak hastanın direncine bağlı olarak da hastalığın seyri değişebilir. Hastalık tedavi edilmezse su kaybından dolayı ölümlerle sonuçlanabilir. Tedavinin başlıca amacı sıvı kaybını önlemek ve kaybedilen sıvıyı yeniden çocuğa kazandırmaktır. Bu süreçte anne sütü alan çocuğun buna devam etmesi, ek gıda alan çocuğun ise gıda takviyesine devam etmesi önerilir. Ayrıca; çocuğa meyve suları özellikle de şeftali suyu içirilip; yoğurt ve bu dönemde bol potasyum kaybı olacağı için muz, patates gibi postasyum içeren gıdaların yedirilmesi gerekir" diye konuştu.

Rota virüs enfeksiyonunun özel bir tedavisi bulunmadığını da belirten Dr. Recep Bozkurt, antibiyotiklerin, ishal kesici ilaçların, rota virüs tedavisinde etkisinin olmadığını söyledi. Tedavinin esasının, kusma ve ishal yoluyla kaybedilen sıvı ve tuzların, ağız yoluyla hastaya verilmesi olduğunu belirten Bozkurt, ağız yoluyla gerektiği kadar sıvı verilemiyorsa, o zaman damar yoluyla aynı tedavinin uygulanması, bunun da çocuklarda hastaneye yatması anlamına geldiğini kaydetti.

"EN ETKİLİ YÖNTEM AŞIDIR"

Rota virüs tedavisi için en etkili yöntemin aşı olduğunu belirten Dr. Recep Bozkurt, açıklamalarını şöyle sürdürdü: "Rota virüs aşısı ağızdan verilen bir aşıdır ve henüz ulusal aşı programına alınmış değil. Bu aşı oldukça maliyetli bir aşı olup sadece özel firmalar tarafından üretilmektedir. Rota virüs aşısı ulusal aşı programına alındığı takdirde, hastalığın tedavisi için ciddi bir adım atılmış olacaktır."




 Virüs ishaline dikkat!..

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 17 Şub 2012 Saat 11:05

Öğrenmede dişlerin önemi

Ordu Sağlık Müdürlüğü Ağız ve Diş Sağlığı Şube Müdürü Diş Tabibi Aytaç Demir, sağlıklı ağız ve dişlere sahip bir çocuğun yiyecekleri daha kolay çiğnediğini, buna bağlı olarak yediği besinlerden daha fazla yarar elde ettiği gibi konuşmayı da daha çabuk ...Ordu Çocuk Yuvasında kalan çocuklara ’Çocuklarda Koruyucu Diş Hekimliğinin Önemi’ konulu bir eğitim semineri düzelendi. Ordu Valisi Orhan Düzgün’ün eşi Psikolog Gül Düzgün’ün himayesinde düzenlenen eğitim seminerinde Ordu Çocuk Yuvasındaki çocuklar, diş sağlığı konusunda bilgilendirildi. Aynı zamanda Ordu Vali Yardımcısı Abdullah Demir’in eşi olan İl Sağlık Müdürlüğü Ağız ve Diş Sağlığı Şube Müdürü Diş Tabibi Aytaç Demir, Ordu Çocuk Yuvasındaki çocuklara koruyucu diş hekimliğinin önemi, koruyucu diş hekimliği uygulamaları, koruyucu diş hekimliği ne zaman başlaması gerektiği, koruma programında ebeveynlere düşen görevler, diş hekiminin dental problemlerin önlenmesine yardımcı olması konularında açıklamalarda bulundu.

"SAĞLIKLI DİŞE SAHİP OLAN ÇOCUK DAHA NET KONUŞUR"

Koruyucu diş hekimliğinin, çocukların sağlıklı gülümsemesi demek olduğunu söyleyen Demir, "Sağlıklı ağız ve dişlere sahip bir çocuk sağlıksız olan çocuğa göre daha kolay çiğner, buna bağlı olarak da yediği besinlerden daha fazla yarar elde eder. Konuşmayı daha çabuk öğrenir ve daha net konuşur. Genel sağlık durumu çok daha iyidir. Diğer taraftan ağız içindeki herhangi bir hastalık vücudun diğer bölümlerini olumsuz etkileyeceği için ağız diş problemi bulunan çocukların sağlıkları tehlike altındadır. Sağlıklı ağız daha çok ilgi çeker. Böylelikle çocuğun görünüşü bakımından daha özgüvenli olmasına yardımcı olur. Ayrıca koruyucu diş hekimliği uygulamaları tedavi edici diş hekimliği uygulamaları ile karşılaştırılırsa daha az kapsamlı, daha maliyeti düşük ve daha kısa uygulamalardır"dedi.

Çocuklara tatbik edilen koruyucu diş hekimliği uygulamalarına da değinen Demir, "Çocuklarda koruyucu diş hekimliği uygulamaları şöyle özetleyebiliriz. Diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması, diş ipi kullanma alışkanlığının kazandırılması, diş sürmesinin takip edilmesi, fluorid uygulamaları, ağız alışkanlıklarının (parmak veya emzik emme, tırnak yeme vb. alışkanlıklar) tespiti ve engellenmesi, koruyucu ve durdurucu ortodontik tedaviler, dengeli ve çürük yapıcı olmayan beslenme alışkanlığının kazandırılması, spor yaralanmalarından korunmak için ağız koruyucu uygulamalarıdır" diye konuştu.

Ordu Çocuk Yuvasında düzenlenen etkinlikle ilgili bilgi veren Psikolog Gül Düzgün, çocuk yuvasında ve yetiştirme yurtlarında kalan çocuk ve gençlerin sağlıklı ve başarılı birer birey olarak topluma kazandırılması için bu tür etkinlik ve aktiviteleri sürdüreceklerini söyledi.Yapılan sunumun ardından yuva çocuklarına diş macunu ve fırça dağıtıldı.



 Öğrenmede dişlerin önemi

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 17 Şub 2012 Saat 13:03
Çocuk Depresyonuna Dikkat!Çocuklarda depresyonun uzun vadede arkadaşlık kurma ve mevcut arkadaşlığı korumayı olumsuz etkilediği bildirildi.

Psikoloji dergisi Child Development’de sonuçları yayımlanan bir araştırmaya göre, depresyona, sosyal iletişimdeki problemler neden olmuyor, aksine depresyon nedeniyle insanların sosyal iletişimi zayıflıyor.

Amerikalı bilim adamlarının 4. sınıf öğrencileri arasında yaptığı ve üç yıl süren araştırmada, depresyon belirtileri gösteren çocuklarla çevresindekilerin daha fazla alay ettiği, bir süre sonra da o çocuğun giderek daha az sevildiği ortaya çıktı.

Depresif çocukların bu yaklaşım nedeniyle ya kendisini tamamen geri çekerek temastan kaçındığını ya da alaya alındığı ortamda kalmaya çalıştığını belirten uzmanlar, her iki durumun da çocuğun uzun vadede yaşıtlarıyla sağlıklı bir ilişki kurmasını engellediğini kaydetti.

Uzmanlar, özellikle, yaşıtlarıyla ilişkilere çok önem veren ön ergenlik çağındaki çocukların gelişimi açısından bu durumun tehlike oluşturabileceğini ifade etti.



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 17 Nis 2012 Saat 15:24

Anne sütünde bile zehir var!

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Biyolojik Mücadele Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof.Dr. İsmail Karaca, zararlı böceklerle mücadele için kullanılan tarımsal ilaçların insan sağlığını olumsuz etkilediğine dikkat çekti.SDÜ Biyolojik Mücadele Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. İsmail Karaca, "Yapılan çalışmaları göz önüne aldığımızda tarımsal savaş ilaçlarıyla bulaşık ürünleri yiyen kişilerin bünyesine de geçiyor. Yapılan bazı çalışmalarda, yeni bebeğe sahip annelerin sütünde de zehire rastlanmış. Anne bebeğini emziriyorum diye, istemeden zehir vermiş oluyor. Bu da önemli faktörlerden bir tanesi" dedi.

