Sevilmek ve kabul görmek ihtiyacımız dünyaya
geldiğimiz anda, “Dakka bir gol bir” hesabı başlıyor...
Bu dünyaya sadece ve
sadece kendimiz olmak için gelsek de, sevilmek ve kabul görmek ihtiyacımız nedeniyle, daha dünyaya
geldiğimiz ilk andan itibaren kendimiz olmaktan küçük küçük de olsa ödünler vermeye başlıyoruz.
Kendimizi, önce anne babamıza, sonra da içinde bulunduğumuz topluma uyum sağlamak üzere, kontrol
altına alıyoruz. Biz büyüdükçe, verdiğimiz ödünler de büyüyor ve normalleşiyor.
Ve
sonra bir nokta geliyor ki, büyük bir sıkıntının içine düştüğümüzde, “Bittim ben” dedirten bir yaşam
krizine maruz kaldığımızda, kaza geçirdiğimizde, hastalanarak ölümün kıyısına geldiğimizde, belki de
ilk kez, “Nerede hata yaptım” diye soruyoruz ve yaşamımızın sorumluluğunu yüzde yüz üstlenmeye
başlıyoruz.
Ve; “Artık bunları bunları yapmayacağım, artık şöyle yaşayacağım, dünyaya bir kez
geliyorum, hayallerimin peşinden gideceğim, artık önce kendim için ve kendim olmak için yaşayacağım”
deyiveriyoruz. Yani ayılıyoruz, uyanıyoruz... Sorunların, onca yıl boyunca; korkularımız
nedeniyle, kendimizce güvenli alanlarımızı kaybetmeyi göze alamamız nedeniyle, kendimiz olmaktan her
seferinde biraz daha vazgeçmiş olmamızdan kaynaklandığına uyanıyoruz; şanslıysak
tabii...
Carl Jung’ın deyişiyle: “Dışarı bakan hayal görür, içeri bakan uyanır” misali;
şanslıysak, “Ama” larla başlayan cümlelerimize son verip, gerçekten yaşamaya başlıyoruz...
Bu uyanmayı yaşayan şanslı kişiler, artık önce kendilerini sonra da herkesi ve her şeyi
olduğu gibi kabul ederek, kurban olmadıklarının bilincine varıyorlar. Hiçbir şey için ne kendilerini
ne de başkalarını suçlamıyorlar. “Çocukken bunları bunları yaşamasaydım, böyle olmazdı”,
“Kocam beni engellemeseydi, şimdi daha iyi noktada olurdum”, “Ya da çocuklarım için saçımı
süpürge ettim, onlar büyüdüler ama ben de benden geçtim” demiyorlar.
BU HAYATI BEN
SEÇTİM! “Ben seçtim!” diyorlar, “Bu hayatı ben seçtim!”... “Ve, neden bunu bunu kendime
çektim acaba?” diye sorma cesareti gösteriyorlar. Diğer insanlardan beklentileri kendiliğinden ve
doğallıkla kesiliveriyor. Artık sevilmek ve kabul görmek için kıllarını bile kıpırdatmaz oluyorlar.
Artık, birşeyler yapmak kısır döngüsünde de bocalamıyorlar zaten... Yapmıyorlar, sadece oluyorlar...
Kendileri oluyorlar... Eğer, dünyada bir sır varsa, o sırrı keşfediyorlar. Başka birisinin sevgisi
için zaman, enerji ve para harcamanın boşa olduğunu biliyorlar. Kendilerini sevmenin, kendini olduğu
gibi kabul etmenin, kendi olmanın ise sırların sırrı olduğunu deneyimliyorlar...
“Kendim
olmaya hazırım ve tamamen hür iradeye hazırım” diyerek biz de olumsuz bir yaşam krizi yaşamadan bu
bilince ulaşarak, yaşamlarımızın sorumluluğunu alabiliriz. Çoğumuz için çok da kolay olduğunu iddia
etmiyorum. Belki sahip olduğumuz ya da sahip olduğumuzu sandığımız her şeyi bırakmamızı
gerektirecek; hem fiziksel, hem psikolojik, hem de ruhsal şartlarımızı değiştirecek büyük bir
dönüşüm bu... Ama kendimiz olmak için her şeye değer; çünkü bu dünyaya sadece kendimiz olmak
için geliyoruz... Ve diğer her şey kendimiz olabilmemiz için bize sunulmuş hediyeler ve
fırsatlar sadece... Biz bu fırsatları seçerek, hayatımızı yapıyoruz. Ama bilinçle, yüzde yüz
sorumluluk üstlenerek seçtiğimizde ise kendimiz oluyoruz, sanırım ve bir hayat yapmamıza da gerek
kalmıyor, “Rol yok, kendimiz varız”...
Belki bu anlattıklarım size yabancı, uzak, hatta
gereksiz görünüyor olabilir; ama G. Zukav’ın dediği gibi unutmamamız gereken şu ki; “Tekamül
etmemeyi beceremezsiniz, Evren’deki her şey tekamül eder. Sadece tek bir soru vardır, o da tekamül
ederken hangi öğrenme yolunun seçileceği sorusudur. Yanıt her zaman sizin seçiminizle
belirlenir.”