Ellerim çizik içindeydi hep. Özellikle de
üst kısımları, uzun, kısa, derin, küçük, büyük çiziklerle kaplıydı. Mesut, Çiğdem ve Tülay şaşkınlık
içinde kalıyorlardı hep. “Acımıyor mu hiç?” diye soruyordu herkes. “Acımak mı?
Yoo, hiç acımıyor. Aslında bazen kendimizi çok kaptırdığımızda acıyor ama çok fazla değil”
derdim ben de... “O kadar güzel vakit geçiriyoruz ki, sizin de denemeniz
lazım.”
***************
İlkokul ikinci sınıfta
aynı kümedeki arkadaşlarım Mesut, Çiğdem ve Tülay ile hafta sonu için sözleştik. Hem
ödevlerimizi yapacaktık, hem de bizim evdeki yavru kedilerle oynayacaktık. Yavrular yaklaşık 3-4
aylıktı. Ve tam 5 tanelerdi. İkisi tekir, ikisi siyah beyaz ve bir de sarman... Yavrular uyku ve
beslenme haricindeki tüm vakitlerini oyun oynayarak geçiriyorlardı. Ve biz olanca hızımızla
ödevlerimizi yapıp, kedilerin yanına oynamaya gittik.
Arkadaşlarım önceleri korkuyorlardı,
ama benim de cesaretlendirmemle kısa bir süre sonra kedilerle ufak ufak oynamaya başlamışlardı. Oyun
oynarken ufak tefek tırmalanmanın ve minik ısırıkların çok da önemsenecek bir şey olmadığını ve
acıtmadığını da anlamışlardı. İp, misket, kovalamaca, ısırmaca, tırmalamaca, avlanmaca, göbek
gıdıklamaca, saklanmaca gibi insan ve hayvan oyunlarını birbirine katıp uzun uzun oynadıktan sonra
hepimiz yorulmuştuk. Annemin yaptığı peynirli hamur işlerini yerken, kucaklarımızdaki yavruların
gıdılarını severek mırıldanmalarını dinliyor ve biraz sonraki oyunlar için güç topluyorduk.
Arkadaşlarımın anneleri evlerinde hayvan beslemelerine izin vermiyordu. Evet, benim
annem bir taneydi, annemle gurur duydum.
Akşamüstü arkadaşlarım evlerine giderken
hepsi gülümsüyordu ve çok güzel bir gün geçirmiş olduklarını söylüyorlardı. Bir de, hepsinin elleri
çizik içindeydi...
***************
“Dünyada bu kadar insan açken, hayvan
beslemek de ne oluyor” cümlesini kuran birçok insana rağmen (ki neyse ki şu ana kadar akıllı
ve vicdanlı bildiğim birisinden bu lafı işitmedim. Ki, belki de dünyadaki bu kadar aç insan,
hayvanları bile besleyemeyen insanlar sayesinde vardı.) kendimi bildim bileli kedilerim oldu. Zor
durumdayken yardımcı olduğum bir köpeğim de oldu. Hatta elektrik çarpmış olduğu için 3 ay süreyle
beslemek zorunda kaldığım, bu süre içinde de kendiliğinden evcilleşip komutlarıma uyan, elimden
beslenen, omuzumda dolaşan ve iyileştiğinde onu bir parkta uçururken gözyaşı döktüğüm bir de kargam.
***************
Beraber yaşadığım her canlı benim için çok özeldi
tabii ki. Ama Pofuduk Hatun, Pamuk Paşa, Nejat ve Mişa dörtlüsü, bambaşkaydı...
***************
Ben tanıştığımda Pofu ve Pamuk yaklaşık 3-3,5 yaşındalardı.
Onlarla yaşamaya başladığımda ise 4 civarlarında... İlk tanıştığımızda, büyük bir aşkın sonunda
birbirlerinin yüzlerini bile görmek istemeyen kavgalı birer karı kocaydılar. Birkaç sene sonra
barıştılar... Ama ilişkileri asla eskisi gibi olmadı... Pofu sarman, Pamuk da beyazdı. İkisi de
kendilerini beğenmişti, ama beğenilerini haklı çıkartacak kadar da güzellerdi. Pofu şişko göbeğini
açardı insanları tahrik etmek için, göbeğini sevince de tırmalardı. Pamuk ise bağırırdı mütemadiyen.