Tarımsal savaş ilaçlarının içinde bulunan bazı maddelerin özellikle ağır metallerin kanserojen maddeler olduğuna dikkat çeken Prof.Dr.Karaca, şöyle konuştu: "Bunları bünyemize alarak kansere kendimizi açmış oluyoruz. Son zamanlarda duyduğumuz kanser vakalarındaki artışın önemli faktörlerden birisinin tarımsal savaş ilaçları olduğuna inanıyorum"

İLAÇ YERİNE BİYOLOJİK MÜCADELE

Biyolojik mücadelenin tarımda zararlılara karşı canlı organizmalarla savaşımı olarak tanımlandığına dikkat çeken Prof.Dr. Karaca, şunları söyledi: "Bu savaşımda her türlü organizmalar zararlı olabilir. Bunların başında böcekler geliyor. Bölümümüzde değişik yaralı böcekleri üretiyoruz. Zararlılar zarar vermeye başladığında bu böcekleri salıyoruz. Oraya değişik biçimlerde salımlar yapılıyor tabi. Örneğin gelin böcekleri ya da uğur böcekleri dediğimiz böcekleri yüzerli gruplar halinde, bir de yaralı arıcılar, onları daha fazla sayılarda toplayıp zararlının bulunduğu bahçeye götürüp bahçeye dağılmasını sağlıyoruz. Bu şekilde saldığımız yaralı böcekler Zararlı böcekleri tüketerek biyolojik mücadele yapılmış oluyor"

DOĞANIN DENGESİNİ BOZMUYOR

Biyolojik savaşımın en büyük avantajının doğanın dengesini bozmaması olduğunu ileten Prof.Dr. Karaca, sözlerini şöyle sürdürdü: "Savaşımın yarattığı doğal dengenin bozulmasına neden olmaması, ya da savaşımda gördüğümüz kalıntı gibi olayların olmaması. En önemlisi zararlılar zamanla kimyasal savaşa karşı dayanıklılık kazanıyor. Ama bir doğal düşmana, gelin böceğine karşı dayanıklılık kazanamıyor. Gelin böceği bulduğu yerde yiyor onu. Bizim bölümümüzde biyolojik mücadele araştırma ve uygulama eğitim merkezi yer alıyor. Türkiye'de tek örneği olan bir merkez. Bizim üniversitemizin dışında böyle bir merkez yok. Merkezimizde 20 civarında yararlı mekanizma üretiliyor. Gerçekten de dünya genelinde baktığımızda önemli bir potansiyele sahip. Üreticilerin ve tüketicilerin biyolojik mücadeleye bakış açısını değiştirmek için eğitim çalışmaları ve yaralı organizmaların üretiminde AR-GE çalışmalarında öncülük etmek lazım. Üreticileri bu konuda bilinçlendirebilirsek bu mücadelenin yayılacağına inanıyorum."



 Anne sütünde bile zehir var!

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 21 Nis 2012 Saat 10:18

Anne sütünü artırıcı çay üretildi

Kanser başta olmak üzere birçok hastalık için bitkisel kür hazırlayarak çok sayıda hastanın iyileşmesine katkı sağlayan Herbalist Şevki Güngör, anne sütünü artırıcı çay üretti.Ege Lokmanı olarak tanınan Herbalist Şevki Güngör, emziren anneler için süt artırıcı özelliği olan bitkisel çay ürettiğini açıkladı. Çayla ilgili bilgi veren Güngör, şöyle konuştu: "Emzirme döneminin daha ikinci aylarında sütlerinin azaldığından yakınan annelerin sayısı ne yazık ki giderek artmaktadır.


Bebeklerini emziren annelerden sık sık aldığım soruların başında 'bebeğimi daha uzun emzirmek istiyorum, fakat sütüm azalmaya başladı, ne önerirsiniz?' sorusu geliyordu. Bizde süt artırıcı özelliği olan bitkileri birleştirdik ve bu çayı ürettik. Bu çayı içen anne, sütüm bitecek endişesi taşımayacak. Bu çay süt artırıcı özelliğin yanında mide ve bağırsak gazlarını giderdiği için anne ve bebeği kesinlikle gaz sancısı çekmeyecek."






 Anne sütünü artırıcı çay üretildi

-------------



Mesajı Yazan: miss hugolina
Mesaj Tarihi: 21 Nis 2012 Saat 17:01

Tedavisi basit sinsi tehlike

Turan GÜLTEKİN/İZMİR, (DHA)
21 Nisan 2012
http://www.hurriyet.com.tr/saglik/20392970.asp#">
http://www.hurriyet.com.tr/saglik/20392970.asp#">
TEDAVİSİ BASİT SİNSİ TEHLİKE

Karaciğerde bulunan 'c- 1' adlı proteinin eksik ya da az üretilmesi veya üretilenin görev yapmaması nedeniyle ortaya çıkan, tanı konulduktan sonra tedavisi çok basit olan ’Herediter Anjioödem’ hastalığında, tanı konulamadığı için her 4 hastadan biri yaşamını yitiriyor.



Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekim Yardımcısı ve Alerji ve Klinik İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Okan Gülbahar ve Alerji ve Klinik İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihal Mete Gökmen, çoğu zaman allerji ile karıştırılan hastalığa karşı halkı uyardı. Hastalığın kalıtımsal olarak yayıldığını anlatan Doç. Dr. Okan Gülbahar, "Karaciğerde üretilen ve kanın damar duvarlarından dışarı sızmasını önleyen c-1 proteini eksikliği nedeniyle kan damarı geçerek dokuların arasına yayılıyor. Bu da haftada bir ya da iki haftada bir kişilerin çeşitli yerlerinde şişlikler meydana gelmesine neden oluyor. Bu şişlikler 96 saate varan sürelerden sonra ancak geçiyor. Çoğu tıp fakültesinde ders olarak okutulmuyor, nadir görüldüğü için de doktorların aklına gelmiyor o yüzden genelde alerji tedavisi uygulanıyor ama bu tedavi bir yarar sağlamıyor. Şişlik boğazda meydana gelirse kişi nefes alamamak yüzünden ölebiliyor, bağırsaklarda meydana gelirse de sancısı yüzünden apandisit zannediliyor ve gereksiz bir apandisit ameliyatı yapılıyor" dedi.



TEDAVİSİ BASİT SİNSİ TEHLİKE


Doç. Dr. Gülbahar, hastalığın 10 bin’de 1 ile 150 binde 1 oranında görülebilen nadir bir hastalık olduğuna dikkat çekti. Doç. Dr. Gülbahar, "Bizim hastanemizde takip ettiğimiz 34 hastamız var. http://www.hurriyet.com.tr/index/izmir/ - İzmir ’deki diğer hastanelerdeki hastalarla birlikte yaklaşık 80 hasta olduğunu tahmin ediyoruz. Tüm Türkiye’de ise tanısı konmuş 3 bin civarında hasta var. Ancak asıl sorun tanı konmamış kişilerde. Bu kişilerin sayısını bilemiyoruz. Akraba evliliklerinin sık görüldüğü Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde çok sayıda kişinin hasta olduğunu tahmin ediyoruz. O yüzden de sürekli olarak bir yerleri şişen vatandaşların hastanelere başvurmasını istiyoruz. Çünkü tedavisi basit olan sinsi bir hastalık yüzünden çoğu vatandaşımız hayatını kaybediyor" diye konuştu.



Hastaların çok basit bir tedavi ile yaşam standartlarının yükseltildiğini dile getiren Doç. Dr. Okan Gülbahar, alerji kliniğine başvuran hastalara yapılacak bir testin bütün sorunu çözdüğünü söyledi. Doç. Dr. Gülbahar, "C- 1 proteini düzeyi düşük hastalarda bu eksik haplar aracılığı ile tamamlanıyor böylelikle kriz sıklığı düşüyor, hasta normal yaşamını sürdürüyor. Hastalığın kesin bir sonu yok ancak şeker, tansiyon hastaları nasıl yaşıyorsa Herediter Anjioödem hastaları da yaşamlarını ilaçla sürdürebiliyor+ dedi.


İNSAN HAYATINI DEĞİŞTİRİYOR


EÜ Alerji ve Klinik İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihal Mete Gökmen ise psikolojik etkenler, travmalar, enfeksiyon, doğum kontrol hapları, tansiyon hapları gibi etkenlerin hastalığı tetiklediğini anlattı. Prof. Dr. Gökmen, +Kişinin yaşam kalitesini bozuyor, hastalar insan arasına çıkamıyor, evlenmekten vazgeçenler, meslek değiştirenler, depresyona girenler oluyor. Aslında sosyal bir sorun. Hastalar en çok çocukları için endişeleniyor. Çünkü hastalık her iki çocuktan birinde mutlaka görülüyor" diye konuştu.


ÇOĞU TIP FAKÜLTESİNDE OKUTULMUYOR

Prof. Dr. Gökmen, hastalığın çoğu tıp fakültesinde okutulmadığını belirtti. Prof. Dr. Gökmen, "Ege Üniversitesi’nde on yıl önce okutulan dersler arasına alındı. Ancak pek çok üniversitede henüz okutulmuyor. Yeni yeni ders programlarına giriyor. Yurtdışında tanı konulma süresi on yıla kadar düştü Türkiye’de bu süre 26 yıl. Dünya rekoru bir hastamıza ait, 57 yıl bu hastalıkla yaşadıktan sonra tanı konuldu. Hastalık 2-3 yaşlarında başlıyor, ergenlikle birlikte şiddetini arttırıyor yaşlılıkla birlikte zayıflıyor. Çoğu doktor bilmediği için yanlış tedavi uygulamasın diye acil durumlar için Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği olarak tanıtım kartı bastırdık ancak bu bile doktorları ikna etmiyor" dedi.



