Yüzmeyi öğrenen ve bu sayede
egoları tavanlarda dolaşan küçük prensesime öğretmeye doyamıyorum. Gerçi o da hiç durmadan yeni bir
şeyler öğrenmek, hayatına yeni renkler katmak için yanıp
tutuşuyor...
Yeni dersimizin konusu
bisiklet...
********
Eskiden biz mi fakirdik, yoksa Türkiye çok mu farklıydı emin değilim ama
ilk bisikletime sahip olabilmek için uzun bir süre beklemek zorunda kaldığımı biliyorum. Yanlış
hatırlamıyorsam, ilkokul 3. sınıfa geçtiğimde, yine takdirname alınca, babam artık oğlunun bir
bisiklet sahibi olması gerektiğine ikna
olmuştu.
********
Babamla birlikte otobüse binip, Beşiktaş Dikilitaş’tan Unkapanı Haşim İşcan
Geçidi’nin altındaki bisikletçilerin yolunu tutmuştuk. Orada milyarlarca (!) bisiklet vardı ve
ben en güzelini seçmeliydim. İlk seçtiğim model babamdan vetoyu yemişti hemen, “O olmaz çok
pahalı” dedi. “Pahalı” kilit bir kelime olduğu için hemen yeni en güzeli (!)
aramaya başlamıştım ve bir tane daha bulmuştum. O da vetoyu yedi, hem pahalıydı hem de benim boyuma
uygun değildi. Öyle bir şey almalıydık ki, hem ucuz olmalı, hem de mümkünse 20-30 yıl kadar
kullanmalıydım...
Ve ben en güzeli aramaktan vazgeçip, bana sunulanların en güzeliyle
yetinmeye karar verdim. Önümde 3-4 alternatif vardı. Bir tanesi bana “Beni al, ben
süperim, hem de iyi arkadaş oluruz” diye bakıyordu adeta... Kırmızıydı, hem de öyle böyle
değil, kan kırmızısı... Gıcırdı... Boyu boyuma uygun, fiyatı da babamın cüzdanına uygundu. İlk
görüşte aşk gibiydi. Birbirimiz için yaratılmıştık. Adı da güzeldi hem:
Pinokyo...
Babamın, Pinokyo’yu satıcının esaretinden kurtarıp, kucağına aldığı
gibi otobüse tıkıştırmasını, tek eliyle de beni peşinden otobüse çekelediğini unutamam (Çoookk
güçlüydü babam, çookkk). O otobüs yolculuğu asırlar gibi geçmişti. Uzun yıllar süren özlemin
bitişine doğru dönen tekerlekler ne kadar da yavaş dönüyordu. Nihayet eve geldik. Babam bisikletin
ıvır zıvır ayarlarını yaptı ve bana “Al bakalım oğlum, bu senin bisikletin artık, güle güle
kullan” dedi.
********
Pinokyo’yu sırtladığım gibi bizim apartmanın yanındaki (o zamanlarda bolca
olan) boş alanlarından birine taşıdım. Onu taşımak bana hiç de zul gelmiyordu. Pinokyo beni
yıllarca taşıyacaktı, ben de onu beş dakika taşısam ne olurdu ki...
Alana gelince
Pinokyo’yu dik bir şekilde tuttum ve selesine doğru popomu yerleştirdim. Şimdi iş ayaklarımı
yerden kaldırıp, pedallara koymaya ve çevirmeye kalmıştı. Ayaklarımı yerden kaldırınca acı gerçeğin
farkına vardım: Ben bisiklete binmeyi bilmiyordum!..
Hemen düştüm, bacağım sıyrılmıştı. Pinokyo iyiydi neyse ki... Yaklaşık 1,5-2 saat o arsada debelendim ve bisikletin üzerinde kalmayı ve sürmeyi becerdiğimi gördüm... Artık Pinokyo ile ikimiz bir ikili olmayı becermiştik. Arsada bir sağa bir sola deliler gibi gidip gelmeye başladık. Süperdi... Bu işi kolayca çözmüştük işte... Sihirli bir şeydi bu!.. (Aynı yanılsamayı 18 yaşında motor aldığımda da yaşamıştım. İlk motor kazamdan hemen önce motora binmenin ne kadar kolay olduğunu düşünüyordum; Mobiletimi alalı ve öğreneli 30 dakika olmuşken. Ne kadar da kolay halledilebiliyordu herşey böyle!.. Demek ki akıl yaşta değilmiş)
Kaderin ağlarını ördüğünü ikimiz de
bilmiyorduk...
********
Arsayla bizim apartmanın kenarında bir balkon boşluğu vardı ve
yüksekliği yaklaşık 1,5-2 metre kadardı. Pinokyo ile bir o yana bir yana salınırken, bir ara o
boşluğa doğru gittiğimizi farkettik. Pinokyo panik yapmamıştı, o halde benim de yapmama gerek yoktu.
Fren diye bir şey vardı ve basınca duracaktık. Boşluğa 5 metre kala hala sakindik, 4 metre kala
da... 3-2-1 ve derken ne olduğunu anlamadan kendimizi beton zeminde bulduk. Benim bacaklarım
kanıyordu ve canım da çok acıyordu. Pinokyo’nun durumu benden vahimdi, direksiyonu feci bir
şekilde sola doğru yamulmuştu ve benim kanlarım onun kan kırmızısı renginde bile rahatlıkla
seçilebiliyordu... Canının yandığı her halinden belliydi...
Babam Pinokyo’yu bisiklet
tamircisine götürdü ve tamir ettirdi. Yaraları, bereleri vardı ama idare eder bir hale gelmişti
işte... 2-3 yıl Pinokyo’yu kullandım...
Ama o sihir biz betonda yatarken uçup
gitmişti...
********
Kızımın sihri bu kadar kolay
uçmamalıydı...
(Haftaya: Duru, bisiklete binmeyi
öğreniyor...)