"Yaşam Ağacı" köşesinin güzel insanları!
Yaz mevsiminin rehavetinden ve ruhsal tadilata olan ihtiyacımdan sıyrılıp yeni hikayelerle, sıcacık akışlarla yine beraberiz!
İnsanoğlu hikayeler anlatan bir varlık, hepimiz bir anlamda kendi hikayelerimizin kahramanlarıyız. Tutarlı ve mutlu bir sonla biten hikayelerimiz olsun istiyoruz. Hayat bir yap-boz parçalarını yapıştırarak anlamlı bir biçimde akıp gidiyor her şeye rağmen… biraz kal desen de mani olamıyorsun.
Ruhum bu hikayelerin içinde adeta nefes aldığını hissediyor. Ama içten, şöyle bir ciğerinden çıkmalı bu hikayeler ve hoop diye karşındakinin kalbine dokunmalı inceden inceye… Çabasızlık ve teslimiyetin getirdiği farkındalıkla dolu olan benliğinden fışkırırcasına, tutamama hali gibi olmalı yaşadıklarınızı, hissettiklerinizi anlatmanız.
“Her nereye giderseniz oradasınızdır” diye bir söz vardır. Bir başka deyişle; siz buradasınız daima. Olanı kabullenmeniz size benlik duygunuzun ve içsel halinizin artık zihninize ya da kötü yargılarına bağlı olmadığı daha derin bir düzeye götürür. Yaşamın oluşuna evet dediğimde, bu anı olduğu gibi kabul ettiğimde, içimdeki derin bir biçimde dingin olan genişlik duygusu samimi ve sıcak hislerin kapı arkasından çıkışını beklemekteymiş.
Gelelim sadede! Mevsimlerin insan ruhu üzerindeki tesirini hepimiz biliyoruz. Bu haftaki yazımla bu mevsimlerin duygu-durumlarımızla olan dalgalanmalarına önce kendi penceremden bakıp, belki de benzer durumlara beraberce şahitlik yapıp yalnız değilmişiz diyeceğiz, kim bilir?
Hey gözünü sevdiğimin yaz mevsimi, her halin, tavrın, edan, işven, cilven, dokunuşun bir başka yahu! Benim için yaz demek tatil demek. İçimizdeki güneşin her dem canlı, her an çıkmaya hazır olduğu, bütün bu hislerin zirve halini yaşamak demek. (ŞAKTİ)
Yoğun bir kış, çalışma döneminin ardından, laf aramızda keyifli bir işimiz var ya YOGA yapıyoruz ya! İyi güzel de sonuçta yaşayan, soluyan, her gün öğrencisiyle, eğitmeniyle, çalışanıyla var olan bir işyeri ne mi? Açıkçası sorumluluklar omuzlarda ve sırtta toplanmış, çekiyor size aşağıya. Bildiğiniz formülleri de uygulasanız “Tatil!” diyor içerideki çocuk, “Haydi tatil! Bana ne, bana ne!” Ah ben onu incitir miyim? Duymaz mıyım? Şükür ki içimdeki duvar daha kalınlaşmamış, duyuyorum yaşasın! Temmuz, Ağustos geldi mi tutmayın gezgin ruhumu, başlasın seyr-ü sefer… Hem içeriye hem dışarıya, her telden… Seyyahlık her ruha deva yeni kapılar açar, yaratıcılığı yeniler, iyi gelir… Her kısa bir nefes aralığı hangimize iyi gelmez ki? Tatil seni sevmeyen ölsün be!
Sabahı, o ilk saatlerinin büyüsü ile, hele denizle açıyorsam değmeyin keyfime! Adeta bir ibadet (Suryanamaskar) güneşe selam! Denizin şifalı kolları, bedenimi, zihnimi, ruhumu kucaklarken “Şükür Tanrım, nice yazlar görebilmeyi nasip et” derim.
Güneş, deniz, kum, mehtap, dolunay, tüm galaksiler, hafif rüzgar, dalgaların evime gelen sesi, yarasaların avlanmak için akşamüstü jet seyri, kahvaltıda arıların tabaklara sessiz ve telaşsız dokunuşu, “Birlikte kahvaltıyı özledik Merih” deyişi, çaydanlığın kaynadığı o akşamüstü saatlerinin muhabbetçilerinin kalpten kalbe bekleyişlerini, biraz rehavetli, biraz oynaş cıs-tıs-cıs-tıs tempolarla zirvede… Bu halimi seviyorum, belki de genç ruhumu uyandırıyor, kim bilir?
Modern ruh bilimi de artık mevsimlerin insana yaptığı fenalıklar olarak tanımlıyor olsa da…
Benim için yaz demek, gel gençliğim gel demek… Açıkçası neşeli ve canlı bir akış bu. Güzel şeyler çabuk bitermiş, doğru valla darken; leyleklerimi görüyorum gökyüzünde, ah diyorum ah! Ben bu filmi her yaz sonunda görüyorum, yine mi ya! Hiç mi şaşırmazsınız, hiç mi geç kalmazsınız, siz benim hüznümün, vedamın, hicazımın ana rahmine düşer gibi tohumları mısınız? Bak şimdi başladı yine ince sazdan mağmeler. Hani ruhumun oynaşmasının yerini damardan batsın bu dünya, bir teselli verler alıyor…
DİSİPLİN İÇTEN GELMELİ!
