Dünyanın ünlü bilim dergilerinden Science’ta özel
olarak yapılmış bir araştırma yayımlandı. Bu araştırmada bir grubu tamamen steril yani mikropsuz
ortamda, diğer grubu ise normal laboratuvar şartlarında doğan ve büyüyen farelerin bağışıklık
sistemleri inceleniyor.
Steril ortamda büyütülen farelerin akciğer ve bağırsaklarında
CXCL 16 isimli bir proteinin ve kısaca NKT olarak bilinen bir tür T- hücrelerinin biriktiği ve astım
ve kolittekine benzer iltihabi değişikliklerin geliştiği tespit ediliyor. Bu fareler hayatlarının
sonraki haftalarında mikroplu ortamlarda yetiştirildiklerinde bağışıklık sistemlerinin normale
döndüğü ve bu hastalıkların ortaya çıkmadığı görülüyor.
Araştırmayı yapan uzmanlar
“bağışıklık sisteminin normal gelişebilmesi için hayatın ilk haftalarında bazı mikroplarla
karşılaşılması gerektiğini; steril şartlarda büyütülen farelerin hayatlarının daha geç döneminde
mikroplara maruz kalmalarının işe yaramadığını” söylüyorlar. Bu mühim çalışmadan vatandaşın
anlaması gereken şudur: Tüm mikroplar zararlı değildir. Bizi hasta eden, yataklara düşüren ve hatta
ölümümüze bile sebep olan mikroplar olduğu gibi, bağışıklık sistemimizin normal gelişebilmesi ve
sağlıklı bir hayat sürmemiz için mutlaka karşılaşmamız gereken mikroplar da vardır. Bu mikroplarla
ne kadar erken karşılaşırsak da o kadar iyidir.
BAZI
ÇOCUKLAR NEDEN ASTIM OLMAZ?
Bunun böyle olduğunu hastalarımdan
biliyorum: “Doktor Bey, bazı komşu çocuklarının üstleri başları, elleri yüzleri kir içinde.
Bütün gün sokakta tozun toprağın içindeler. Betona otururlar, koşar, terlerler. Yaşadıkları daireler
güneş almaz, küçücük rutubetli bir yerdir. Üstelik babaları o tek odalı yerde püfür püfür sigara da
içer ama çocukları ne kadar sağlıklı, ne astımları va, ne alerjileri. Turp gibiler maaşallah. Bizim
bir tek çocuğumuz var. Gözümüz gibi bakıyoruz. Doğduğu günden beri doktor kontrolünde. Bütün
aşılarını yaptırdık. Odası, giysileri tertemiz. Evimizde asla sigara içilmez. Azıcık terlese hemen
iç çamaşırına kadar değiştiririm. Gece en az 3 kere kalkar üstünü kontrol ederim, ama bizimki en
ufak bir üşütmeden hemen hastalanıyor, öksürüyor, nefesi tıkanıyor. 15 gün iyi, 15 gün hasta. Ayda
2-3 kere doktordayız. Nedir bizim suçumuz, kabahatimiz?”
Bu annenin sık hastalanan
çocuğu mikropsuz ortamda yaşayan fare, bahsettiği çocuklar da çevresindeki mikroplarla beraber
yaşayan fareler gibidir.
AŞIRI TEMİZLİK
Dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde her geçen gün artan astım, saman
nezlesi, egzama gibi hastalıkların “aşırı temizlik ve titizlikten” kaynaklanabileceği
ileri sürülüyor.
“‘Hijyen teorisi” olarak bilinen görüşe göre, bu durumdan
bebeklerin hayatlarının ilk döneminde çok temiz ortamlarda büyütülmeleri ve mikroplarla çok az
karşılaşmaları sorumlu tutuluyor. Hayatın ilk yıllarında geçirilen enfeksiyonlar çocuğun
ateşlenmesine, öksürmesine sebep olsa da, onu rahatsız etse de, faydaları da var. Çocuğun bağışıklık
sistemi bu enfeksiyonlar sayesinde virüslerle, bakterilerle savaşmayı öğreniyor ve
güçleniyor.