Mesajı Yazan: miss hugolina
Mesaj Tarihi: 21 Nis 2012 Saat 17:03

Ağaç yaşken eğilecek

İSTANBUL (AA)
20 Nisan 2012
http://www.hurriyet.com.tr/saglik/20363312.asp#">
http://www.hurriyet.com.tr/saglik/20363312.asp#">
Ağaç yaşken eğilecek

Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü Vakfı (GAV) ve Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğiyle 8-11 yaş arası ilköğretim okulu öğrencilerine yönelik geliştirilen “Yemekte Denge” eğitim programı başladı.

Programın başlaması dolayısıyla Barbaros Point Otel'de düzenlenen toplantıda konuşan http://www.hurriyet.com.tr/index/Milli_Eğitim_Bakanlığı/ - Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabıyık, “Bu programı çocukların fizyolojik ve psikolojik açıdan kaliteli, uzun bir yaşam sürdürmeleri için yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazanmalarına katkı sağlamayı amaçlıyoruz” dedi.


Öğretmen, okul yöneticisi ve çalışanların yeterli ve dengeli beslenme konusundaki bilgi, tutum ve becerilerini artırarak daha nitelikli bir eğitim hizmeti sunmayı öngördüklerini belirten Kocabıyık, programın http://www.hurriyet.com.tr/index/Milli_Eğitim_Bakanlığı/ - Milli Eğitim Bakanlığı 'nın güçlü desteğiyle Türkiye geneline ulaşacağını vurguladı.


Kocabıyık, program kapsamında öğrenci, öğretmen, veli ve okul çalışanlarına yönelik geliştirilen materyallerin ülke geneline yaygınlaştırılmadan önce yeterliliğinin belirlenmesi amacıyla ilk önce pilot uygulama başlattıklarını ve pilot il olarak, beslenme alışkanlıkları farklılık arz eden http://www.hurriyet.com.tr/index/istanbul/ - İstanbul , http://www.hurriyet.com.tr/index/izmir/ - İzmir , Gaziantep ve Trabzon'un seçildiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
“Bu illerde ilköğretim 2, 3, 4 ve 5'inci sınıf kız ve erkek çocuklarımızın öğrenim gördüğü 40 okul sosyoekonomik, kültürel ve eğitimsel göstergeler temel alınarak seçildi. Program okulları olarak yatılı ilköğretim bölge okulları, taşıma merkezli ilköğretim okulları, birleştirilmiş sınıf uygulaması yapılan ilköğretim okulları, ikili ve tekli eğitim yapılan ilköğretim okulları belirlendi. Bu okullarda görev yapan yönetici ve öğretmenlere program kapsamında yükümlülüklerini anlatan bir rehber hazırlandı. Ayrıca pilot illerde program yürütücüsü olarak görev yapmak üzere alanında uzman 2 personel belirlenerek programa dahil edildi. Proaktif bir yaklaşımla hazırlanan bu program ile erken yaşlarda (8-11 yaş) kazanılan doğru bilgi, tutum ve beceriler sayesinde daha sağlıklı ve nitelikli bir yaşam süren bireylerden oluşan bir nüfusa sahip olacağımıza inanıyoruz. Böylelikle beslenme bozukluğundan kaynaklanan kanser, kalp damar hastalıkları, tansiyon, şeker ve benzeri hastalıklara yakalanma riskinin azalmasına bağlı olarak, sağlık harcamalarının da azalacağını ve ülke ekonomisine katkı sağlanacağını düşünüyoruz.”

 

PROGRAMIN KAPSAYACAĞI ÖĞRENCİLER

 

Eğitim programıyla ilgili bilgi veren ve öğretmenlerin eğitiminde bizzat görev alan Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğretim üyesi ve GAV Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Tanju Besler de programın ana mesajının “Dengeli bir şekilde her şeyi yiyebilirsin. Yapman gereken, dengeyi nasıl kuracağını öğrenmek” olduğunu ifade etti.


2012-2013 eğitim ve öğretim döneminin sonunda Gaziantep, http://www.hurriyet.com.tr/index/istanbul/ - İstanbul , http://www.hurriyet.com.tr/index/izmir/ - İzmir ve Trabzon'daki 40 pilot okulda 8–11 yaş grubunda 20 bin öğrenciye ulaşacaklarını söyleyen Besler, ilerleyen yıllarda tüm Türkiye'de 2'nci sınıftan 5'inci sınıfa kadar okuyan öğrencilerin tamamına “Yemekte Denge” eğitiminin verilmesinin hedeflendiğini dile getirdi.


Prof. Dr. Besler, şöyle devam etti:
“Eğitimin içeriğinde, İngiliz Beslenme Vakfı BNF'nin benzer bir projesi örnek alındı. Program, Türkiye'deki en kapsamlı ve sürdürülebilir beslenme eğitimi programı olması hedefiyle hazırlandı. Program çerçevesinde önce öğretmenler eğitildi. Ardından 8-11 yaş grubundaki öğrencilerin eğitimi başladı. Çocuklarımızı sunumlar, alıştırmalar, kartlar ve posterler yardımıyla eğitiyoruz. Programın internet sitesi www.yemektedenge.org adresinde yer alan interaktif http://www.tipeez.com/ch/oyunlar/ - oyunlar ve videolarla, öğrencilere eğitimlerini pekiştirme imkanı da sunuyoruz. Eğitim öncesi ve sonrası gelişimi karşılaştırabilmek için düzenlenecek testler yardımıyla da programın ölçümlenmesini sağlayacağız. Sağlık Bakanlığı'nın 'Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010' ön verilerine göre, 6-18 yaş grubundaki çocukların yüzde 19'u olması gerekenden zayıf, yüzde 22'si fazla kilolu. 0-5 yaş grubundaki çocuklarda ise olması gerekenden zayıf olanların oranı yüzde 17, fazla kiloluların ise yüzde 21. Oranlar arasında önemli bir farkın görülmemesi, beslenme alışkanlıklarının küçük yaşta belirlenmesinden ve değiştirilmesinin zorluğundan kaynaklanıyor.”


Besler, programın geliştirilmesi esnasında Dünya Sağlık Örgütü, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi ile İngiliz Beslenme Vakfı (BNF) gibi uluslararası işbirliklerinden faydalandıklarını sözlerine ekledi.

 

DAHA İYİYE ULAŞMAK İÇİN İŞBİRLİĞİ

 

BNF Eğitim Programı Müdürü Roy Ballam da 1991 yılında başlayan pilot uygulamalarla birlikte İngiltere'de 21 yıldır çocuklara sağlıklı beslenme, yemek pişirme ve gıda-tarım eğitimi verdiklerini ve 5-16 yaş aralığındaki çocuklara yönelik eğitim programıyla, gıda ve sağlıklı beslenme konularında kapsamlı bir içerik sunmayı hedeflediklerini söyledi.


Ballam, “Eğitim müfredatı ile uyumlu geliştirdiğimiz ve her sene yenilediğimiz eğitim materyallerimizin doğru ve güncel olmasına özen gösteriyoruz. Öğretmenlerin profesyonel gelişimini destekliyoruz. Öğretmenlerden gelen yorumları dikkate alıyoruz. Bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanarak içeriğimizi dijital ortamda güçlendirdik. Öğrenmek, öğretmek ve daha iyiye ulaşmak için GAV ile birlikte çalışmayı sürdüreceğiz” diye konuştu.
GAV Bilim Kurulu üyesi Dr. Zeki Ziya Sözen de toplum sağlığının gelişimine destek olmak amacıyla kurulan vakfın, sağlıklı beslenme alışkanlığının küçük yaşlarda geliştirilmesi gerçeğinden hareketle ilk programını çocukların yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazanması için oluşturduğunu söyledi.



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 23 May 2012 Saat 22:55

Çocukta öksürüğe dikkat!..

Çocuklarda, 3 haftadan fazla devam eden hışıltılı öksürük; antibiyotik ve öksürük kesici ilaç kullanılmasına rağmen geçmediyse mutlaka doktora başvurulması gerekiyor..

Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Alerji Klinik Şefi Prof. Dr. İlknur Bostancı, çocuklarda tekrarlayan hışıltının astım olabileceğini belirterek, “Çocuk sık nefes alıp veriyorsa, göğüs kafesinde çekilmeler başlamışsa hemen doktora götürülmeli” dedi.

Bostancı, çocuklarda solunum yolu hastalıklarında sıklıkla görülen hışıltının dikkatle takip edilmesi gerektiğini söyledi.

