Merhabalar, Bu
ayki yazımı bir okurumdan gelen telaşlı, endişeli ve meraklı bir mailden sonra yazıyorum. Biz
anneler bazen öyle çaresiz şeyler yaşıyoruz ki, içsel olarak... İşte bu anlarda zaten bu yazıların
ve bilgilerin anlamı ortaya çıkıyor. O yüzden okurum önderliğinde tüm annelere hitaben
yaşadıklarımdan, tecrübelerimden, okuduklarımdan ve öğrendiklerimden ufak bir kesit... Hadi hep
beraber yolculuğa…
Konumuz; ufak çocuğu olan ve onlardan bir türlü ayrılamayan,
onları bırakamayan anneler. Buradan başlayıp ben sizleri önce o hiç unutamayacağım saflıktaki
kokularını ilk duyduğumuz ana, bebeklerimizi ilk kucakladığımız ana götürmek istiyorum. Hep beraber
gözlerimizi kapatıp hayal edelim. Hastane odasındayız ve bebeğimiz tüm güzelliği ile kucağımızda.
Annelik orada alevleniyor, bir yangın gibi tüm ruhumuza işliyor. Anne içgüdüsü kendi kendine bir söz
veriyor: “Seni hiç bırakmayacağım.” Çok haklı bir söz bu. Çok içten, korumacı ve bir o
kadar da saf. O küçücük yavrunun da tek isteği bu zaten: “Annem beni hiç
bırakmasın.” Bu duygunun çocukların beyninde nasıl bir güven yarattığını düşünebilir misiniz?
“SENİ HİÇ
BIRAKMAYACAĞIM...” Geçenlerde televizyonda bir programda bir profesör harika şeyler
anlattı. Diyor ki: “Çocuklarınıza sarılın. Onlara seni hiç bırakmayacağım, deyip hep bu oyunu
oynayın. Onlar kendilerini güvende hissedecekler ve rahatlayacaklar. Onu bırakıp bir yere gitseniz
de, “Ah ben kızımı bırakmam, vallahi bırakamam” diye oyunlar yapın. Ama babası yuvaya
bıraksın. Önemli değil. Çocuk anneden o güveni alsın ve yaşasın izin verin.”
ONA, “SENİ ANLIYORUM” MESAJI
VERİN Bu oyun faslı bana yabancı geldi .Çünkü benim bildiğim ve hep uygulamaya çalıştığım
bağımsız, anneye bağlı olmayan bireyler yetiştirmeye çalışmak önemli, duygusuydu. Şaşırdım. Ama
düşündüm uzun uzun. Ardından denemeye karar verdim. Sonra dedi ki “Eğer çocuğun bir yeri
acırsa, kesilirse ona abartılı bir şekilde “Ah canım, ah balım” diye seni anlıyorum
mesajı verin ve yüzüne, mimiklerine bakın. Çocuğa büyük insanmış, acımazmış, aman sen de ifadesi ile
yaklaşmayın. Çocuk kendini daha güvenli ve sevilen hissedecektir.” dedi. Ben bunları uyguladım
arkadaşlar. Ve inanamadım! Meğer güveni sevgiyi hissetmek ne kolaymış. Bugüne kadar ayakları yere
basan birey olsun diye olgun davranışlar yapmaya dikkat etsem de şimdi yerlerde sürünüyorum,
sormayın. Küçük kızım hem yaşı, hem de yapısı icabı biraz nazlıdır zaten. Geçen gün elini çarpmış.
Biraz acımış. Beni görmeliydiniz doğrusu... Ne rol kestim, kendim kendime hayret ettim.
KENDİNİZİ SUÇLU VE ENDİŞELİ HİSSETMEYİN Buradan
yola çıkarak diyebilirim ki, hayat koşulları gereği, çalışmamız için veya kendimize vakit
ayırabilmek için bebeğimizden ayrılmak zorunda kalabiliriz. Öncelikle bu durumu doğal karşılayalım.
Kendimizi suçlu veya endişeli hissetmeyelim. Bu durumu aşağı yukarı her anne yaşıyor. Onu çok
sevmemiz ömür boyu yapışık ikizler gibi gezeceğimiz anlamına gelmez. Er ya da geç okula gidecek,
onun da kendi hayatı olacak. Bu ayrılma işlemini küçükken yapmazsak ve çocuğumuz erkekse, işte azılı
kaynana sendromuna bile kapılabiliriz maazallah! İşin esprisi ama özellikle kırsal kesimin de en çok
içinde yaşadığı sorunlarından biri. Anne her şeyi oğluna bağlıyor. Onun da bir hayatı olduğunu ve en
önemlisi kendisinin de oğlundan ayrıca bir hayatı olabileceğini düşünemiyor. Hocamızın da söylediği
gibi önce ona, onu çok sevdiğimizi ve onu hiç ama hiç bırakmayacağımıza inandıracağız. Sonra o da
bizi sevgi ile uğurlayacak .Hem o mutlu olacak, hem de biz.
ÇOCUKLARIMIZDAN NASIL AYRILACAĞIZ? Peki, gelelim biz nasıl olacak da
çocuklarımızdan ayrılacağız? Onları içimiz rahat olarak anneanne, babaanne, bakıcıya ya da yuvaya
bırakacağız? Biz anneler doğum sonrası öncelikle değişen hormon seviyesinden, sonra da içgüdüsel
olarak delirmeye başlıyoruz. Abartarak anlatıyorum ama içimizdeki korkularımız ve endişelerimiz su
yüzüne çıkıyor. Hayaller görüyoruz. Gazetelerde okuduklarımız bizim de başımıza gelir sanıp kendi
kendimize kuruyoruz. Sonra da psikolojik sıkıntılar baş gösteriyor. Çıkmaza giriyoruz.
Oysa
bu dönemleri hepimiz geçirdik. Ya da daha geçirmemiş ama korkan okurlarım için yazıyorum, “Ben
ne yapabilirim de kendimi rahatlatabilirim?” diye düşünün. Öncelikle anne iyi olmalı. Sağlıklı
düşünmeli. Ben tavsiyelerde bulunacağım tabi ki ama kendi feneriniz her zaman içinizde. Kendi
yolumuzu aydınlatmayı hepimizin öğrenmesi gerek. Çare hep var, yanı başımızda. Yeter ki uzanıp
almasını bilelim.
Çok inanıp güvendiğiniz bir aile büyüğü ile konuşabilirsiniz. Kitaplardan,
bizim gibi gerçek bilgiye ulaşabileceğiniz internet sitelerinden yararlanabilirsiniz. Meditasyon
yapabilir, kendinizi şüphelerinizden kurtarabilirsiniz. Bütün bunların sonunda bebeğinizin
büyüdüğüne ve tüm ihtiyaçlarını artık kendinin söyleyip, yapabileceğine gönülden inanın. Siz buna
inanırsanız, emin olun ki o da kanatlanıp uçmak isteyecektir.
ANNELİK KENDİNDEN VAZGEÇMEK DEĞİL Kİ... Biz anneler bu çıldırma dönemi içinde;
kendimizi, birey olduğumuzu bazen saçımızı başımızı, bazen her şeyimizi unutup, bırakıp böyle iyi
anne oluruz sanıyoruz. İyi annelik ne demek? Bu konuda da sayfalarca yazabilirim. Geçen yazımda da
dediğim gibi anne olmak sadece sevmek demek, gerisi hikaye... Çocukların boyları, ebatları küçük
diye onları küçümsemeyelim. Onlar da bizim gibi yüce birer ruhlar. Dolayısıyla bizim görevimiz
onlara her şeyi vermek değil ki, sadece ve sadece rehber olmak, yollarına “eğer
isterlerse” ışık tutmak.
Kendinden vazgeçmek, yaşamamak, her şeyi bir kenara bırakmak
değil! Bizler anneliği yanlış anlıyoruz. Ben bunu çok yaptım. Ve şu an size çok net söyleyebilirim
ki, eğer bir anne doğumdan sonra kendini, kocasını, kendi hayatını hatta kariyerini unutursa, değil
anne olmak insanlıktan çıkabilir. Dolayısıyla bu durum insanı psikolojik bozukluklara kadar
götürebilir. Büyük kızım doğduğunda ben zaten çalışmıyordum. Ama daha önceki yazılarımdan da
bilirsiniz, hep üretmeye çalışan, hiç yaptıkları ile yetinmeyen bir yapım vardır ve hep çalışmak
arzusu ile yanıp tutuşmuşumdur. Ama kızımın doğumu sonrası onu bırakmam imkansızdı sanki. Annem,
kayınvalidem herkes “iyi anne” olmanın çocuğunu bırakmamak ve çalışmamak olduğunu
söyleyip durdular. Ama ben de öyle inanıyordum. Böylece kariyerimden, yani kendimden vazgeçtim.
Sonra, Doğa 3 yaşında zor yuvaya gitti. Alıştırmak zor oldu. O mu benden ayrılamadı, ben mi ondan
anlamadım. Belli bir süre sonra ben bunalmaya başladım. Ama şimdi anlıyorum o dönemde neler
yaşadığımı. Sakın bu anlattıklarımı yanlış anlamayın. Ben çocuğunuzu hemen bırakın gidin demiyorum.
Sizin yaşam şartlarınıza göre, eğer çalışıyorsanız ve hala çalışmaya devam etmek istiyorsanız bebek
engel değil. Ama siz kendi isteğinizle evde iseniz o da güzel! Hem de ne güzel! Herkes bu fırsatı
yakalayamıyor. Keyfini çıkartarak bebeğinizi büyütün. Kendi şartınız doğrultusunda zamanı gelince
ama çocuğunuza doya doya sevgi vererek, ona o güveni yaşatarak, ondan ayrılabilirsiniz. Çocuk da
diğer bireyler gibi kendi yaşıtları ile oynayacak, eğlenecek ve sizi özleyecek. Sağlıklı olanı da
bu. Akşam olunca da evinizde yine oynayın, yine öpüşün, yine koklaşın.
Dileğim, hepimiz için
ama önce biz anneler için: Biz aklı sağlam, yüreği sağlam, kendini seven, kendine inanan bireyler
oldukça, inanın çocuklarımız da daha rahat ve güvenle büyüyecekler. Ne
dersiniz?..