Bir hafta evvel, sevgili eşimle ve çok yakın dostlarımızla kısa bir Londra tatiline çıktık. Tabii ki kızlar İstanbul’da. Biri anneaneyle, biri babaanneyle kaldı. Allah razı olsun ailelerimizden. Söylemeden geçemeyeceğim. Onlar olmasa ne yapardık, nasıl giderdik hiç bilmiyorum. Anne ve babalarımızın hakkını nasıl öderiz, değil mi?
Neyse, tatilimiz harika geçti. Çok yorulduk. Orayı burayı görelim, yetiştirelim derken bir haftada kilometrelerce yol yürümüşüz. Hani ayaklarımıza kara sular indi, denir ya aynen öyle. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, size izlenimlerimi anlatmak istiyorum bu hafta.
Bazılarınız Londra’ya daha önce gitmişsinizdir. Gidenler muhakkak hatırlayacaktır. Gitseniz de gitmeseniz de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, çocuklar ve engelliler başka türlü yaşıyorlar bu ülkede. Her yerde öncelik hakkı verilmiş onlara. Turistler dahil halkın yaşam yerlerinde, kafeden tutun da müzeye kadar ihtiyaç duyulduğunda kullanılacak asansörler, bebek bakım odaları, pusetle ve tekerlekli sandalye ile binilebilir otobüs, metro ve ulaşım yolları hakikaten takdire değer. Örneğin, gezdiğimiz bütün müzelerde bebekler için birden fazla bakım odası mevcut. Yanımda küçük kızım olmamasına rağmen merakımdan girip inceledim. Oldukça büyük alt değiştirme masası, gerekirse meme vermek için bir köşe vb. Böyle bir oda beni gerçekten şaşırttı. Türkiye’de bu tip yerlerin sayısı, bırakın müzeyi, alışveriş merkezlerinde ve lokantalarda bile parmakla gösterecek kadar azdır.
Öncelikle yabancıların, çocuklarıyla tatile çıkma cesaretlerine hayran olduğumu belirtmek istiyorum. Diğer Avrupa ülklerinde de görmüştüm ama Londra sanki tamamen çocuklarla gezmek için düzenlenmiş. Biraz evvel de belirttiğim gibi otobüslere ve metroya pusetle binmek mümkün. Her müzede ilkokul çağındaki çocuklar için harika deneysel bölümler mevcut. Okullar gezi düzenleyip yerinde öğreniyorlarmış dersleri. Bir çocuk için ne yaratıcı bir deneyim! Geziyi bırakıp hem anne hem öğretmen gözüyle bu bölümleri inceledim.
Doğal Tarih Müzesi’nde büyük bir dinozor iskeleti karşılyor sizi. Dinazorlar için ayrı bir bölüm yapmışlar. Koridorda ilerledikçe çocukların dinozorları daha yakından tanıması için gerçekle neredeyse eş, maketler, üç boyutlu interaktif uygulamalar var. Tüm çocuklar hiç korkmadan gezdiler burayı. Yolun sonunda ise birden bir kükreme geldi kulaklarımıza. Benim bile içim ürperdi ne yalan söyleyeyim. Kapalı bir bölümden geçince bir de baktık ki karşımıza ne çıksın: “T-rex” . En vahşi dinazor cinslerinden biri. Maket mi canlı mı doğrusu ayırmak zor! Ateş dolu gözlerle kükrüyor. Önümüzdeki ailenin çocukları bir iki adım geri attılar. Ama baktım ki, anne ve babalar sabırla bunun maket olduğunu anlattı ve çocuklar hafif çekingen birkaç adım ilerlediler.
DEĞİŞİK BABALAR GÖRDÜM!
Bu heyecanlı bölümden çıkınca bazı yerlerde değişik babalar gördüm! Değişik diyorum, çünkü benim eşim öyle değildir. Türk, yabancı farklı olsa gerek diyelim; konuyu kapatalım isterseniz. Yazımı yazarken, bebeği küçükken gördüklerime benzer şeyler yapan kahraman Türk babalarına haksızlık etmek istemem doğrusu. Benim küçük kızım kadar, iki yaşındaki çocuğuna, eğilmiş dinozorların yumurtlamasını anlatıyor. Diğer çocuğu da pusette. O aileyi böyle cesur, bilinçli ve hevesli oldukları için sarılıp kutlayayım mı, biz neden Doğa ile Duru’yu yanımızda getirmedik, diye üzüleyim mi anlayamadım.
Diğer gün Buckingham Sarayı’ndayız. Kraliçenin yaşadığı muazzam büyüklükte bir saray burası. İçeride geziyoruz. Sessizlik hakim ama arada kulaklarımızdaki sesli tur anlatımı (dolaştığınız odaları numaralandırmışlar, elinizdeki vericiye oda numarasını yazdığınızda, kulaklığınızdan numarasını yazdığınız odanın tarihçesini İngilizce olarak dinleyebiliyorsunuz) devam ediyor. Sesli tur anlatımını kulaklarınızdan çıkarttığınızda, Saray’ın muhteşem yemek salonunun büyüleyici görüntüsüne karışan klasik müzik tınılarını duyuyoruz. Arkama bir döndüm ki en fazla 3 yaşında bir kız çocuğu yerlerde yuvarlanarak geliyor. O önde, anne ve anneanne arkada. Biz olsak oraya götürmeyiz, götürsek de ayıp olur, diye içeriye sokmayız. Oysa, çocuklu olmak yabancılar için gezmeye engel değil. Bu harika Saray’ı birkaç çığlık harici bizimle gezebildiği için bu küçük hanımı tebrik ediyorum doğrusu.
Orada yaşayan kuzenimizden öğrendiğimize göre, İngiltere’de devlet çocuğa ve çocuklu aileye çok önem veriyormuş. Oxford Street adı verilen çok ünlü bir caddeye araba ile gelip park etmek mümkün değilken, birkaç özel park alanı engelli ve çocuklu aileler için ayrılmış. Engelli ve çocuklu aileler her yerde önceliğe sahip. Ayrıca eklemek isterim ki, Buchingham Sarayı, diğer müze ve saraylarda da engelliler için özel asansörler olduğunu, onlara birer refakatçi vererek yardımcı olduklarını gözlemledim. Bu manzaraların bir gün memleketim topraklarında da uygulanmasını ümit ediyorum. İnsana verilen değer bu olsa gerek!
Ya parklar! Parklara ne demeli? Şehrin karmaşasından kaçmak istediğinizde genç, yaşlı, çoluk çocuk herkesin uğrak yeri olmuş. Kimi renkli şezlonglarda güneşleniyor, kimi öğle tatilinde taze sandöviçleri atıştırıyor, kimi dondurma yalayarak hızlıca parkın içinden caddeye çıkmaya çalışıyor. Park denilince bizdeki parklarla karıştırmayın. Şehrin bir caddesinden bir caddesine içinden araba yolu bile geçen, çiçeklerle süslenmiş, göllerinde kuğuların yüzdüğü parklar. Diyorum ya, Londra’da parklarda çocuk olmak varmış.
ŞÖVALYENİN GÖZÜNDEN...
Son günümüzde de müthiş tarihi bir yer gezdik. Tower Of London! Şehrin kurulduğu ilk yerleşim yeri. İngiltere tarihi burada gizli. Kraliçe’nin tacını, şövalyelerin kostümlerini, yaşadıkları yerleri burada görmek mümkün. Öyle bölümler var ki, burayı anlatan üç boyutlu maketler ve görsel araçlar neden bizim ülkemizde de yok diye içim sızladı. Gördüklerinizden büyük bir insan olarak etkilenmemek mümkün değil. Dolaştığınız tüm koridiorlarda buram buram tarih koklarken önünüze üç boyutlu şövalye maskesi çıkıveriyor. Bu maskeyi kafanızı yerleştirerek binlerce yıl evveline gidip, bir şövalyenin gözünden o zamanki dünyayı, karşınızdaki savaşçıyı görebilir, kulaklarınıza gelen kılıç seslerini de duyabilirsiniz. Bu maskelerden bir tanesi ufak çocukların ulaşabileceği yükseklikte, bir tanesi ortaokula giden gençlerin ulaşabileceği yükseklikte, bir tanesi de yetişkin bir insanın ulaşabileceği yükseklikte. Sorarım size, böyle bir deneyim yaşayan çocuk şövalyeyi ve gördüklerini unutabilir mi? Ben bile unutamayacağım.
Londra, hayvanat bahçesi, müzeleri, sarayları, akvaryumu, dünyanın en büyük dönme dolabı ve diğer galerileri ile aklımızı başımızdan aldı. Çocuklarınızla, rahatlıkla eğitici ve öğretici harika bir tatil geçirebileceğiniz favori mekanım. Şimdiden liste başı oldu.
Havaalanından ayrılırken, hem kızları ne zaman nasıl getiririz hesabı yaptık eşimle, hem de öğretmen olarak bu konuda ne yapabiliriz okullara, müzelere, saraylara, onları tartıştık durduk. Yolculuk bitti ve döndük. Anlaşılan çok yüklü duygularla döndüm Londra’dan. Düşünüyorum ve diliyorum ki, her ülke en az İngiltere kadar önem versin insanına, özellikle de çocuklarına. Otobüse, metroya binsin çocuğuyla insanlar rahat ve güvenli bir şekilde. Geleceğin çocuklarımızdan geçtiğini hiç unutmayalım. Onları elimizden geldiğince eğitelim. Herşeyi göstermeye çalışalım. Reklamlardaki gibi deniz görmeyen kalmasın ülkemizde. Doğayı tanısın önce çocuklarımız, ağaçları, böcekleri.... Sonra dalsın bilgisayarla teknoloji dünyasına. Haydi anneler! Bize burada çok görev düşüyor. Elele daha güzel bir geleceğe gidebilmek... Eğitimli, bilinçli çocuklar, eğitimli modern bir toplum demek. Ya siz ne dersiniz?