“Sürekli ve aynı özellikte devam eden hışıltı, doğuştan anomalileri düşündürmelidir. Arada iyileşen fakat tekrarlayan hışıltı da astım düşünülmelidir” diyen Bostancı, devam eden hışıltı durumunda çocukların mutlaka doktora götürülmesi gerektiğini belirtti.
 
Bostancı, “Astım çocukluk çağının en fazla görülen kronik hastalığıdır. Süt çocuğu ve okul öncesi dönem çocuklarında tanısını koymak zordur” diyerek, hışıltı öksürükle 3 haftadan fazla devam etmiş, öksürük kesici ve antibiyotik kullanılmış ve fayda görülmemişse astımın düşünülmesi gerektiğini ifade etti.

Çocukların yüzde 40'ının yaşamlarının ilk yıllarında hışıltı atağı geçirdiğini ifade eden Bostancı, tekrarlayan hışıltının yüzde 30'unda 6 yaşından itibaren astım görüldüğünü ve astımlı çocukların yüzde 80'ininde de yaşamlarının ilk yılı içinde astım semptomu olarak hışıltı, öksürük, nefes darlığı gibi belirtiler gösterdiğini kaydetti.
 
Hışıltının tanısı konulmadığı ve tedaviye başlanmadığı zaman çocuklara zarar vermeye başladığını belirten Bostancı,“Çocuk, sık nefes alıp veriyorsa, göğüs kafesinde çekilmeler başlamışsa, hemen doktora götürülmelidir” dedi.
 
'POLENLER HIŞILTIYI ARTIRABİLİR!'
 
Bahar aylarında polenlerin yayılmasıyla çocuklarda hışıltının artabileceğini ifade eden Bostancı, hışıltıda en önemli tetikleyicilerin polenler, hava kirliliği ve sigara olduğunu bildirdi.

Aileleri, çocukların bulunduğu ortamda sigara içmemeleri konusunda uyaran Bostancı, çocukların, sigara içilmiş alana uzun zaman sonra girseler bile olumsuz etkilendikleri kaydetti. Bostancı, “Aileler evde kesinlikle sigara içmemelidir. Bazı ülkelerde bu nedenden dolayı parklar da bile sigara içilmesi yasaklanmıştır” dedi..



Çocukta öksürüğe dikkat!..


-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 30 May 2012 Saat 10:51

Ebeveynlere önemli uyarı!..

Kalp, damar sertliği, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı gibi hastalıkların en önemli nedeni; dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlıktır.Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Emin Canan, çağın en sinsi hastalığının obezite olduğunu, ailelerin çocuklara hamur işi yerine sebze yedirmelerini tavsiye ediyor. 


Türkiye’de şişmanlığa bağlı damar çatlamalarının üç yaşına kadar indiğini belirten Emin Canan; kontrolsüz beslenmeye karşı zamanında önlem alınmazsa, çocuğun ileride de kilo sorunu yaşayabileceğinin altını çiziyor. 


 Ebeveynlere önemli uyarı!..

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 31 May 2012 Saat 09:53

TDB 19. Uluslararası Dişhekimliği Kongresi öncesi gerçekleştirilen Meslek Sorunları Sempozyumu, başladı. TDB tarafından Dedeman Otel'de düzenlenen basın toplantısında konuşan TDB Genel Başkanı Prof Dr. Taner Yücel, bu yıl 19'üncüsünü gerçekleştirecekleri Uluslararası Dişhekimliği Kongresi öncesi her yıl olduğu gibi bu yılda Meslek Sorunları Sempozyumu düzenlediklerini belirtti.
 
Türkiye genelindeki meslek odası başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen sempozyumda amaçlarının diş hekimliği mesleğinin sorunlarının gündeme getirmek ve meslekle ilgili politikalar oluşturmak olduğunu belirten Yücel, burada hazırlanan raporun daha sonra hükümete sunulacağını ifade etti.

Sempozyumunda ''Sağlık Turizmi'' ve ''Ulusal Ağız Diş Sağlığı Stratejisi 2023''ün ana konular olduğunu belirten Yücel, 30 Mayıs'ta çalışma gruplarına ait raporların tartışılmasıyla sempozyumun sona ereceğini söyledi.

Modern diş hekimliğinin tıbbın ve genel sağlığın ayrılmaz bir parçası olduğuna dikkati çeken Yücel, ''Bu anlamda diş çürüğü ve diş eti hastalıkları önemlidir. Bilimsel çalışmalar bu rahatsızlıkların, kalp dolaşım hastalıkları, diabet, pnömoni, çok ciddi metobolik hastalıklar ve genel sağlığı ilgilendiren bir çok hastalıkla ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır'' dedi.
         
Her çocukta ortalama 5 çürük var
         
Türkiye'de diş sağlığı açısından istenilen seviyelere ulaşılamadığını, çok yüksek oranda diş çürüğü ve diş eti hastalıklarının mevcut olduğunu ifade eden Yücel, sözlerini şöyle sürdürdü:

''TDB'nin, Dünya Dişhekimleri Birliği'yle 2011'de Prof. Dr. İnci Oktay başkanlığında yaptığı çalışmada, 5-9 yaş grubunda, süt ve daimi dişlerde ortalama çürük, dolgu ve çekilen dişi kapsayan DMFT indeksi, 5.2 oranında bulunmuştur. Dünya Diş Hekimleri Birliği bu DMFT indeksinin bu yaş grubunda 1 olmasını hedefler. Yani her bir çocuğumuzda ya 5 tane çürük, ya dolgulu diş ya da çekilen diş var. 10-14 yaş grubunda ise süt ve daimi dişlerde ortalama 3.67 sayıda çürük, dolgulu ve çekilen diş bulunuyor. Bir de ortalama 2.5 kişide başlangıç çürüğü bulunmaktadır. Bu çürükler önlenebilir durumdadır.''
 
Türkiye'nin bu durumdan gerçekçi ve sürdürülebilir politikalarla kurtulması gerektiğini ifade eden Yücel, TDB olarak toplum ağız diş sağlığı projeleri geliştirdiklerini ve gerek Sağlık Bakanlığı gerekse Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer kuruluşlarla bu projelerin yürütülmesi konusunda çaba gösterdiklerini söyledi.

Bu kapsamda Milli Eğitim Bakanlığı'na bir yıl önce ''Gülen Ağız Diş Sağlığı Okulları Projesi'' sunduklarını belirtti.
         
Yılda 1 kez diş hekimine gidiliyor
         
Diş hekimine yılda en az 2 kere gidilmesini gerektiğini ifade eden Yücel, Türkiye'de diş hekimine yılda 1 kez, Avrupa'da ise yılda 5 kez gidildiğini belirtti.

Bunun yanında diş fırçalarının 3- 4 ayda bir değiştirilmesini tavsiye ettiklerini ancak kişi başına diş fırçası kulanımının yılda 1 olduğunu söyledi.

Florlü diş macunu ve diş fırçası kullanımının koruyucu diş sağlığı açısından önemli olduğunu vurgulayan Yücel bu oranın ise kişi başına yılda 110 gram olduğunu, bu oranın gelişmiş ülkelerde ise 350-450 gram arasında değiştiğini ifade etti.

Türkiye'de 65 yaş ve üstündeki insanlarda dişsizlik oranının da yüzde 67 olduğunu vurgulayan Yücel, ''65 yaşın üzerinde 100 kişiden 65'i dişsizdir dişsizlik ciddi bir organ eksikliğidir'' diye konuştu.

Yücel, bütün bunlar nedeniyle TDB'nin ''Ulusal Ağız Diş Sağlığı Stratejisi 2023'' çalışması yaptığını kaydetti.
         
''Dünya Dişhekimliği Kongresi'' Cumhurbaşkanı Gül'ün himayesinde İstanbul'da yapılacak
         
''Dünya Dişhekimliği Kongresi''nin 2013'te Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün himayesinde İstanbul'da yapılacağını ifade eden Yücel, ''Bu kongre 100 yılı aşan bir geleneğe sahiptir aynı zamanda dünyadaki en prestijli kongredir. Diş hekimliğinde bir olimpiyat olarak adlandırılır. Uzun yıllar yapılan çalışmalar sonucu Türkiye, bu kongreyi yapma hakkını kazanmıştır'' dedi. 

 Her çocukta ortalama 5 çürük var!..

-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 02 Haz 2012 Saat 16:12

Çocukları bekleyen büyük tehlike!

Çocukların dil gelişimi döneminde yaşanan orta kulak iltihabı, konuşma bozukluklarına bile yol açabiliyor.Çocukları bekleyen büyük tehlike!Kulak Burun Boğaz Uzmanı Hakan Yenice ve Odyoloji, Ses ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı İrem Konakçı orta kulak iltihapları ve orta kulak iltihaplarının dil gelişimi üzerindeki etkilerine dair bilgi verdi.

Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Hakan Yenice, halk arasında orta kulak iltihabı olarak bilinen Akut otitis media (AOM)'nın  en sık görülen enfeksiyon hastalıklarından biri olduğunu açıkladı. Dr. Hakan Yenice, 3 yaşına gelmiş çocukların hemen hemen hepsinin bir kez bu sorunu yaşadığını belirtirken, burada temel sorunun orta kulakta oluşan sıvının değişik sürelerde burada kalması olduğunu söyledi.

Yenice: “Sıvı varlığı nedeni ile işitme kaybı oluşmaktadır. Duruma göre değişkenlik göstermekle beraber sıvının yoğun varlığı durumunda, çocuğun çevresindeki konuşma seslerini büyük ölçüde duymasına engel olacak kadar önemli işitme kayıpları ile karşılaşabiliyoruz” dedi. 

Orta kulak iltihabı en çok dil gelişimi döneminde görülür!

İrem Konakçı, orta kulak iltihaplarının en sık görüldüğü yaşların aynı zamanda dil gelişiminin de en hızlı ilerleme gösterdiği yaşlara denk geldiğini vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:

“Çocuklar 18 ay 3 yaş aralığında hem kelime haznelerini önemli ölçüde geliştirirler hem de o dilin kurallarını öğrenirler. Dil gelişimi ve konuşma becerilerinin yaşa uygun bir seyir gösterebilmesi için öncelikli olarak iyi bir işitme olması gerekir. İşitilenler sayesinde çocuk o dili ve o dilin kurallarını öğrenir.  Orta kulak iltihabı olması durumunda çocuk kayıp derecesine göre yeterli bir işitmeye sahip olamaz. Çocuk sürekli ses alamaz, arka plandaki seslerle anlamlı sesleri ayırt etme sıkıntı yaşar ve dile dair bilgisi sınırlı kalır. Bu nedenle de alıcı dil ve ifade edici dil becerilerinin gelişiminde sıkıntı ile karşılaşırız.”

Ses ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı İrem Konakçı, benzer şekilde orta kulak iltihabı nedeni ile belli konuşma seslerini duymakta zorluk çeken çocuklarda o sesin üretiminde de ilerleyen dönemlerde sorunlar yaşadığının gözlemlendiğini belirtirken, uzun süreli orta kulak iltihabı olan ve bu süreçte /s/ sesi gibi yüksek frekans özelliği taşıyan bir konuşma sesini yeterli düzeyde duyamayan bir çocuk, bu sesi olması gerekenden farklı üretebildiğini ve bir artikülasyon sorunu ile karşılaşabildiklerini söyledi.

Konakçı: “Bu nedenle orta kulak iltihapları sadece bir kulak problemi olarak ele alınmamalı. Çocuğun dil gelişimini, sosyal uyumunu, akademik performansını etkileyen ve işitmedeki yetersizlik nedeni ile davranış problemleri ile sonuçlanabilen önemli bir sorun olarak değerlendirilmelidir” dedi.

Orta kulak iltihabı mutlaka uzman hekim tarafından takip edilmeli!

Dr. Hakan Yenice, bu nedenden dolayı orta kulak iltihaplarının mutlaka kulak burun boğaz uzmanı tarafından takip edilmesi gerektiğini ve yapılacak muayene sonrası odyoloji uzmanı tarafından işitmenin değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, olası dil ve konuşma sorunlarını minimum düzeyde tutabilmek için, çocuğun medikal veya cerrahi müdahale sürecinde ve sonrasında da hem işitmesi, hem de dil gelişiminin yakından takip edilmesi gerektiğini belirtti.





-------------



Mesajı Yazan: miss hugolina
Mesaj Tarihi: 06 Haz 2012 Saat 09:25

Facebook'ta Pepee'yle Porno Tuzağı!

Erkek çocuklar, Facebook'ta çizgi film kahramanları kullanılarak tuzağa düşürülüyor. İşte o iğrenç gerçek...

Haber: Facebookta Pepeeyle Porno Tuzağı!

Birçok ilde yapılan operasyonlarda, erkek çocukların, http://www.haberler.com/facebook/ - Facebook 'ta çizgi film kahramanları kullanılarak tuzağa düşürüldüğü saptandı. Polis tarafından 49 ilde düzenlenen operasyonda, 200'ü aşkın zanlı gözaltına alındı.

Operasyona ilişkin ortaya çıkan çarpıcı detay, zanlıların http://www.haberler.com/facebook/ - Facebook 'ta erkek çocuklarıyla bağlantıya geçerek kamera karşısında soyunmalarını sağlamalarının saptanması oldu.

Zanlıların çocukları ağlarına düşürebilmek için profillerine Pepee, Calliou, Mickey Mouse gibi çizgi film kahramanlarının resimlerini koydukları belirlendi.

Elde ettikleri görüntüleri şantaj amaçlı kullanıp çocukları cinsel ilişkiye zorlamakla suçlanan zanlıların, sinema-dizi filmlerin çocuk yıldızlarının adıyla profil sayfaları oluşturdukları tespit edildi.

Akşam gazetesinden Soner Arkanoğlu'nun http://www.haberler.com/ - haber ine göre, 'Öyle Bir Geçer Zaman Ki' dizisinde Osman'ı canlandıran http://www.haberler.com/emir-berke/ - Emir Berke Zincidi'nin adıyla da sahte sayfa oluşturulduğu saptandı.



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 06 Tem 2012 Saat 10:19

Ebeveynler bunlara dikkat etmeli!..

Yaz gelip de okullar kapanınca çocuklar da ister istemez bir şeyler öğrenmeye ara vermek ister.Ebeveynler bunlara dikkat etmeli!..Araştırmalar okulun ilk yıllarında çok güzel kitap okuyan çocukların ilerleyen yıllarda daha başarılı olduğunu göstermiştir.


Ehow isimli internet sitesinde yer alan habere göre, siz de çocuklarınızın yaz tatilinde de bol bol kitap okumalarını sağlamak için bunlara dikkat etmelisiniz:

Her yerde kitap okuyun: Çocuklar yaz tatilinde sıcak havada ve güneş ışığının altında dışarıda eğlenmek isteyecektir. Bütün yıl boyunca okulda sınıfta oturduktan sonra yazın yapmak isteyecekleri son şey evde kitap okumak olacaktır. Onlara istedikleri her an ve her yerde kitap okuyabileceklerini öğretin. Plajda, parkta, sahilde kitap okumak iyi bir başlangıç olabilir.

Her şeyi okuyun: Çocuğunuza kalıcı bir okuma alışkanlığı kazandırmak istiyorsanız, her şeyi okumasına izin verin. Beraber markete gidin ve alışveriş listesini okutun. Yolda giderken yoldaki tabelaları okutun. Ailecek bir yolculuğa çıktığınızda ise haritadaki bilgileri okumasını isteyebilirsiniz.

Bir saat belirleyin: Okulların çoğunda kitap okuma saati bulunur, siz neden denemiyorsunuz? Gün boyunca çocuğunuza kitap okuması için 20 dakika verin. İster öğle yemeğinden önce veya sonra, isterse akşam yemeğinden önce ya da şekerleme yapmadan önce 20 dakika kitap okumasını isteyin. Okuyacağı kitabı kendisinin seçmesine izin verin.

Kütüphane gezileri: Ücretsiz olan kütüphanelere çocuğunuz götürüp ortamı tanıtın, kütüphaneden kitap ödünç alma alışkanlığı kazandırın. Haftada en az bir kez kütüphaneye gidin, orada kitap okumasını sağlayın. Çocuklarınız kütüphanede yeni arkadaşlar edinebilir ve daha rahat sosyalleşebilir.

Uyku saati hikayeleri: Araştırmalar küçük çocuklara yüksek sesle kitap, masal okumanın sadece dillerini ve bilişsel yeteneklerini geliştirmede etkili olmadığını, bunun yanı sıra motivasyon, hafıza ve merakını geliştirdiğini de göstermiştir. Çocuklarınız küçükken bu alışkanlığı onlara aşılayın. Büyüdüklerinde de uyumadan önce kitap okumayı kendilerini devam ettirebilir.

İyi alışkanlıkları ödüllendirin: Yaz tatili çocuğunuzun dışarıya çıkıp oynaması için iyi bir zamandır. Ancak ders çalışmayla oyun arasındaki dengeyi iyi kurun. Bu dengeye alışınca ileride kendisi de bu konuda dikkatli olacaktır. Dengeyi sağladığında onu bir dondurmayla veya meyveli yoğurtla ödüllendirebilirsiniz.

