Hayatın boyunca hiç durmadan bir şeyleri
kaybedeceksin. Önce çok canın acıyacak, "Keşke" diyeceksin, bir sürü yaptığına ya da çoklukla
yapmadığına... Sonsuz olasılıklar kapısında, kim bilir hayatını oluşturabilecek hangi olasılıkları
geri çevirdiğini, hangilerine kapını sonsuza kadar kapadığını düşünecek, meraklanacak ve
üzüleceksin... Aslında o kapının kapanamayan bir kapı olduğunu ve şimdi de yepyeni, bambaşka bir
sonsuz olasılıklar kapısının ucunda olduğunu hiç düşünmeyeceksin... Kaybettiklerini düşünecek ve
üzüleceksin. Sonra bir an gelecek ve hayatını oluşturmanı sağlayan, yaşadığın hiçbir şeyi, hiçbir
anı kaybedemeyeceğini anlayacaksın, öğreneceksin. Kaybettiklerin, sadece sen onları yaşadın veya
düşündün diye bile hiç kaybedilemeyecekler, var olacaklar. Yaşadığın sürece, yaşadığın her anı hep
yaşayacaksın... Unuttuğunu sanacaksın bazen, unutmayacaksın... Unutmak isteyeceksin bazen,
unutamayacaksın...
***************
Sanırım ilk
hatırladığım yılbaşı gecesi 1980 yılına girilen geceydi. Annem ve babam gece yarısına kadar ayakta
kalmama izin vermişlerdi ve yeni bir yıla uyanık olarak girmek kişisel tarihimde o zamana kadarki en
önemli ilklerden biriydi. Ayrıca tam gece yarısı TRT’de Nesrin Topkapı dans edecekti ve ben mutlaka
seyretmeliydim. Babam çok önemsediğine, bol bol bahsettiğine göre, bir erkek için mutlaka çok önemli
bir şeydi ve ben de (her ne kadar sekiz yaşına gireli bir ay bile olmamasına rağmen) bir erkektim,
ya da ne bileyim sayılırdım falan işte...
Gözlerim ağır bir vinçle kapanırken bile büyük bir
direnç göstererek uykuya yenilmemeye çalışıyordum. On dakikada bir saate bakıp, gece yarısına ne
kadar kaldığını anlamaya çalışıyor, dakikaların neden bu kadar yavaş ilerlediğini bir türlü
anlayamıyordum. Küçüklere zaman hep mi yavaş akar acaba? Yoksa beklenilen her şeyin, hep yavaşça ve
sükûnetle mi gelmesindendir, bilemiyorum...
Hafiften içim geçmiş ve uyuya kalmıştım ki, annem
omuzlarımdan hafifçe dürterek beni uyandırdı ve "Kalk oğlum, yeni yıla giriyoruz" dedi. Evdeki tüm
ahali televizyonla birlikte geri saymaya başladık. 10-9-8-7-6-5-4-3-2-1 ve yeni yıl... Herkes
nedense çok sevinçliydi, ben de sebebi hakkında çok fikrim olmasa da mutluluktan uçuyordum. Nesrin
Topkapı’yı hayal meyal hatırlıyorum. Bir dansöze göre oldukça mutaassıp olsa da bir dansöz
televizyona çıkmıştı ve ben seyretmiştim. Arkadaşlarıma ballandıra ballandıra anlatacak güzel bir
hikâyem vardı
işte...
***************
Annem en
büyük kız kardeş olduğu için ve iki dayım hariç beş kız kardeş de İstanbul’da yaşadığı için
genellikle özel günlerdeki ana buluşma noktası her zaman bizim ev olurdu. Babamın misafir ve
kalabalık sevmesinin de etkisi vardı sanırım. Ve o gün teyzemler çoluk çocuk bize gelmişlerdi. Ev
çok kalabalıktı ve benim de en sevdiğim şey buydu. Babam da seviyordu ya, zaten onun hep bir bildiği
vardı... Herkesin birbirine laf yetiştirerek ve eğlenerek yediği akşam yemeğinden sonra, evdeki
yetişkinlerin oturup kâğıt oynadıklarını, daha sonra benim gönlüm olsun diye ve sanırım seksen saat
boyunca "Tombala oynayalım, tombala" diye tutturmamdan sıkıldıkları için hep beraber tombala
oynamamızı da hatırlıyorum, o kadar...
Bir de herkesin çok heyecanlı olduğunu hatırlıyorum.
Yeni bir yıl geliyordu, yeni umutlar, beklentiler...
Benim beklentim neydi acaba o zamanlar
yeni yıldan, yarından?
***************
Ne kadar
çok şey kaybettim geçen onlarca yıl içerisinde ve tabii ki her kaybettiğim ne kadar da çok yeni kapı
araladı hayatımda... Sonra bir an geldi, anladım, öğrendim. Kaybettiklerim, sadece ben onları
yaşadım veya düşündüm diye bile hiç kaybedilemeyecekler, var olacaklar... Yaşadığım sürece,
yaşadığım her anı hep yaşayacağım... Unuttuğumu sanacağım bazen, unutmayacağım... Unutmak
isteyeceğim bazen, unutamayacağım...