İlk soru gayet
manidardı:
- Baba, ben ne zaman evleneceğim?- Eee, şey, hık, mık... Şimdi
bak kızım, bunu düşünmek için daha çok küçüksün. Öncelikle kocaman bir kadın olman gerekiyor (mümkün
olduğu kadar kocaman işte anla)... Daha sonra seni seven, sana değer veren, iyi kalpli, yakışıklı,
parası olan bir adam bulman gerekiyor (oh ölme eşeğim ölme)... Sonra bakarız duruma tekrar (heh heh
bu durumu da atlattım galiba)...
- Hımmm...
********
Bir kaç gün sonra, kızım ve annesi:
- Anne, benim
babam çok iyi bir insan değil mi?
- Evet kızım, baban iyi birisi...
- Beni çok
seviyor aynı zamanda...
- Tabi kızım, baban seni herşeyden çok seviyor.
- Babam çok
yakışıklı bir erkek di’mi anne?
- Yakışıklı tabii ki...
- Anne, babamın parası
var mı?
- İhtiyaçlarımızı karşılayacak kadar var kızım.
- Anne, o zaman ben karar
verdim; büyüyünce babamla evleneceğim.
- Ehüeeeuuu...
Kızımın prensi olma
durumunu geçeli yaklaşık bir sene oldu sanıyordum. Oysa, yavaş yavaş farkettim ki, ben kızının ömür
boyu prensi olmaktan başka bir şansı olmayan, biçare bir faniyim... Ne kadar güzel ve ezici bir
duygu... (Bu duygunun ne kadar zor olduğunu sadece prensler anlar, kraliyet ailesinin erkek üyeleri
haricindeki okurlar anlamak için boşuna çaba sarfetmesin.)
Artık beni “Perens” diye çağırmıyor, “Yakışıklı uyan, sabah oldu” nidalarıyla uyandırıyor ve yaptığı mini müstehcenliğin farkında bir şekilde gevrek gevrek gülüyor. Beş yaşındaki bir genç kızın (!) bastırılamaz, muzip ve cilveli halleri beni zaman zaman çaresiz bırakıyor doğrusu...
********
Yukarıdaki satırları okuyan bir psikolog “Hımm, tipik bir ödipal dönem... Acaba baba çocuğun işini kolaylaştırıyor mu, yoksa zorlaştırıyor mu? Çocuk bu durumdan sağlıklı bir şekilde geçecek mi, yoksa şu andaki aşk objesi olan babasını ömür boyu çantasında taşıyarak kendi hayatını kaydıracak mı?” gibilerinden bir çok soruyla beni darmadağın edebilir...
Bu soruların hemen hepsini ben de kendime defalarca sordum tabii ki. Neyse ki
durumumuzun pek de vahim olmadığına, gayet doğal bir süreçten geçtiğimize karar verdim (en azından
kızımın durumu vahim değil, benim vaziyet zaman zaman gayet de kayık olabiliyor). Hatta benim küçük
prensesim bir süredir gözüne başka birisini kestirdi bile... Hem de yeni kişi kızımın yaşıtı (bu
yaştaki bir erkek çocuğuyla kavga etmek bana yakışmaz, telkin yöntemini denemeliyim)... Her fırsatta
onlara ne zaman gideceğimizi soruyor, onun ne kadar iyi birisi olduğunu anlatıyor, bir bahaneyle
delikanlıdan bahsediyor falan işte (ergenlik dönemi cidden gözümde büyümeye başladı
vallahi)...
********
Babalar erkektir... Peki ya erkek nedir acaba?..
Çocuk sahibi olana
kadar erkekliğini pek de sorgulamayan ve bittabi gayet erkek olan ben anladım ki, bebeğimi kucağıma
aldığım ilk anda erkekliğe de ilk adımı atmışım meğerse... Ne sünnetteymiş keramet, ne askerlikte,
ne de evlilikte... Keramet hepi topu 51 cm. boyunda 3,5 kg. ağırlığında bir
bebekteymiş...
Mülkiyet kavramına inanmayan, “Ağustos Böceği ile Karınca”
hikayesindeki Ağustos Böceği’nin yandaşı, kendi çapında bir anarşist olan bendeniz, bir anda
ev fiyatlarının ne kadar olduğuna bakmaya başlar bulmuştum kendimi. “10 sene vadeli kredi
alsam, hem çocuğa bir de ev bırakabilirim bu durumda”, “Ayrıca bir de hayat sigortası
yaptırmalıyım kızıma, 18 yaşına gelince şu kadar para geçer eline”, “Yahu hadi maddi
olarak tamam da, psikolojik durumu da çok önemli, bu yaşlarda kritik hatalar yapmayalım yavruya, en
iyisi bir anne, baba danışmanlığı hizmeti alsak da hatalarımızı en aza indirsek”,
“İşimde de sebat etmeliyim artık ne öyle zırt pırt iş değiştirmek falan” (kızım
doğduğundan beri iş değiştirmedim, öncesinde ise 30’un üzerinde farklı işyeri benimle çalışma
şanssızlığını yaşadı) vs.vs.vs.vs...
Daha bir erkek hissetmeye başladım kendimi, yavrumu ilk
kucağıma aldığım andan beri... Sabahları evden çıkarken, kılıcımı yağlamaya, mızrağımın ucunu
sivriltmeye, dişlerimi de bileylemeye başlamıştım. Öyle ya, ben yavrusuna yiyecek götürmesi gereken
bir savaşçıydım, aslandım, kaplandım artık ve avları yakalayabilmek için her an hazırlıklı
olmalıydım... (Gerçi bu durumun dezavantajları da var. Bir başka bakış açısına göre de bu süreçte
gittikçe ayılaşmıştım. Ama baba
ayı.)
********
5 sene öncesine kadar sadece tüketimi çağrıştıran ve çok da anlamlandıramadığım “Anneler ve Babalar Günü” kavramları, benim için daha bir anlam kazandı tabii ki bu babalık sürecinde... Aslına bakarsanız bana göre Anneler Günü hala topluca tüketelim, harcayalım, delirelim günü olma özelliğini koruyor... Ama ya Babalar Günü öyle mi? Ne kadar özel, naif ve anlamlı bir gün. İsmi yeter bi kere; “Babalar Günü”... Bir deyim vardı, “Babalara gelmek” mi ne, ne anlatmak istiyordu acaba?..
********
- Uyan yakışıklı, sabah oldu...
- Çok uyumuşum be kızım, 36
yıl olmuş? Uyandırdığın için sağol...