Filmden önce kitabını okuyun: Yaz mevsiminde birçok yeni film perdeleri süslüyor. Eğer yeni çıkacak olan filmin kitabı varsa önce ailecek onu okuyun ve sonra sinemaya gidip filmi izledikten sonra farkları tartışın, yorumlayın. Eğer yoksa, internette ya da gazetede filmin eleştirilerini bulun, onları okuyun.

Rol model olun: Çocuklarınızın kitap okumasını istiyorsanız, siz de kitap okumalısınız. Sabahları gazete okumak, kuaför salonunda dergi okumak ve her zaman kitap okumak çocuğunuzu da okumaya sevk edecektir.

Sabahları kahvaltıda mutlaka gazete okuyun: Gazete okumak aile bireylerini birbirine bağlayacaktır, çocuklarınıza ülkenizde yaşanan olayların önemini öğretecektir. Gazetede en az 1-2 olay seçin ve birlikte okuyun. Okuduğunuzdan ne anladığınızı tartışın. Bu çocukların bilişsel ve analitik yeteneklerini keskinleştirecektir.

Birlikte okuyun: Siz kitap okumayın çocuğunuzdan bunu isterseniz başarılı olamazsınız. Çocuğunuz evde olduğunda siz kendi kitabınızı okurken, ona da istediği bir kitabı, çizgi romanı ya da dergiyi verin ve birlikte kitap okuyun. Bir kez okumayı sevince, okul hayatı boyunca okumaktan zevk alacaktır.






-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 09 Eyl 2012 Saat 11:21

Uyku kalitesi okul başarısında etkili!..

Genellikle orta yaş grubunda görülen horlama ve uyku apnesi olarak bilinen uykuda solunum kesilmesi, çocuklarda da ortaya çıkabiliyor ve ders başarısın önemli ölçüde düşürüyor.Uykuda solunum bozuklukları, çocukların ders başarısını ve okuldaki sosyal ilişkilerini ciddi boyutlarda etkileyebilen önemli bir sorun. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. Ferhan Öz, uykuda solunum bozukluklarının okul hayatı üzerindeki olumsuz etkilerini ve çocukların kaliteli bir uykuya sahip olmaları için ne tür tedaviler uygulanabileceğini anlattı.

NEDENİ BÜYÜK BADEMCİK VE GENİZ ETİ OLABİLİR

Uykuda solunum bozuklukları; horlama, üstünü açarak ve terleyerek uyuma, sürekli sağdan sola soldan sağa dönme, nefes alabilmek için başı geriye atma ve solunumun bir kere bile olsa durmasıyla karakterize bir tablo. Genellikle büyük bademcik ve geniz etinin solunum yolunu tıkaması sonucu ortaya çıkıyor. Ayrıca şişmanlık, alerji ve astım, reflü, büyük dil, baş ve yüzde gelişim bozuklukları da uykuda solunum bozukluklarında yardımcı faktörler olarak yer alıyor.

DERSLERE KONSANTRASTON SORUNU YAŞIYOR

Uykuda solunum bozuklukları; çocuğun derslere konsantrasyon olmasını güçleştiriyor. Ayrıca kelime hazinesi gelişiminin, ezberleme ve öğrenme yeteneğinin azalmasına yol açıyor. Yapılan çalışmalar çocuklarda bademcik ve geniz eti büyümesine bağlı uyku bozukluklarının dikkat azalmasına, sözel ve hafızaya dayalı yeteneklerde belirgin azalmaya neden olduğunu tespit etmiş. Uyku düzenleri bozulan ve yeterince uyuyamayan çocuklar ayrıca gün boyunca hırçın ve tahammülsüz davranışlar sergiledikleri için öğretmenleri ve arkadaşlarıyla olan iletişimlerinde de ciddi sorunlar yaşayabiliyor.

GELİŞİM BOZUKLUKLARI ORTAYA ÇIKABİLİYOR

Uykuda solunum bozuklukları sorunu yaşayan çocuklarda uykuda oksijen seviyesinin düşmesine bağlı olarak yüz, çene ve ağızda yapısal bozukluklar gibi ciddi gelişim bozuklukları da ortaya çıkabiliyor. Bu çocuklarda gece büyüme hormonu daha az salgılanıyor. Çocuklar gün içinde hiperaktif davranışlar sergiledikleri için kilo artışı ve boy uzamasında da yeterli gelişim sağlanamıyor.

TEDAVİYLE KALİTELİ UYKU MÜMKÜN

Çocuğun şikayetleri üst solunum yolu enfeksiyonlarından kaynaklanıyorsa ilaç tedavisine başvuruluyor. Ancak tedaviye rağmen veya tedaviden 1 hafta sonra uykuda solunum bozuklukları belirtileri yeniden ortaya çıkmışsa daha farklı bir yöntemin uygulanması gerekiyor. Çocuğun bademciklerin ve geniz etinin büyük olduğu saptanırsa tedavi olarak operasyon öneriliyor. Teknolojik gelişmeler sayesinde operasyondan 1 hafta sonra okula dönmek mümkün olabiliyor. Bademcik ve geniz eti ameliyatı uykuda solunum bozuklukları sorunu yaşayan çocuklarda tam başarı sağlıyor. Çocuk operasyon sonrasında kaliteli bir uykuya sahip olduğu için okul hayatındaki başarısı da artıyor.

ÇOCUĞUNUZ SAĞLIKLI UYUYOR MU?

Aşağıda yer alan belirtiler uykuda solunum bozukluğu sorununa işaret ediyor.

- Horlama veya hırıltılı solunum,

- Solunumun durması,

- Özellikle baş olmak üzere belden yukarısının terlemesi,

- Üstü açık uyuma,

- Sağdan sola dönerek huzursuz uyuma,

- Başını geriye atarak nefes alabilmek için kendine pozisyon vermesi,

- Sabahları uyanmakta güçlük çekme,

- Sabah başlayan baş ağrısı ve ağız kokusu.Uyku kalitesi okul başarısında etkili!...



-------------



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 20 Eyl 2012 Saat 09:24

Ağır metal çocukları zehirliyor!..

Ağır metal kirliliği, çocuklarda zihinsel gelişim geriletip sakatlıklar ve bazı organların görevini yapmaması gibi ciddi rahatsızlara neden oluyor.Solunan hava, evlerin içi, kırtasiye malzemeleri çocukları zehirliyor.

Ağır metale maruz kalan çocuklarda en çok karşılaşılan sorun kurşun zehirlenmesi. Prof. Dr. Gamze Çan, ağır metallerin insan vücudunda toksik etkiye neden olduğunu, bu toksiklerin solunum, beslenme ve temas yolu ile insan vücuduna girerek zehirlenme oluşturduğunu söyledi. Prof. Çan, ''Kurşun havaya karışıyor ve solunum sistemine çok fazla miktarda alınabiliyor. Hemen yüksek dozda kanda birikerek zehirli bir etki yaratmıyor ama yıllar içinde vücutta birikime yol açıyor'' dedi.

Temas anne karnında başlıyor

Erişkinlerde sinir sistemi ve beyin gelişim dönemi tamamlandığı için genellikle bir sıkıntıya neden olmadığını ifade eden Prof. Çan, ''Ancak çocuklar için anne karnından itibaren bu temasın başlaması, yavaş yavaş birikime yol açıyor. Eğer yüksek dozda ağır metal kirliliğine maruz kalınıyorsa, o zaman çocuğun zihinsel gelişim geriliğinden, genel anlamda büyüme ve gelişme geriliğine, kansızlığa, kilo almasının engellenmesine, kemik ve böbrekte birikerek böbrek yetmezliği gibi sıkıntılara yol açabiliyor'' diye konuştu.

Ne zaman şüphenilmeli?

Kurşun zehirlenmesinde çoğunlukla belirtiye rastlanmadığını vurgulayan Çan, ''Eğer çocuk uzun zamandır kilo almıyorsa, her şey normal olmasına rağmen gelişiminde gerilik varsa, soluk benizli ve kansızlığı varsa, karın ağrısı gibi şikayetlerden bahsediyorsa bu durumda kurşun zehirlenmesinden şüphelenilmesi ve taramadan geçirilmeli''dedi.

Caddede oturanlar risk altında

Akut yolla sürekli kurşuna maruz kalan çocukların risk altında olduğuna dikkati çeken Prof. Çan, şöyle devam etti: ''Kurşunun havaya salınması ve solunum yolu ile alınması Avrupa'ya oranla ülkemizde daha fazla. Avrupa'da kurşunsuz benzin kullanımı daha yaygın. Trafik yolları, yürüyüş yoluna çok yakın. Ciddi anlamda taşıt trafiği söz konusu. Yürüyüşler küçük çocuklar açısından çok sık yapılıyorsa tehlike oluşturabiliyor. Yine cadde üzerindeki evler çocuklar açısından risk taşıyabilir. Çünkü o havayı soluyorlar.''

