“Yaşam Ağacı” köşesinin güzel okurları… Bu yazım öylece basit, olduğu gibi, hepimizin aşina duygularının bir sentezi olacak. Öyle beylik laflar falan yok… Şöyle bir turistik gezi yaparak, sar makinayı sar sar deyip, geçmişe bir yolculuk kıvamında, fotoğraf çeker gibi, ben kendimi ana katıp, o anların çocuğu olarak, kalbimin tüm odalarının pencerelerini aralayıp, arka odalarının saklı köşelerine hep birlikte gireceğiz. O odalardaki sandıklar açılsın, yayılsın ortalığa naftalin ve lavanta kokuları misler gibi… Haydi, bakalım perde açılsın, başlasın yeni hikayemiz…
“Bugünden yarına, insanoğlu değişir mi?” diyerek başlayalım ilk söze. Bugün olan, yarın farklı olabilir mi? Geçmişte olan, bugün hala devam eder mi? İnsan olmanın da anlamı burada herhalde… Sorular ve cevaplar belki de ömür boyu hiç bitmeyecek. Neyse gelelim sonuca; “Bugünden yarına insan değişir mi?”yi anlatacağım sizlere…
Evet, hayattaki en kıymetli varlığım, değerlim, bir tanecik oğlumun evden ayrılışı ve yeni yuva kurmasıyla başlayan hikayem, ruhumun seyr-ü seferi, 5 yıl evvele götürüyor beni…
Ben de çocukları evlenip gittikten sonra, tutunacak dalım kalmadı, diyen kadınlardan mıydım yoksa? 27 yıl birlikte yarattığımız dünyamızın renklerinin sönükleşeceğinden kaygılı mıydım?
Beni yaratan bana bir natura vermiş, ne yapayım ki? Tabiatım yani...
Şeytanlaşıyor, keçileşiyor, inatlaşıyor, üzerine üzerine gidiyor, gıcık ediyor, ne yapayım; bu benim maskesiz halim. Anlayacağınız avare gönlüm yasta… Mantık falan hak götüre…
“BEN EVLENECEĞİM ANNE!”
Biliyorum, bilmez miyim kuşlar uçmayı öğrenip zamanı geldiğinde özgürlüğe kanat açarlar, sen de öylece arkasından el sallarsın ve gururlanırsın kelamları mı?.. Yok ya, bok gibi kalırsın, desek daha doğru o anlar için… Diyorum ya, tanıyamıyorum kendimi... Evin tek çocuğu, göz bebeği... Bir gün gelmiş karşına; “Ben aşık oldum, evleneceğim” demiş… Aşk masaya geldi mi, dünya durur, sükut başlar ya, o da yok ortada. Yani akan sular falan durmadı, ne diyeyim… Valla doğru tüm bu hislerim… Hani bazen olması gerekenleri bilirsin de, yüreğe anlatamazsın ya; hah işte siz de biliyorsunuz, aynen bu hisler… Bencilliğin dik alası, deme de dur, sanki biz aynı yollardan geçmedik de. Cadılık hallerim… (Ne yoga, ne meditasyon durumları işe yaramadığı gibi, yaşadığım her neyse beni acayip besliyordu.) Valla kadın duygularım atakta!
BABALARIN VAKUR DURUŞU…
Gelelim bu durumda babaların duruşuna… O eşsiz gölge: Olaylara bakış, sabır, azim ve sonuca odaklanmasıyla evlatlarını evlendirirken eşlerine destek olan tüm babalara helal olsun…
Kadınları anladıklarından mı bilemem, ama ben bu işin beynin çalışma sistemiyle yakın ilişkide olduğunu düşünüyorum. Sağ ve sol beyin farklı çalışıyor. Biz kadınlar detaylar denizinde yüzerken, erkekler karaya çıkmak için hedefte...
GELİNİMLE ARENA GÜNLERİM
Yani biz kadınların suçu yok bu işte arkadaşlar, sistem böyle! Aslında her şey çok güzelken, hani nerede o gören gözler nutukları atan ben! Görür görmez sevdiğim şu kızım, o günlerde benimle arenaya çıktığının farkında bile değilken, iki kadının arenaya çıkış müziği bile kulaklarımda. İki kadın matador fotoğrafı… Dimdik, mağrur, güçlü, sevgisi için mücadele veren ana kraliçe, yani ben! O günkü fotoğraf böyleydi.
Kalbin direnişi bu kadar mı sert olur, derken; fazla duygusala basmadan firen yapa yapa giderken; kısa bir süre sonra 6 aylık bir askerlik çıktı ortaya. Al dedim kendime, ne bu kadar duygusala bağladın, vur başını taşlara…
Şırnak yolu gözüktü, başladı hicaz makamı, ince sazdan nağmeler… Bir ay sonra Şırnak nereden çıktı derken, al sana İdil Karakolu… İşte böyle başladı iki kadının bugünden yarına ilerleyen hikayesi ve ilişkileri…
“BEN” ANLAŞMAK İÇİN “BİZ”E İHTİYAÇ DUYAR!
