“Herkes gider” demişti bana. Ben de
“Hayır” demiştim, “Herkes gitse de ben kalırım.” Sonra ilk ben gittim...
Gidilir işte, eninde sonunda... Ama nereye, neden, ne zaman?
***************
Fotoğrafçılık
yapıyordum bir dergide. Yıl ‘95 aylardan Mayıs’tı. İçim kapkaraydı ve duramıyordum durduğum yerde.
Sabah hiçbir şey olmamış gibi iş yerine gittim. Kahvaltımı yaptım, sonra boş bir kağıt aldım elime
ve istifamı yazdım. Şaşırdı arkadaşlarım...
Sonra Nevizade’ye Mini Meyhane’ye gittim,
ucuzundan içmeye başladım. Ve gitmeye karar verdim. Alper geçiyordu tesadüfen, oturdu yanıma...
“Gidiyorum” dedim. “Nereye?” dedi, “Bilmiyorum” dedim. “Ne kadar süreyle?” dedi, onu da bilmiyordum.
Bir ön hazırlıkmış gibi geliyordu bana, gerçek gidişin kısa bir provası. “Paran var mı?” dedi,
“Azcık” dedim, “Nerede kalacaksın?” dedi, “Kısmet” dedim. “Fotoğraf çekmek için filmin var mı?”
dedi, “Yok, ama zaten fotoğraf da çekmeyi düşünmüyorum” dedim. “Olsun yanında dursun” dedi, bana son
kullanma tarihleri aylar önce geçmiş 10 makara siyah beyaz Orwo getirdi.
Akşamüzeri
eve gittim, iki tane fotoğraf makinası ve birkaç kıyafetle çantamı hazırladım sırtıma yükledim.
Haydarpaşa’ya gittim. Hep filmlerde Haydarpaşa’ya gelirdi kahramanlar, İstanbul silüetine yüzlerini
dönerlerdi, “Yeneceğim seni” diye iddialaşırlardı ya İstanbul’la. Ben popomu döndüm İstanbul’a. İlk
tren nereye gidiyordu acaba? Baktım, bindim... 42 saat sonra sıkıldım ve indim. Demek ki geleceğim
yer orasıydı.
***************
20 gün sonra biraz daha
büyüdüm ve geri geldim... Filmlerim de bitmişti, ben de... Filmlerim de doluydu, ben de...
***************
Bu gidişim gidişlerimin en kolayıydı. Ben
“giden” olurken, “kalan” olan yoktu çünkü. Kimseyi kalan yapmamıştım. Ben gidendim sadece. Yanımda
götürdüğüm de kendimdim...
Güzeldir gitmek ama “kalan” da “giden” olabiliyorsa... Kalan
"kalan" olarak kalıyorsa; gitmek mi zor, kalmak mı sorunsalı...
***************
Sen de gitmelisin.
Öyle bir gitmelisin ki;
gerekiyorsa mekan değiştirmeden, hayat değiştirmeden, dönüşü olsa da dönüşü düşünmeden, “Kaçıyorsun
korkak” diyenlere cesaretini ispatlamadan. Vazgeçtiğin ihtimalleri yeni umutlara dönüştürmeye
çalışarak.
Öyle bir gitmelisin ki; belki hedefin bir yere gitmek veya varmak bile
olamamalı, olduğun yerde gidebilmelisin.
Gitmek istiyorsa, gitmesine izin vermelisin.
Tıkandıysa işte, şu veya bu sebeple serbest bırakmalısın onu. Gerekiyorsa canın acısa da teşvik
etmelisin.
Olacağı hep bellidir işte: Bazen kaldığın için seversin, bazen sevdiğin
için kalırsın. Bazen gidersin sonra seversin, bazen seversin sonra gidersin. Bazen gittiğin için
seversin, bazen sevdiğin için gidersin. Sonunda seversin...
***************
Sonra kızarsın, esen rüzgârdaki yaprak gibi yalpalamana.
Sonra yine kızarsın, rüzgâr gibi esip yalpalattığın için yaprakları. Önce biçare hissedersin, sonra
suçlu...
Bir daha bakarsın ki, yaprak da sensin, rüzgâr da...