Eski evlerin içi kurşun dolu

Benzin ve hava dışında da çocukların kurşuna maruz kalabileceğini belirten Çan, ''Eski evlerdeki boyaların içinde kurşun var. Yine eski tesisatlarda kurşun borular var ve bu kurşun boruların olduğu tesisatlı evlerde kurşun, su sisteminden alınabilir. Plastik oyuncakların boyaları içinde kurşun olabiliyor. Hem çocuklar her şeyi ağızlarına soktuğu için hem de ortamda buharlaşan solunum yolu ile alınabileceği için risk yaratabiliyor'' dedi.

Oyuncaklarını kendimiz yapalım

Prof. Dr. Gamze Çan, okulların açılması ile birlikte ebeveynleri satın alacakları kırtasiye malzemeleri konusunda dikkatli davranmaya davet ederek, şunları kaydetti: ''Alınacak malzemelerde, azo boya ve kurşunlu boya ile riskli fıtratları ve kanserojen madde içermediğini belirten etiketlere dikkat edilmeli. Tüketici olarak daha bilinçli hareket etmek, bireysel anlamda yapabileceğimiz en önemli şeylerden biri. Kaynağını bilmiyorsak ya da ekonomik anlamda sağlıklı ürünlere ulaşamıyorsak, eskiden annelerimizin, büyüklerimizin bize yaptığı gibi çocuklarımıza kendimiz oyuncak yapalım. Bezlerden dikerek, içini kendimiz doldurduğumuz daha güvenli, en azından içerik maddesini bildiğimiz şeylerle çocuklarımızın temas etmesini sağlayabiliriz.''

SERDA KIVILCIMAğır metal çocukları zehirliyor!..



-------------



Mesajı Yazan: miss hugolina
Mesaj Tarihi: 14 Ara 2012 Saat 10:39

Kalıcı hasara neden olabilir

Kalıcı hasara neden olabilir

Çocuğunuz sürekli bilgisayar başında oyun mu oynuyor? Bunu basit bir durum olarak görüyor olabilirsiniz ancak sorun sandığınız kadar basit olmayabilir.

Reem Nöropsikiyatri Merkezi Kurucusu Dr. Mehmet Yavuz, çocukları sürekli ve uzun süre bilgisayar oyunu oynayan aileleri uyarıyor: ‘Çocuğunuzun beyin ayarı ve dengesi bozulabilir.’

Teknolojinin gelişmesi, http://www.tipeez.com/ch/oyunlar/ - oyun alanlarının azalması sebebiyle, çocukların artık en iyi oyun arkadaşı bilgisayarları oldu. Neredeyse tüm zamanını bilgisayar karşısında geçiren çocukların kalıcı beyin hasarıyla karşılaşabilecekleri konusunda aileleri uyaran Dr. Mehmet Yavuz, bilgisayar oyunlarının yarattığı olumsuz sonuçları ve tedavisini anlatıyor:

KALICI HASARLARA YOL AÇABİLİR

 

Bilgisayar oyunlarında, oyun kareleri (özellikle aksiyon oyunlarında) hızlı hızlı göz önünden geçiyor. Bu tür http://www.tipeez.com/ch/oyunlar/ - oyunlar , saatler boyu oynandığında, beyini hızlı düşünmeye ve hızlı hareket etmeye programlıyor. Ancak fizyolojisi icabı, hızlı düşünen ve aynı anda birçok şeyi değerlendiren beyin, bir konuyu derinliğine analiz ve sentez edemez. Bir diğer deyişle hızlı düşünme, bir konu ya da nesneye odaklanmayı ve yoğunlaşmayı engelleyen bir durumdur. Dolayısıyla kişinin yöneldiği her şey derinlikten uzak yüzeysel bir bakış açısı ile ele alınır.

ÖĞRENCİLERDE BAŞARISIZLIĞA NEDEN OLUYOR

 

Bilgisayar oyunları ile çok vakit geçirildiğinde özellikle öğrencilerde büyük sorunlara neden oluyor. Derslere yoğunlaşma olamayacağı için başarısız sebep oluyor. Öğrenci ne kadar zorlarsa zorlasın üzerinde çalıştığı konuyu öğrenemiyor, zaten bilgisayar oyunları nedeniyle zamanla gelişen dikkat dağınıklığı ve değişik derecelerde gelişen hiperaktivite nedeniyle, çok çabuk her şeyden sıkılır hale getiriyor.

Sürekli bilgisayar oyunu oynamak beyni hızlı ama yüzeysel düşünmeye programlıyor. Bu durumda üst düzey öğrenme ve algılama zorlukları oluşuyor. Hatta ebeveyn, oluşan başarısızlığı çocuklarının zamanını bilgisayar ile geçirmesine bağlıyor. Halbuki asıl olay, bilgisayar oyunları ile oluşan beyindeki fizyolojik bozukluktur.

ÇOK HIZLI OKUMAK DA BEYNİN FİZYOLOJİSİNİ BOZUYOR

 

Aynı bozukluğa çok hızlı okuyan insanlar da maruz kalabilir. Herhangi bir nedenden dolayı çok hızlı belge, kitap, http://www.hurriyet.com.tr/anasayfa/ - gazete ya da dergi okuyanlar veya görüntüleri sürekli ileri geri sararak araştırma yapanlarda da bu fizyolojik bozukluk gelişebiliyor. Bu tabloda zaman içinde dikkat dağınıklığı nedeniyle odaklanma ve konsantrasyon bozukluğu kaçınılmaz oluyor. Hatta çoğu kez kişiler, algılama ve analiz yeteneklerindeki bu ani zayıflamayı, hayatlarındaki herhangi bir aksiliğe bağlarlar ve asla sebebi bulamazlar.

BİLGİSAYARDAN EN AZ 3 AY UZAK DURULMALI

 

Tedavide her şeyden önce beyin bir süre nadasa alınması gerekiyor. Yani bilgisayar oyunları edeniyle beyin ayarı ve dengesi bozulan kişinin, en az 3 ay bilgisayar oyunundan uzak durması, hiçbir öğrenme faaliyetine girmemesi gerekiyor. Bu tür bozukluğu olan öğrencilere, bir dönem okulu bırakmalarını da öneriyorum.  Bu dönem zarfında hiçbir şey okumamalarını ve öğrenme faaliyetlerini durdurmalarını istiyorum. Zira eğer kalıcı bozukluklar gelişmemişse bir süre sonra beyin fonksiyonları eski fizyolojik normal durumuna dönüyor.

İLAÇLAR FAYDA ETMİYOR


Bilgisayar bağımlığı olan kişilere antidepresen ya da anksiyolitik ilaçlar etkisizdir. Hatta bunlar durumu daha da kötüleştirebilir. Ancak TMS ile beyin resetlemesi sonuç verebilir. Davranışçı bilişsel terapiler, dikkat dağınıklığını ve öğrenme güçlüğünü düzeltmez ama oyun bağımlılığı konusunda işe yarayabilir. Ama en önemlisi beyni en az 2-3 ay dinlendirmektir.

Her türlü hakkı saklıdır.



Mesajı Yazan: yasemin
Mesaj Tarihi: 06 Oca 2013 Saat 13:07

Anne babalara önemli uyarı!..

Özel Karadeniz Hastanesi'nden uzman psikolog Vildan Çelik, anne ve babaların çocuklarını iyi tanıması ve onlara ne öğrettiklerinin farkında olması gerektiğini vurguladı.Anne babalara önemli uyarı!..Uzman psikolog Vildan Çelik, çocukların daima çevresinden moral aldığını belirterek, anne ve babaların çocuklarına ne öğrettiklerinin farkında olması gerektiğini söyledi. Çelik, çocukların sürekli çevresindekileri izlediğini kaydederek, “Çocuklar gördüklerini hafızaya alırlar, başka bir ifadeyle repertuvara eklenecek materyaller aileden gördüklerinde toplanır” dedi.