Tanımak, bilmek, anlamak… İnsana birbirinin sözünü duymak için onu anlayan bir kalp gerekirmiş derler; yani BEN anlaşabilmek için BİZ’e ihtiyaç duyar ilişkilerde; yeter ki niyet tohumları birlikte atılsın. İnsan anlıyor ki her şeyin bir anlamı var ve kendi hikayelerimizin kahramanlarıyız, yürüyoruz, düşüyoruz, sendeliyoruz, ayağa kalkıyoruz, yaşayıp yazıyoruz beraber.
PEK ÇOK ANNE GİBİ…
Geriye dönüp baktığımda o günlerdeki hırçınlığıma da öfkeme de saygı duyuyorum; bence evlatlarını evlendiren pek çok anne de bu duyguları yaşamıştır. Bütün o duyguları saygı ve sevgiyle uğurluyorum.
Askerlik dönemi gelinimle olan ilişkilerimin temelini atmada tohum oldu, o tohum bugünlere gelene kadar çiçeklerini ve meyvelerini verdi. Biz aynı nehrin içinde birlikte yüzdük, çok su aldık, yorulduk ama hiç ellerimizi bırakmadık, omuz verdik, can olduk, derman olduk, güldük, ağladık beraber… Şükür ki hayat ikimize de o fırsatları verdi.
Günümüzde dünyanın değerlerinin yitirildiği, hayatın maddileştiği zaman diliminde anlamlar üzerinde birleşmek ne kadar önemliymiş. İyi bir dost, arkadaş, yarın olabilmek, kalpten kalbe giden yolu birlikte diriltmekmiş. Hayatımıza anlamlar katıyoruz birlikte, sahip çıkıyoruz birbirimize; ben de onun deneyimlerinden yararlanıyorum, onu dinliyorum, hayat yalnız benim deneyimlerimden şekillenmiyor artık biliyorum, genç bakış açısı ruha heyecan, hafiflik oluyor arkadaşlar. Aynı beden kot pantalonu paylaştığın bir kızın oluyor gelinin.
Ailelerimizde güzel günlerin bayrağı dalgalandığı gibi zorlu sınavlardan da geçer, hepimizde olduğu gibi… Evet, bugün, yarın hayat nasıl da farklılaşabiliyor, gören gözler ve kalpten kalbe giden yolu bulmakta… Zira, bazen ağzınızla kuş tutsanız da olmaz derler ya, doğru valla belki de biz şanslı kullardandık ne diyeyim.
ÖFKE YERİNİ KABULE BIRAKTI
Şimdi baktığımda, öfke yerini zamanla nasıl da kabullenişe bıraktı derseniz, bir gün çocuğunun da evlenip eşinin biriciği olduğunun sevincine, hayrına; aynen bizlerin de yaşadığı gibi herkesin sevgisinin ayrı olduğunun tanıklığına ve beklentisizliğin getirdiği salınımla ilişkilerinin daha da derinleşip güçlendiğinin yaşanmışlığına eyvallah…
ZAFER DEĞİL, SEFER…
Tanrı hepimize yaşam yolculuklarımızda ilerlerken acılar, hüzünler, kayıplar, neşeler, sağlık sorunları, riskler veriyor ve o farkındalıklarının içinde boğuşurken, coşarken ailelerimizin ve sevdiklerimizin kıymetinin daha da iyi anlıyoruz ve bazen iyi ki yaşamışız diyebiliyoruz. O yaşananlar olmasaydı belki de bu keşifleri yapamayacak, ellerimizle tutamayacaktık. Eskilerin güzel bir sözü var; zafer değil, sefer derler önemli olan, varmak değil yolda olmaktır, yolu yaşamaktır. Çünkü yolun getirdikleri en eşsiz tecrübelerdir.
Ve anladım ki; insanlar birbirlerini anladıkça tohumlar iyi niyetle karşılıklı ekildikçe, beklentisiz bir sevgiyle sarmalandıkça, kişisel özgürlüklere eyvallah dedikçe her zorluğun üstesinden gelip ruhları sarmalayabiliyoruz. Bunun sırrı mı derseniz, sıcak bir gülümseyişle zor zamanlarda elleri sıkıca kavramakta, ihtiyacın olduğunda “Ben buradayım!” diyen hakiki bir sözde o kelimelerin ve ümidin gücüyle anlamlarda gizli.
Yıldızlar hepimizin beklentisiz sevgilerinin üzerine yağsın…