Oysa ki su boyumu da geçmiyordu
ama ayaklarım bir anda kumla temasını yitirdiğinde, yüreğim o ana kadar yaşadığı en korkulu anları
yaşamaya başlamıştı... 10 saniye içinde yüzmeyi öğrenmem gerekiyordu!.. Aksi takdirde durum
kötüydü... Ve ben yüzmeyi hemen o anda denizin yüzde 50’sini yutarak öğrendim... Yer Avcılar
Ambarlı’da, teyzemlerin kamp yaptığı yerdi, yanımda da kuzenim Gökmen vardı. İki kafadar deniz
içinde nereye doğru gidiyorduk, annemler falan neredeydi hatırlamıyorum, hatta yiğitliğe halel
gelmesin diye kimseye bundan bahsedip bahsetmediğimi de hatırlamıyorum.
Tahminen 1970’lerin
sonlarıydı...
********
Kızım Duru doğduğundan beri ona denizi sevdirmeye çalışıyorum. Bebekliğinden beri
her fırsatta onu denizin sularına bırakıyor ve suyu sevdirmeye uğraşıyorum. Annesi de sağolsun bu
konuda bize elinden geldiğince yardımcı oluyor.
Ve iki gün önce döndüğümüz tatilde çok
önemli bir konuyu da halletmiş bulunuyoruz: Duru artık yüzebiliyor!..
********
İki senedir kolluk ve simitle takılan ve çıkartmamıza asla izin vermeyen
hatun kişi, bu tatilde biraz daha cesaretli göründü gözüme... Önce kolluklarındaki havayı daha az
şişirdim. Hemen tepki gösterdi. Daha sonra şişikliği biraz daha azalttım, bu sefer benden nefret
eder şekilde boynuma yapışık bir vaziyette suda takılmaya başladı. Ve sonunda beklediğim an
geldi, Duru suyun kenarında kollukları olmaksızın oyun oynuyordu. Hemen hain planımı uygulamaya
koyuldum. Belimi biraz geçecek şekilde suya girdim. Yaklaşık 3 senedir yüzük ve işaret parmaklarımın
ayakta durur hallerinden oluşan kahramanlarımız “erkek adamlar”dan birinin yardıma
ihtiyacı olduğunu ve Duru’nun hemen onu sudan çıkartması gerektiğini söyleyerek kızımı gaza
getirdim. Bu sırada “erkek adam” suya batıp, çıkarak yardım istiyordu. Duru “erkek
adam”ın zor durumuna kayıtsız kalamazdı. Çünkü bir gün onun “kız adamlar”ından
biri de yardıma muhtaç olabilirdi. Hemen suya atladı ve erkek adama doğru köpek stili yüzmeyi
denedi. O sırada ben de hem “erkek adam”ı Duru’dan biraz daha uzağa götürüyor, hem
de diğer elimde göğsünden kızımı tutuyordum. En sonunda büyük bir çabayla “erkek adam”ı
yakaladı ve yuttuğu suları da çıkartmaya çalışarak, öksüre öksüre kıyıya ayak bastı. Çok cesur
olduğunu ve “erkek adam”ı süper bir şekilde kurtardığını söyledikten sonra,
“Durucum, bu arada sen yüzmeyi öğrenmişsin vallahi” şeklinde gazlarıma devam ettim. Bir
sonraki yüzüşümüzde kucağımda olmak koşuluyla kolluksuz yüzmeyi kabul etti...
Aradan
iki gün geçtiğinde Duru artık suya girip 10 metre kadar yüzüp bana tutunmayı becerebilecek bir hale
gelmişti. Son iki üç gün ise suda nasıl nefes alınmalı, kollar ve bacaklar nasıl çırpılmalı şeklinde
teknik çalışmalarımızla geçti... Hatta işi abartıp (mevzubahis bensem abartı gayet doğal tabii ki)
suya atlama denemelerine de hemen giriştik tabii ki...
Sonra da yüzmeyi bilmeyen diğer çocuklara ve henüz çocuklarına öğretememiş babalara hava atarak geçti günlerimiz...
********
İstanbul Kabataş’ta balıkçıların barınağının olduğu yerdeki küçücük koy...
Önce beni üzerimde külodum kalana kadar soyuyor, daha sonra sımsıkı göğsüne bastırıyor
ve denizin serinliğine doğru ufak ufak yüzmeye başlıyor. Çok korkuyorum aslında ama bir yandan da
derin bir güven duygusu içindeyim. Ağzım, burnum göğsüne yapışmış bir şekilde, 100 bin metre
derinliğinde yüzüyoruz. Her tarafım deniz... Bir de ağzımdaki tanımlanamaz insan tadı...
Babam!..
Çok erken kaybettiğim babamın tadını(!) hala bu şekilde hatırlıyorum.
Lezzetini şimdi tadıyormuş gibi duyumsuyorum.
Yıl 1975 veya
1976...