Benden az önce açmıştın
gözlerini.
Uzun ve derin bir karanlıktan gelmiştin. Belki de nereye
doğru gideceğini uzun süre bilemedin. Bu yüzden ya gitmedin, ya da gidemedin. Ve belki de, sonunda
geldiğin karanlığı özleyip, ışıkları kapattın, perdeleri iyice çektin pencerenin ışık sızan
yerlerine daha sonra... Vedalaştın bir çok kişiyle belki de çok canın acıyarak...
Benimle de vedalaştın mı acaba? Ya da sen vedalaşırken, ben vedayı anlayabildim
mi?
**********
17.Mart.1987... Lise 1’deydim. Akşam okul
çıkışı o yaşın gerektirdiği ve verdiği beklentilerle dolu heyecanla, aynı mahallede oturduğum
arkadaşım Ümit ve ben okuldan evlerimize doğru seğirttik. Bizim apartmanın kapısının önünde
vedalaştık. Evimin kapısını çaldığımda kim açtı hatırlamıyorum, hatırladığım en net şey evin
inanılmaz kalabalık olduğuydu. Kalabalığı hep çok sevmişimdir, o yüzden önce içimde bir çok keyifli
his canlandı... Ta ki Deniz içeriden seslenene kadar, “Haluk Ağabey, baban öldü!..”
Cemal
Süreya gibi kör oldum...
**********
Baba...
Ben “Baba”
diye seslenmeyeli 21 sene olmuş.
Sırtına alırdın beni... Kızımı sırtımda taşırken aldığım
keyif, belki de kızımın aldığı keyfi çok iyi bilmemden...
Kabataş’ta balıkçıların barınağında
denize girmiştin benimle, demiştim ya daha önce de, ağzım göğsüne yapıştığında aldığım tat hala
ağzımda, damağımda... Kızımla denize girmekten aldığım hazzın bir kısmı da belki aklımdaki senin
tuzlu lezzetinde saklı...
Ofisinde çalışırdık beraber, insanlarla ilişki kurmana hayran
olurdum. Ben belgeleri doldururdum sen imzalardın. İnan en güzel yazımla yazmaya çalışıyordum
hep...
Kahvede arkadaşlarınla 51 oynardın, tavla oynardın. Misafir gelince annem beni kahveye
gönderirdi, “Git babanı çağır, misafir geldi” diye... Gelir seni çağırırdım, beni görünce yüzün
gülerdi hemen ama oyunu bitirmeden asla gelmezdin. Oyun yarım bırakılır mı hiç? Kahveden çıkarken de
benim için kahveciden gazoz kapaklarımı sen isterdin. Bana ne çok lazım olurdu o gazoz
kapakları...
Herkese iyilik yapmaya çalışırdın, yediğin kazıklar senin değil kazığı atanların
problemiydi. İnsanlar kızardı bazen bu huyuna sen aldırmazdın...
Merttin, ailenin her koşulda
arkasındaydın, yanındaydın, önündeydin.
Babamdın...
**********
Erkekliğin, insanlığın özünü senden öğrendim.
Farketmeden...
Yokluğun bile çok öğreticiydi, bir dersti aslında. “Hadi bakalım, şimdi de
kendi ayaklarının üzerinde dur oğlum” dersi...
Bazen yoruldum, bazen üzüldüm, bazen de
bıktım.
Ama bak, ayaklarımın üzerindeyim... Senin de görmeni çok isterdim, bir evlat
büyütüyorum, her şeyimi(!) senin gibi kendim yaptım, kimsenin hakkını yemedim, sırtından kazanmadım,
ter akıttım, akıtıyorum, yavrumun yanındayım, her koşulda da yanında olacağım... Babalık yapmaya
çalışıyorum. Bildiğim yol, yordam kadarıyla...
**********
Daha önce senin Babalar Günü’nü hiç kutladım mı inan
hatırlamıyorum. O zamanlar kutlanıyor muydu, onu da hatırlamıyorum.
Ama şimdi biz şanslıyız.
Benim Babalar Günü’m 6 yıldır kutlanıyor, kutsanıyor. Babalar Günü’nü hak ettim galiba, senin
gibi...
İkimizin ve tüm hak eden babaların “Babalar Günü” kutlu olsun...