Oğluşum beklediğimizden erken doğmuş ve bizi şaşırtmıştı. Ardından gelen rahatsızlıklar, hastane günleri, sıkıntılar derken çok şükür gayet sağlıklı bir çocuk oldu. Ve tam tamına iki yılı geride bıraktık. Çok şükür olsun ki her şey geride kaldı. Allah'ım sağlıklı, huzurlu, mutlu uzun ömür versin. Benim ve herkesin evladına.
Tüm sıkıntılarımız geçti diye şükür edeyim, bereket sofrası yapayım dedim. Zaten niyetim de vardı. Çünkü hastanede yaşadığım bir olay beni çok etkilemiş ve her şey bitsin, ben de bereket sofrası yapacağım demiştim.
Kerem henüz 16 günlüktü ve burundan rahat nefes alması için hortum takılmıştı. Kolunda bulunan fistülden beslenmesine takviye yapılmaktaydı. Ara ara nefesi sıkışıyor, ağlarken morarıp sanki nefesi durmuş gibi sesler çıkarıyordu. Dualar edip ağlıyordum. Yanına benden başka kimseyi almadıklarından, kendimi çok çaresiz hissediyordum. O anda aklıma Konya'da yaşayan sevgili arkadaşım Ayça Tuluce'yi aramak geldi. Yüce Pir yardım elini uzatsın diye dua ettim. Sevgili Ayça o anda bana, "Sen hiç merak etme, burada bereket için aşure pişiriyoruz, dua okuyoruz. Kerem için hemen dua edeceğim. Bu okunmuş aşureden sana göndereceğim, sütün onu şifalandıracak" dedi. Ayrıca rahatlamam için bir süre benimle konuştu. Öğle yemeği saati geldi. Benim için gelen yemek tepsisini elime aldığım da hıçkırıklara boğuldum. Tatlı olarak aşure gelmişti. Biz 5 gündür hastanede yatıyorduk ve genellikle meyve veriliyordu. O an oğlumun çok iyi olacağına dair inancım yerine geldi. Kendimi daha güçlü hissettim ve öyle de oldu. İşte o gün evimde sofra kurmaya niyet etmiştim.
HİKAYE ŞÖYLE...
Geçtiğimiz hafta da bu niyetimi gerçekleştirdim. Adı niye "Halil İbrahim sofrası" diye merak ettim ve buldum.
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğü Halil, küçüğü ise İbrahim miş. Halil, evli çocukluymuş. İbrahim ise bekârmış. Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin. Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş. Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış: İbrahim kardeşim; ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, abi demiş İbrahim. Halil gitmiş çuval getirmeye, o gidince, düşünmüş İbrahim: Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine, böyle demiş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine. Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi İbrahim, demiş, önce sen doldur da taşı ambara. İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa: Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşünerek, kendi payından atar onunkine birkaç kürek. Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böyle sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile. Allah bu hali çok beğenir. Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler. Şaşarlar bu işe. Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları. Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir. Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir.
Sizin de sağlığınız, bereketiniz bol olsun.
Sevgiyle...