Sel felaketi... Aslında hem acılı, hem de çok şaşırtıcı bir olay. İstanbul böylesi bir şaşkınlığı ve gafil avlanmayı en son Ağustos depreminde yaşadı herhalde. Bir sürü insan evsiz barksız kaldı. Ailelerini kaybedenler, malını mülkünü kaybedenler, işyerleri yağmalanan, fabrikalarının işçilerini kaybedenler... Sonsuz bir afet... Birkaç saniyede çığ gibi büyüyen ve insanları, arabaları, evleri alaşağı eden kızgın sel suları...
Kızgın diyorum çünkü çok öfkeli dur durak bilmeden saldırmış insanlara... Kimini yazlığında, kimini dükkanında, kimini bir servis arabasında, kimini de kapısının önünde yakalamış bu azgın sular… Televizyondan izledim ve gözlerime inanamadım. Hiç bu kadar suyu bir arada görmedim. Bizim de Silivri’de yazlığımız var. Tanıyamadım araba ile geçtiğimiz o yolları... İnsanlar çaresiz ve perişan… Feryatlar yükseliyor, yardım çağrıları için. Öfke var herkeste, neden önlem alınmadı, diye... Ama en acısı geçen akşam televizyonda izlediğim anne; feryat ediyor; “Nerede çocuğum?” diyor. Evladını vermiş kızgın sulara... Arıyor, bulamıyor... Evin yaşlısı ile dışarıda olan 6 yaşındaki kızını arıyor. “Okula başlayacaktı benim kızım, önlüğü bile hazırdı” diyor, yürekleri dağlayarak. Ne yapsın? Ağlıyor, bağırıyor, gözlerinden acısı okunuyor.
İNSAN BU ACIYA NASIL DAYANIR?
Allahım! İnsan her türlü acıya katlanır da evladının yokluğuna katlanabilir mi? Nasıl ayakta kalır, nasıl devam eder yaşamaya? Zavallı kadın; “Evimde ağlayacağıma evladımın cesedini aramaya geldim” diye acı ile bağırıyordu. Yetkililerden yardım istiyordu. Sel bitmişti ama kızını da alıp çoktan gitmişti. Geriye kocaman bir çamur yığını bırakmıştı. Bu çamur yığınında ellerinde tırmıklar el yordamı ile ceset arıyorlardı tüm aile... O an televizyonun başından kalkıp oraya gidesim geldi. Tırnaklarımı çamurlara batırasım ve öfkeyle o yavrucağı bulmaya biraz olsun yardım edebilesim. Ama durdum düşündüm. Bizim ne faydamız var? Daha profesyonel ellere ihtiyaç yok mu? Bu acılı annenin acısını biraz olsun dindirmek için ona yardım edilemez mi? Yarası sarılamaz mı? Buradan devlet politikası yapacak ya da suçlu kim tartışmasına girecek değilim. Hepimiz suçlunun kim olduğunu biliyoruz. Tamam yaşanan doğal bir afet. Hiç kimse engel olamaz. Ama İstanbul gibi büyük, anlı şanlı ve kozmopolit bir şehirde hiçbir önlem alınmamış ve insanlar perperişan, kayıpları ile baş başa bırakılmış...
BURASI TÜRKİYE!
Yurtdışında senenin dörtte üçünü yağışlı, karlı geçiren ülkeler var. Oralara gezmeye gidip görüyoruz.Yaşam devam ediyor. Yağmur yağıyor ve geçiyor. Nehirler dereler taşmıyor. Düşünsenize Paris’in ortasında Senn Nehri’nin taştığını. Ya da Prag’da Vitala’nın... Bunlar bizim dereleri de epey aşar. Nehir kıvamında gürül gürül akan sular… Amma velakin, geliniz ve görünüz ki, “Biz Türküz”, Türkiye’de yaşıyoruz. Canımız, malımız, evlatlarımız kıymetli değil ki! Kendimize, milletimize sevgimiz ve saygımız yok ki! Burada yaşam akmıyor. Zarla zorla akıtılmaya çalışılıyor. En ufak bir sorun; bazen kar yağışı, bazen trafik, bazen bir kutlama günü hep sıkıntı yaratıyor. Sorarım size ey efendiler! Ulu önderimin kemikleri sızlıyordur. Atatürk’ümüz bizlere bugün bizi yönetenlerden çok daha fazla değer verdi. Bizi hür bir millet yapabilmek için bu kadar uğraştı. Neden insanlarımız ölsün? Neden analar gözü yaşlı, evlat acısı ile yansın? Günah değil mi? Yazık değil mi? Böylesi bir çaresizlik görmedim. Böylesi bir ihmal... Ardından Cuma günü alarm üzerine alarm. Valilik okulları kapattı. Zaten beceriksizliklerini ancak “kapatarak” hallediyorlar. Trafik var, yolu kapat. Sorun var, okulu kapat. Kendilerini de kapatıp resetleseler ne kadar güzel olacak değil mi?
Her gün bir sürü Türk genci; yetişmiş, okumuş, yeni Türk nesli can vermiyor mu dağlarda? Mayınlarda o kısa hayatlarını teslim etmiyorlar mu? Yüce devletimiz nerede? Hani bizlere biz acılı annelere sahip çıkıyorlar mı? O acılı cenazeler hergün televizyonlarda.
BU NASIL BİR FELAKET?!.
O annenin yüzünü ve feryadını unutamıyorum. Düşünüyorum daha büyük bir acı var mı bu dünyada diye... O, 9 ay karnında taşıdığın, canından kanından verdiğin biricik yavrunu seller alıp götürmüş ve onu bulamıyorsun bile... Bir de diğer anne var yürekleri dağlayan.Yazlıkta otururken birden iki kızını alıp can havli ile arabaya koymaya çalışan ve birini kurtarayım derken diğerini elinden kaçıran... Kadıncağız hastanede uyutuluyormuş. Kalp spazmı geçirmiş. Düşünün canını kurtardığına mı sevinsin, bir evladını kurtardığına mı, yoksa diğerini bulamadığına mı üzülsün? Tarif edilemez bir acı. Ömür boyu içindeki suçluluk duygusunu yok edemez. Her gün uyusa ne olur? Bir gün zalim gerçekle yüzleşmek zorunda kalmayacak mı? Nasıl saracak yaralarını? Allah bir evladını bağışlamış ama 1,5 yaşındaki Dila artık yaşamıyor ve diğerlerindeki gibi cesedi de bulunamıyor. Allahım! Bu nasıl bir felaket? Hayat onun için hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Bu felaket hem büyük kızda, hem annede, hem de babada travmalara sebep olacak.
Bu zavallı anneyi duyunca salonda sağlıkla oynayan ve evi dağıtıp duruyorlar diye kızdığım evlatlarımın varlığına şükrettim. O ailenin yazgısı buymuş, ne yapalım? Bu kadıncağıza da Allahım yardım etsin, sabırlar versin. Tüm yüreğimle acısını bir anne olarak paylaşmaya çalışıyorum. Benim öfkem, kızgınlığım böylesi bir felaketi bu kadar teknolojik bir zamanda devlet büyüklerimizin neden fark edip halkı uyarmaya gerek duymayışına... Bu anneler feryat eder miydi bugün? Ölülerin en az yarısı kurtarılamaz mıydı? Yorumu artık siz vicdanlı annelere bırakıyorum.
Zor iş şu annelik. Ağır işçilik.Yürek yükü hiç azalmıyor. Ufakken maması, uykusu, gazı, kakası derken büyüyünce de “Okudu mu, mutlu mu, hasta mı” diye içinizden hep düşünüyorsunuz. Keşke küçük Dila ve adını bilmediğin o küçük kız yaşasaydı da anneleri onların acısını değil de merak yükünü taşısaydı. Allah hepimizin evlatlarını bizlere bağışlasın. Bizler evlatlarımızı bu karanlık dünyaya doğurup sonra da onları tüm kötülüklerden korumaya çalışıyoruz. Ama şunu unutuyoruz ki, bizden önce yazı, kader diye bir şey var. Bu yazgının önüne geçemiyoruz. Bu sel suları karşısında bile aciz kalıyoruz. Bazen de bu anneler gibi evlatlarımızı sellere teslim etmeyi, ne yazık ki istemeye istemeye, kabul ediyoruz.
SEVGİ DIŞINDA HER ŞEY BOŞ!
Tüm annelere sesleniyorum beni okuyan tüm annelere:
Sahip olduğumuz evlatlarımız için bir kere daha şükredelim. Sahip olduğumuz her şey için... Bugün karnımızı doyurduysak, bu mübarek ayda doyuramayanı da düşünelim. Sevelim, sevilelim... Kalp kırmayalım. Hayatta sevgi dışında her şey boş ve manasız. Yaşananlara üzülmeyelim. Sadece olanla ölüme çare yok derler ya, her şeyin çaresi elbet bulunur. Çareler içimizde ve bizim onu yaratmamızı bekliyor.
MUTLU, SAĞLIKLI BAYRAMLAR
Önümüz Bayram! Bayramlar sevginin, saygının, şükranın ve sadakatin yaşandığı platformlar. Bu gelen yeni bayram acılı ailelerimizin acısını dindiremez ama belki biraz olsun yüreklerine su serpebilir. Bizler de Bayram’da hem kendi evlatlarımızı hem de diğer çocukları olabildiğince sevindirelim. Bir gülen çocuk önce bizi sonra da dünyayı aydınlatır. Ne dersiniz?
Herkese mutlu, sağlıklı bayramlar diliyorum…
Sevgiyle kalın…