Çocuk sahibi olmak isteyen her ebeveyn adayının, anne babalık hakkında bilgi birikimi edilmesini gerektiğini ifade eden Çelik şöyle konuştu:

“Bu konuda yazılan kitapları okumalı, gerekiyorsa uzmanlardan yardım almalılar çünkü çoğu kez bu harika varlıklara farkında olmadan anne babanın repertuvarı yüklenir. Repertuvar dediğimiz şey, ebeveynin psikolojik dinamikleridir. Çocuğumuzu yetiştirirken bir de bakmışız ki o da bizim kadar titiz, bizim kadar başarı odaklı, bizim kadar korumacı ve kaygılı olmuştur. Bu gibi tutumlar, en genel anlamda çocukta 'esneklik' kavramı oluşumunu sekteye uğratır. Kişiliğin esnekliğini kazanamaması, hayata ve insanlara dar açıdan bakmaya neden olabilir. Anne baba çocuğuna çoğu kez iyi niyetle yaklaşır fakat çocuğun hayatı öğrenebilmesi için belli ölçülerde sıkıntılarla baş etmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Örneğin her düştüğünde kaldırılan, her hatası örtbas edilen çocuk problemlerle yüzleşemeyeceğinden, çocuğun iç görü kazanımı sekteye uğrayabilir. Dikkat çekici bir nokta da şudur: Pek çok anne baba şikayetçi oldukları davranışı çocuklarının yanında kendileri sergiler. Örneğin çevredeki insanların rahatsız olacağı endişesiyle çocuğu susturmak için ona yalan söylemek, bu davranışı çocuk için de meşru hale getirir. Benzer şekilde, ebeveynin bir gün 'olur' dediği konuya ertesi gün 'olmaz' demesi çocukta tutarsız davranışlar başlatabilir.”

"ÇOCUKLARINIZIN YAPTIĞI HER ŞEYDEN ŞİKAYETÇİ OLMAYIN"


Anne babaların çoğunun çocuklarının ders çalışmamasından, kitap okumamasından yakındığını belirten Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çoğunlukla bu anne babalar ailece kitap okumak yerine, onların yanında renkli, ışıklı ve içinde dünyaları barındıran bilgisayarın başında sürekli meşgul olurlar. Ya da mutlu olsun diye çocuğa sınırsız bilgisayar hizmeti sunarlar. TV izlemeyi kitap okumaya tercih eden babalar da bu örnekler arasında sıralanabilir. Başkasının arkasından olumsuz hitaplarda bulunmak, daha derine de inebiliriz, örneğin her şeyden şikayetçi olmak, sürekli eleştirici bir tutum sergilemek, hiç gülümsememek, devamlı sorumluluklardan söz etmek, yaptığımız hatalar üzerinde konuşmamak ve tabii ki çocuktan gerektiğinde özür dilememek adeta bir tiyatro sahnesindeki gibi onlara gösterilir. Biz yetişkinler, çocukların hataları için özür dilemesini, yaramazlık yapmamasını ve her sözü dinlemesini isteriz fakat çoğu kez biz sesimizi yükselttiğimizde onlardan özür dilemeyiz, hata yaptığımızda bunu telafi edecek bir açıklama yapmayız.”

"ÇOCUKLAR AİLELERİN YAŞADIĞI SIKINTILARI FARK EDER"

Ebeveynlerin çocuğunda gözlemlediği davranış değişikliklerinin çevredeki olumsuzluklardan da kaynaklanabileceğini vurgulayan Çelik sözlerini şöyle sürdürdü: “Anne babanın özel hayatı, geniş aile ile ilgili meseleler de olumsuz sonuçlar doğurabilir. Çocuklar direkt olarak olay sahneye bakmasalar bile çevresinde dönüp duran her şeyin farkında olurlar. Fakat çevresinde değişkenlik gösteren her türlü davranıştan (yetişkinlerin yüz ifadelerinden, ses tonundan) ters giden bir şey olduğunu anlarlar. Bunu bizim gibi tanımlayamazlar ve bizim kullandığımız dilde değil, farklı şekillerde ifade ederler. Örneğin aile içinde sert tartışma, hakaret ve hatta şiddet gibi sahnelere şahit olan çocuklarda alt ıslatma, tırnak yeme, parmak emme, kardeşine/arkadaşına vurma, anne babaya karşı asileşme veya bağırıp çağırma gibi davranışlar ortaya çıkabilir. Çocukların yaşına göre bu davranışlar değişiklik göstermektedir. Okul çağı çocuklarında derslere ilgisizlik, arkadaşlarına zarar verme, öğretmenine yalan söyleme ve yine öfke patlamaları verilebilecek diğer örnekler arasındadır.”

"ÇOCUKLARIMIZI DİKKATLİ DİNLEMELİYİZ"

Çocuk yetiştirmede en temel noktanın anne babaların onlarla yaşadıkları sıkıntılarda onlara olan yaklaşımları olduğuna dikkat çeken Çelik, "Bir anne veya babanın çocuğunu sabırla dinlemeyi bilmesi önemlidir. Onu dinlerken, bir konuyu konuşurken çocuğun seviyesine inmek, göz teması kurmak gerekir. Önerdiğimiz teklif hoşuna gitmediğinde sert tepki gösterebilir, hoşumuza gitmeyen davranışlar sergileyebilir. Sabırla ifadelerimizi tekrarlamak gerekebilir. Onlara verdiğimiz tepkiler kontrollü olmalı, çocuğumuz bizim yaşıtımız veya rakibimizmiş gibi olmamalıdır. 'Kardeşine vurma' dediğimizde biz de bir şamar yiyebiliriz. Bu durumda biz de onun gibi karşılık verecek olursak çocuğa sadece karşılıklı vuruşmayı öğretmiş oluruz. Çocuk sadece o an ile kalmaz, başta aile üyeleri olmak üzere hayatının her alanına öğrendiği bu davranışı uygulamaya başlar” şeklinde konuştu.

"ANNE VE BABALAR SIKINTI YAŞADIKLARINDA NELER YAPMALI?"

Anne ve babaların çocuklarına bebek gözüyle bakmamaları gerektiğini belirten Çelik, şöyle konuştu: “Günümüz toplumunda çocuklar dört duvar arasında yetişmek zorunda kalıyorlar ve muhatap alacakları kişiler çoğunlukla sadece aile üyeleri oluyor. Anne babaların onlara 'çocuk gözlüğü' ile bakmaları ve karşılaştıkları her sıkıntıda yukarıda da bahsettiğimiz gibi, 'Bu davranışı benden görmüş olabilir mi?' sorusunu akıllarına getirmeleri gerekmektedir. Bu sorular çoğaltılabilir: Onun yanında hiç dedikodu yaptım mı? Oyununa dalmış bizi duymaz deyip başkasına hakaret ettim mi? Onun yanında iken yorgunum deyip televizyon mu izledim? Hiç dinlenmek için ailece kitap okuma saati yaptık mı?, Eşimle olan tartışmalarımıza hiç şahit oldu mu? Onunla konuşurken nasıl bir tutum sergiledim?, Kardeşinin veya başkalarının yanında onu azarladım mı? Yaptığı hoş olmayan davranışla ilgili onu ne kadar dinledim?, Ben arkadaşımla sohbet ederken bana bir şeyler sorduğunda onu duymamazlıktan gelmiştim. Şimdi aynı şeyi o bana yapıyor olabilir mi? Bu sorulara yanıt 'evet' ise, ebeveyn kendi davranışlarına bakmalı ve ardından sebebiyet verdiği davranışları düzeltmekle işe devam etmelidir. Başka bir deyişle çocukları için kaygılanan anne babaların kendileriyle ilgili iç görü kazanmaları ve onlara olan yaklaşımlarını tekrar gözden geçirmeleri gerekir ve çözüm adına uzman desteği almaları önerilebilir. Çocuk geleceğin yetişkin adayı olduğuna göre, her ebeveyn ona adaylık süresince en sağlıklı bilgiyi sunmalıdır.”

"ÇOCUKLARI OKYANUSTA İLERLEYEN BİR GEMİ OLARAK DÜŞÜNEBİLİRİZ"

Anne ve baba kimliğini çocukların öğrettiğini kaydeden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çocuğu okyanusta ilerleyen bir gemi gibi düşünebiliriz. Geminin dümeni geçici olarak biz yetişkinlerin elinde. Fakat kontrolü zaman zaman onlara bırakmazsak çocuklar bu gemiyi kullanmayı öğrenemezler. Sürekli eleştirirsek gemilerini sevmezler. Onunla ilgili sorumluluk almak istemezler. Tek başına kaldıklarında gemi (benlik) kaptansız, tayfa (kişilik) lidersiz kalır. Yönetim (ruh) yara alabilir. Yaralı bir ruhun, ileride de yaralı bir çocuk yetiştirme ihtimali yüksektir. Ebeveyn, tek başına altından kalkamadığını düşündüğü sıkıntılarda mutlaka bir uzmandan yardım istemelidir. Yaşanan probleme ne kadar erken müdahale edilirse çözüme de o kadar erken kavuşulur. Çözüm ne kadar ertelenirse sıkıntı da o kadar kalıcı ve ileriye dönük olur. Şunu unutmayalım ki anne baba kimliğini bize çocuklarımız öğretir, onlar hata yapmazlarsa biz bu kimliğe sahip çıkamayız.”

Ozan KÖSE



-------------




Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat