Ne yazayım, diye düşünürken bu Pazar kutladığımız Anneler Günü geldi aklıma. “Bu konu da es geçilir mi yani” dedim kendi kendime... İçimde bir şeyler kıpırdandı sanki. Büyük gün, büyük beklentiler ve anne olmak üzerine kalbimden dökülenler… Eğer kabul ederseniz... Benden sizlere sevgiyle...
Biz kadınlar enterasan yaratıklarız, diye düşünüyorum. Daha doğuştan başlıyor içgüdüsel annelik olayımız. Küçücükken yeşeriyor meyveleri... Ağlayan bebeğimizi sustururken başlıyor taklit meselemiz ve yemek pişirmekten tutun da rujlara, ayağımıza büyük gelen topuklulara kadar uzanıyor bu önce kadın olma ve ardından anne olma telaşı... İlk mesleğimiz annelik… İlk sevdiğimiz, ilk beğendiğimiz… İlk hayalimiz; kendimizi önemli ve büyük hissettiren... Sonra yavaş yavaş hayatın koşturmacasına dalıp uzun seneler ara veriyoruz bu telaşa. Okullar, dersler, gezmeler, büyümek telaşı derken kendimizle daha çok alakadar olarak... Ama annemizle çatışarak, onu yenmeye çalışarak, bazen anlayarak, bazen gözlemleyerek ama hep severek çok severek, onun gibi olmak isteyerek, annem beğenmez, istemez, ya kızarsa, ya alınırsa karmaşası içinde... Derken genç kızlık ve kadınlığa ilk adımlar... Evlilik zamanı gelince annemiz en iyi arkadaşımız oluyor birden. Çünkü bize en yakın o an, bizi en çok anlayan, tecrübeli ve yardımına en çok ihtiyaç duyduğumuz...
Sohbetler, eve gelen yemek yardımları, daha çok ilgi ve daha çok yakınlaşma... Derken tarih tekerrür ediyor ve yaşam gerçeğini ortaya koyuyor, bizler de anne olmak istiyoruz aynen annelerimiz gibi. Ve başlıyor sıcacık bir yaşam daha...
DEĞİŞİLMEZ O AN!
Ağlayan ellerde küçücük hayaller ve minicik bir damlacık daha. Yeni hayatına “merhaba”... Doğuyor kokusunu hemen tanıdığı o eşsiz kadının kucağına ve bakıyor ona en güzel bakışıyla... Dünyaları verseniz değişilmez o karşılaşma anı hayatta... O bağ, o hüzün değiştirmez asla melodisini dünyada... Eşsiz kadın damlatıyor buğulu gözlerinden iki damla... Yanağına damlayan bakıyor yukarıya, o sevgi yumağına... Duruyor tüm varlığı ile kucaklayarak yavrusunu, o karşılıksız anne edasıyla...
“Anne!” sözcüğü bazılarımızın söylerken çok keyif aldığı, bazılarımızın farkında bile olmadığı... Kaç kişi acaba bilmez anne demeyi ? Yok mudur kaç yaşında olursa olsun canı yanınca özleyen benim gibi annesini?
BİR İTİRAF!
İşte ben annesini çok sonra tanıyanlardanım ve belki de değerini hiç bilmeyenlerden. Ona hep kızanlardan... Bu yazı aslında bir itirafname de oldu benim için kendi anneliğim adına. En çok ilk doğumumda tanıdım annemi ve anladım. Neler yaşamış ben kucağında iken ve neler hissetmiş bana karşı, neler fısıldamış kulağıma, neler hayal etmiş benim için... Ona mektuplar yazmak istedim sayfa sayfa. Yazamadım ama... Sadece hissettim yüreğimde anneliği ve vermeyi karşılıksız, saf ve fütursuzca: Her şeyi bırakıp kenara, yalnız bebeğimin kokusunda kaybolmayı; yüzünün çizgilerinde kıvrımlarında içinin aydınlanmasını; gecenin gündüze geçişi gibi, alacakaranlıkta onun nefesini dinleyerek en hassas uykulara dalmayı. Belki ilk defa anlıyordum yaşamayı. Hayatın sadece benim gözlerimdeki gibi anlamlar taşımadığını... Artık başka bir canlıyla olan bağımı, bağlılığımı... Ruhumun yansımasını ve tekrar yeni benle tanışmasını... Anneyim ben, artık bir anne olduğumu anlıyorum ve bunu ikinci kızımla perçinledim.
Geçen zaman alıştırdı tüm bu duygulara ve tekrarlanan döngüye. Bakım telaşı ile yaşanan yalnızlıklarım... Onunla kaldığımda baş edemediğimdeki yetersizliklerim ve kızmaya başladım kendime. Bu nasıl iş? Ben anneyim; ama yorgun, ama kırgın, ama telaşlı, ama hassas, ama pimpirikli, ama kendini unutmuş ve anneliğin bu olduğunu sanmış, garip bir döngüde… Şimdi şimdi anlıyorum yanlışlarımı ve telaşlarımı, annelikle ortaya çıkan korkularımı...
ANNELİĞİN NE OLDUĞUNU ARTIK ANLADIM!
Hepimiz anne olduk diye tabiri caizse cozutuyoruz, kendimizi kaybediyoruz. Daha telaşlı, daha mükemmeliyetçi, daha sabırsız ve daha feci oluyoruz diyebilirim doğrusu. Bugüne kadar tanıştığım, eski arkadaşlarımdan, tanıdıklardan kimseden bilmiyorum anneliğin doğallığını ve çocuklarımızın bizim malımız olmadığını... Onları sahiplenmek, yalnız bizim istediğimiz konularda diretmek, bizim doğru bildiklerimizle bilinçaltımızdaki kayıtlarla yetiştirmek bilmiyorum artık ne kadar doğru. Hayatım bunlarla geçti diyebilirim. Zaten zor olan yapıma, biraz daha zorluk ekledim. Anneliği bir başarı konsepti olarak gördüm. Ama artık doğru değil! Benim için değil. Ben anladım. Anneliğin bu olmadığını anladım. Anneliğin yalnızca yol göstermek, ellerini açarak onun yolunda ona destek vermek olduğunu anladım. Karışmadan, yönetmeden, kontrol etmeden, hatta her konuda onların tam ve bütün bir birey olduğunu anlayarak ve onlara saygı duyarak... Tabi bu duygu ve düşünceler hemen olmadı. Ama zamanla her şey yerli yerine oturdu diyebilirim.
SADE VE SADECE ANNE OLMAYA ÇALIŞIYORUM
Ya o minikler… Bizim yönetimimizde sağdan sola koşturup duruyorlar. Tabi ki biz anneyiz, onların iyiliğini düşünürüz değil mi? Çok haklısınız, aksini düşünmüyorum. Ama biz önce kendi korkularımızdan kurtulsak, çocuklarımızı kaybetmeyeceğimizden, onların sağlıklarından, başarılarından, yeterliliklerinden ve bireyliklerinden emin olsak zaten onları serbest bırakacağız. Düşseler de kalkacaklarından emin olacağız. Derslerini yapmasalar da hayatta başarılı olacaklarına inanacağız. Onlar bizim evlatlarımız. Bizler de nasıl büyürken bize inanamadılar diye ailelerimize kızdık, nasıl onlardan bazı şeyleri sakladık, nasıl kendi kararlarımızı kendimiz vermek istedik de veremedik... Biz de aynı dikenli yollardan geçmedik mi? Acısını çekmedik mi? Peki biz niye aynısını onlara, evlatlarımıza, canlarımız yavrularımıza yapıyoruz?
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK...
Bunun ismi “öğrenilmiş çaresizlik” arkadaşlar. İsterseniz psikoloji kitaplarından da araştırın. Aslında araştırın ki hepimizin içinde bulunduğu bu meselenin ne olduğunu öğrenin. Ben uzun zamandır bu konuyu çözmeye çalışıyorum. Kendi yaşanmışlıklarımı ve yanlışlarımı bulmaya ve düzeltmeye, anne olmaya, sadece kızlarıma en iyi anne değil; hayatta yol gösteren, yardımcı ve seven ama korumayan, gözetmeyen, karışmayan, “daha” demeyen, sade ve sadece anne olmaya çalışıyorum.
ÇOCUK DOĞURMAK ZAFER DEĞİL Kİ!
Her sene Anneler Günü’nde çok fazla beklentim olurdu. Zaten ben de anneme ve kayınvalideme çok özenli şeyler yapardım. Artık anlamı farklı bu günün. Bizler onları doğurduk diye bize hediye alsınlar, bizi sevsinler, o gün yanımızda olsunlar istiyoruz. Ama evrensel sevgi zaten sonsuz. Onlar hep bizimle değiller mi? O gün de başka bir şey varsa yapılabilir? Muhakkak büyük beklentiye gerek yok. Çocuk doğurmak bir savaş kazanımı zaferi değil ki!
Biz çocuklarımızla var olmuyoruz ki! Onları da bize bağımlı yetiştirmeyelim.
Hadi gelin bir değişiklik yapalım bu Pazar. Öncelikle herkesi serbest bırakalım. Anne olmak; sonsuz sevgi sahibi olmak demek. Gani gönüllü olmak, kalbinin kapılarını evrene açmak demek… Anne olmak; bir ruha hayattaki deneyimlerinde saf ve fütursuzca yardım etmek, sevmek sevmek sevmek demek.
Sadece ve sadece sevmek demek!