Buna karşılık bebek çok fazla mikropla karşılaşmıyor ise, bağışıklık sistemi
güçlenemiyor ve “boş kalmış, işi gücü olamayan kişiler” gibi, “Acaba ben ne
yapsam?” diye şaşkınlığa düşüyor. O da bu sefer tutuyor, karşılaştığı toz, tüy, polen, küf
gibi maddelere mikropmuş gibi davranıyor, onlara karşı hak etmedikleri aşırı tepkiler gösteriyor ve
işte bunun sonucunda da alerjik hastalıklar ortaya çıkıyor.
HİJYEN TEORİSİNİN DELİLLERİ
Gerçekten de buhijyen, yani
temizlik teorisini doğrulayan pek çok delil var. Meselâ, astım ve diğer alerjik hastalıklar
kalabalık ailelerin çocuklarında daha az görülüyor; çünkü çok kardeşi olan, kalabalık bir ailede
büyüyen bebekler daha çok mikrop alıyor ve daha fazla enfeksiyon geçiriyorlar. Doğduğu günden
itibaren evinde kedi, köpek gibi hayvan beslenen çocuklarda da alerjik hastalıkların görülme oranı
daha az, zira bebek evdeki hayvanlarda bulunan bakterilerle karşılaşıyor. Araştırmalar, yine aynı
sebeple erken yaşta kreşe gönderilen çocuklarda da, köy ve çiftliklerde büyüyen çocuklarda da
alerjik hastalıkların daha seyrek rastlandığını gösteriyor.
Buna karşılık, büyük şehirlerde
doğan ve apartman dairelerinde “el-bebek gül-bebek” sarılıp sarmalanarak, odası her gün
silinip süpürülerek, yatak takımları, çarşafı haftada bir değiştirilerek, sık sık yıkanarak binbir
ihtimamla ”tertemiz” bir ortamda büyütülen çocuklar ise alerjik hastalıkların pençesine
kolayca düşüveriyor. Bu çocukların ne kardeşleri var, ne de onları öpüp koklayan ve bu sırada
taşıdıkları mikropları onlara bulaştıran akrabaları veya diğer misafirleri. Üstelik bu yavrular
doğdukları günden itibaren kızamığa, boğmacaya, çocuk felcine, hepatite karşı aşılanıyor. Azıcık
ateşleri çıksa, biraz burunları aksa, boğazları kızarsa hemen antibiyotikler veriliyor.
SEZARYEN DOĞUM DA ETKİLİ
Sezaryenle doğan bebeklerde de
bağışıklık sisteminin gelişmesinde aksaklıklar meydana geliyor. Ana rahminde vücutlarında hiçbir
mikrop bulunmayan bebekler ilk mikropları annelerinin doğum kanalından alıyorlar ve bunlar
bebeklerin bağırsaklarına yerleşiyor. Bifidobakteri, bakteroides ve laktobasiller’den oluşan
bu faydalı mikroplar ,bebekte normal bağışıklığın gelişmesini sağlıyor. Buna karşılık sezaryenle
ameliyathanenin steril şartlarında dünyaya gelen bebekler ilk mikropları deri teması ile ve
hastanedeki yüzeylerden alıyorlar. Bu sebeple de sezaryenle doğan bebeklerin bağırsak floralarını
yararlı dost mikroplar yerine bağışıklığın kuvvetlenmesine etkileri olmayan hastane mikropları
oluşturuyor.
Biz insanlar milyonlarca seneden beri mikroplarla beraber yaşıyoruz. Derimizde,
ağzımızda, bağırsaklarımızda vücut hücrelerimizin 10 misli fazla mikrop var ve iyi ki bunlar var.
Sağlıklı bir hayat sürmemiz bu mikroplarla dostça bir arada yaşamamıza bağlı. Çocuklarınıza hep
içinde faydalı mikroplar bulunan fabrikada işlem görmemiş süt içirin, yoğurt yedirin dememin
sebebini şimdi daha iyi anlamış olduğunuzu sanıyorum. Haksız mıyım?