Neden niye kimse anlamazdı, o bağırırdı… Pofu’ya her fırsatta bir tane pati çakardı ama
sokakta başka bir kedi sıkıysa Pofu’nun yanına yaklaşsın, karşısında hemen Pamuk’u
görüverirdi. Pofu da Pamuk’un arkasına…
Daha sonra Nejat girdi, önce
arabamın motoruna sonra hayatıma. Bulutsuzluk Özlemi konserinden çıkmıştık, aklıma ilk gelen isim
Nejat... Bıyıkları beyaz kendisi kara kedi... Gömlek cebime sığıyordu eve geldiğinde. Pamuk hemen
babası oldu onun, yaladı, yaladı, sevdi, korudu. Serseriydi Nejat ama sevimli serserilerden, biraz
da saf... Hep sokak kedisi olmak istedi... Giriş katımızdaki evimizden dışarı çıkar, evin diğer
kedileri balkondan aşağıya inmezken, o mahallede dolaşır, en psikopat kedilerle oynayama çalışır,
dayak yer, geri gelirdi. Ölümlerden döner, hastanelerde kalır, çıkar, eve geri döndüğünün akşamı
yine dayak yerdi. Aklı sokaktaydı.
Ve en son Mişa... Sokakta annesiz yaşarken Ati
bulmuştu onu ve bize getirdi. Tahminen 1,5-2 aylıktı. Evde 3 kedi varken dördüncünün çok zor
olacağını düşünüp, ona bağlanmadan önce bir sahip bulmaya karar verdik. İstemeye istemeye onu
sahiplendirdik. Ama kısa sürede onsuzluğa dayanamayacağımızı anlayıp geri istedik; zaten sahibi de
askere gidecekmiş, “Mişa’yı ne yapsam ki” diye kara kara düşünüyormuş. Bir daha
Mişa’ya sahip aramadık. Upuzun sarı tüyleri vardı, boyu da kısaydı. Hafiften de fettan bir
hali vardı.
***************
Mişa 7 aylıkken Nejat’tan hamile
kaldı. Ve bir gece doğum başladı. İlk yavru hemen geldi. Bir türlü ikincisi gelmiyordu.
Mişa’yı severek beklerken diğer bebeğin kuyruğu göründü, oysa ki önce kafası gelmeliydi…
Uzun bir süre bekledik. Hiçbir gelişme olmayınca veterineri aradık. Yavru ters geldiği için Mişa
için hayati bir risk durumu olduğunu ve bizim ona yardım etmemiz gerektiğini söyledi. Mişa’yı
benim doğurtmam gerekiyordu. Ellerimi yıkadım, Mişa’yı sevdim, “Bana güven kızım”
dedim. Gözlerime baktı, evet bana güveniyordu…
Mişa’nın yavrusunu yanına
koyduğumda bana teşekkürle bakıyordu. Daha sonra sorunsuzca 2 yavru daha doğurdu. Gece mutlu
bitmişti…
***************
Eşim hamile kaldığında evimizde 4 arkadaşımız da bizimle yaşıyordu. Pofuduk Hatun, Pamuk Paşa, Nejat ve Mişa… Ve eşim de hayatını hep hayvanlarla geçiren biri olmasına rağmen toksoplazma testi negatif çıkmıştı. Ne kadar saçma… Hamileliği süresince bu mikrobu kapmaması gerekiyordu… Doktorumuz hayvanları (!) evden uzaklaştırmamızı söyledi.
Bu kabul edilebilir bir öneri değildi tabii
ki…
Daha kabul edilebilir bir yöntem bulduk kendimizce. Hamilelik süresince
arkadaşlarımız evin bazı ortak bölümlerinde yaşamayacaklardı ve tüm bakımlarını ben üstlenecektim.
Ve sık sık ellerimi yıkayacaktım… Evin en güzel, en ferah bölümünü onlara ayırdık. Yemeklerini
ben verdim, ben sevdim ve ben temizledim arkadaşlarımı…
Kızım doğduğunda ve
büyürken de dörtlümüz hep yanımızdaydı. Zorluk, acı ve mutluluk yaşadık hep beraber… Kimi
zaman onlar bize destek oldu, kimi zaman biz onlara…
Kızımın ilk kuyruğunu çektiği
kedi Nejat’tı, ilk tırnağını da Pofu’dan yedi.
***************
Nejat’tı ilk gitmek isteyen. 6-7 yaşına kadar
dizginleyebildi sokak kedisi olma isteğini… Balkondan atladı ve gitti… Uzun bir süre
ortalarda görünmedi. Önce uzun uzun aradık, sonra öldüğüne karar verdik. Çünkü o zamanki evimiz 5.
kattaydı…
Aradan yaklaşık 1 ay geçmişti. Arabamı park etmiş eve girmeye
çalışırken arkamda bir “miyav” sesi duydum. Döndüm, Nejat… Üç beş adım arkamda
gözlerimin içine bakıyordu. “Oğlum” dedim, “İyi misin, hadi gel, eve gidelim
hemen.” Ona doğru bir adım atınca hemen geri çekildi. Ben durunca o da durdu. Ve konuşmaya
başladı. Bütün miyavlarından anladığım kadarıyla şunu söylüyordu: “İnan bana, ev kedisi olmayı
çok denedim. Ama içimde bir şey bana hep sokakta olmamı söylüyor. Engelleyemiyorum. Başım ne kadar
belaya girse de yine engelleyemiyorum. Bana çok yardımcı oldun. Hayatımı birçok kereler kurtardın.
Ama benim yaşamayı istediğim hayat bu değil. Ne olursa olsun artık denemem lazım… Kusura
bakma. Her şey için çok teşekkür ederim. Elveda…” Uzun uzun miyavlamaları bitince Nejat
geldi, bacaklarıma süründü ve arkasını dönüp gitti. İçimden sadece “Canım oğlum, asıl sen
sağol her şey için, kendine dikkat et” diyebildim… Nejat’ı son görüşüm
buydu…
***************
Aradan yıllar geçmişti artık ve hep
beraber büyüyorduk ama biz biraz büyürken onlar çok yaşlanıyordu işte... Pofu ile Pamuk, 17 yaşına
doğru ilerliyorlardı. Artık çok yaşlı arkadaşlarımızdı onlar.
Önce Pofuduk yoruldu
hayattan. Veteriner yapacak bir şey kalmadı dediğinde eve getirdik. Rahat edebileceği bir yer
hazırladık. Vedalaştık tek tek evin kızıl Rita’sıyla… Duru ona resimler yaptı, okşadı.
Ölümü merak etti ilk kez. Anlattık en yalın haliyle… Gece öptük Pofu’yu yattık, sabaha
karşı gitmişti Pofuduk Hatun…
Kısa bir süre sonra da Pamuk “Benden
bu kadar” dedi. Onu da hayat arkadaşının Pofu’sunun yanına yatırdık… Nedensiz
bağırmaları eksik kaldı hayatımızda…
***************
Mişa… Güzel Mişa, tatlı Mişa, dost Mişa… Her gece
yatacağımı anladığı anda koşturarak benden önce yatağa gidip, yastığa kafasını koyup beni bekleyen
Mişa’m… Gözlerini saatlerce insanın gözlerine dikip bakabilen Mişa’m… Bir
sen kaldın dört eski arkadaşımızdan…
***************
Derken,
4-5 ay önce akşamüstü eve dönerken Boğaz Köprüsü’nün üzerinde trafikteyken, köprünün
ortasında, orta refüjde minicik bir tekir kedicik gördüm. Şaşkın şaşkın yalpalıyordu… Elimi
pencereden çıkartıp arkadaki arabayı uyardım, dörtlülerimi yaktım ve arabadan inip yavruyu yanıma
aldım… Bakılabileceği bir bahçe görüp onu oraya bırakmayı veya bir süre besleyip sonra
sahiplendirmeyi düşünüyordum. Ben araba kullanırken kucağıma gelip mırlayınca kucağıma aldım ve
farkettim ki, araba çarpmış. Çene kırık, fıtığı yana düşmüş, göz kapalı, her yeri yaralı…
Hastaneye götürdüm hemen ve 1 ay hastanede yattı. Çıktığında yaraları iyileşmişti ama beyninde
hasarlar oluşmuştu. Kafasını düz tutamıyordu, bedeni biraz eğri kalmıştı, tek gözü görmüyor,
kulakları da duymuyordu. Aldım yaramaz yeni kızımı eve getirdim. Artık beraberdik, adını da hemen
koydum; Yamuk…
***************
Sonra Mişa hastalandı.
Geçen yıl ameliyat olmuştu ama kanser metastaz yapmış ve vücuda yayılmıştı. 3 gün
önce gece saat 3’te nefesinde bir problem hissettim ve hemen veterinere götürdüm. Yapılacak
hiçbir şey olmadığını söylediler. Eve getirdim… Vedalaşmaya başladık.
***************
Bu yazıyı yazarken evimin salonunda oturuyordum. Mişa da balkonda
uzanıyor ve nefes almaya çalışıyordu. Birden içeriye girdi, oysa yürümek canını acıtıyordu. Bana
baktı ve yemeklerinin yanına gitti. Ben de peşinden gittim. “Susadın mı kızım, yoksa biraz
yemek yedireyim mi sana” dedim. Ağzından içeri biraz yemek koymaya çalıştım, yiyemedi. Su
içirdim enjektörle, 100-150 cc. Gözlerime baktı ve kendini yere bıraktı.
Anladım,
şimdi gidiyordu… Kucağıma aldım, yatak odasına götürdüm. Başını okşadım, kulağına güzel sözler
fısıldadım… “Hiç korkma kızım” dedim, “Birazdan bitecek.” Sert bir
şekilde titredi, ellerini daha sıkı tuttum. Başını avcumun içine aldım. “Seni seviyorum”
dedim, “Her şey için teşekkürler.” Sonra nefesi yavaş yavaş azaldı, azaldı,
azaldı… Bitti… Mişa’m gitti…
Dördüncü arkadaşım da gitmişti.
Hayatımda, kişisel tarihimde önemli bir dönem daha bitmişti, devir değişmişti.
Bütün
gün susan Yamuk acı acı bağırmaya başladı bir anda…
Ağladım, sonra ellerime
baktım, neredeyse 40 yaşındaydım, ellerim hâlâ çizik…