Neden mi? Sonbahar geldi ya, hüzün geldi, iç benle itiraflar geldi, tutamazsınız artık isteseniz de, istemeseniz de. Leyleklerin seması başladı mı secdeye varır ruhunuz, ilahi düzenin içinde kendinizi bir toz zerresi kadar aciz bir kum gibi hissedersiniz. Tanrım dersiniz, nasıl bir düzen bu? O doğanın disiplinine şapka çıkarırsınız. Ağaçların kendi içindeki disiplini, kuşların uyumla seması, arıların kovanlarını nasıl yaptığını, karıncaların birbirini nasıl takip ettiklerini, horozların aynı saate uyandırışlarını… İnanılmaz ama gerçek. Biz insanoğulları da disipline edilmeyi dışarıdan bekler dururuz. Oysa, disiplin içten gelmeli. İşte leyleklerin seması bana bunu bir kez daha yaşattı YOGA felsefesinde bunun adına ABHYASA deniliyor.
Biz doğadan ayrı değiliz. Hepimiz kendisini evren boyunca sayısız formla, hepsi birbirine bağlı formlarla, tezahür ettiren bir YAŞAM’ın parçasıyız. Doğayı dinginlik olarak algıladığınızda ve onunla o alanda birleştiğinizde farkındalığınız o alana nüfuz eder. Bu bizim doğaya armağanımızdır.
Sonbaharda havanın kokusu, rengi, değişmiş güneşin o parlak göz kamaştıran ışık oyunları yerini gölge danslarına bırakmıştır. O kokuyu hemen alırım, tanıdıktır, aşinadır bana…
Onun için kafamı gözyüzüne çevirip o leyleklerin semasını görmek için hiç acele etmem ama bilirim ki başlamıştır. Sıcak ülkelere göç… Her gün parça parça toplanıp bekleşirler ve Nil nehrine doğru yol aldıklarını düşünürüm hep.. O gidişler hüzünlüdür, acıtır, kanatır, düşündürür hep yine, yeniden… Ve de sonbahar kapıyı çalar…
Şıp şıp bulutlar çoğalmıştır gökyüzünde, güne karanlık başlarız, hani o güneşin parlaklığı nerede? Göz kırpar arada, az kalır aramızda... Duygu durumlarımız değişmeye başlar yavaştan… Psikiyatrların da söylediği gibi sonbahar ve kış aylarında birçok kişide enerji azalması oluyor, pil bitiyor… Depresyon kapıda, atakta veya yolda. Çok doğal, panik yok; diyorlar. Kış aylarındaki depresyonlarda kaygı ve panik atak tedavilerinde ışık kullanıldığı ve parlak ışığın “mevsimlere bağlı depresyonlar”da hayli etkili olduğu biliniyor.
Ben her sonbahar geldiğinde hayatımın içine balıklama dalar, kendime ait bir dalışın dalgıcı olarak adım adım iz sürerim. Her zaman hüznü kov, hüzün kötüdür derler ya… Hayat hep mutluluk, çiçek, böcek mi ki?.
ELDE VAR HÜZÜN
Yeniden sıçramak için elde var hüzün diyelim... İçimden gelen seslere “Tamam, yahu üzmeyin tatlı canınızı” dediğimde alkış sesleri duydum, “Ben sizi kırar mıyım?” dediğim iç benime sözler verdim bir kere, uygulamak için sabır, güç ve istikrar istedim.
Alışkanlıklarımızı bir anda yok etmek mümkün değil biliyorum. Nedir bu kurallar derseniz biraz yavaşla, daha yavaş, daha da farkındalıkla yol al; diyen bir iç ben. Çok anlatılır ve benim de çok sevdiğim, sizlerle paylaşmak istediğim bir hikaye:
Afrika’da beyaz adamlarla yürüyüşe çıkan bir kabile reisi bir yerden sonar duruyor, arkasındakileri de durduruyor. “Acele etsene, bak yetişmemiz lazım” diyorlar. O da, “O kadar hızlı yürüdük ki ruhlarımız arkada kaldı” diyor. Ben bu hikayeden kendime bir anlam yükledim. ÖYLE DÜŞÜNDÜM ve ÖYLE HİSSETTİM. İyi ki de hissettim. Geriye dönüp baktığımda hayatımı nasıl doldurup, nasıl anlamlandırıp, nasıl bir kalple yol aldığım sorusuna açık, dürüst, samimiyetle cevap vermek istiyorum, farkında olduğum gibi…
Ve mevsimler gelip geçerken bu duygudurumlarıyla salınan ruhum kalbime düşen mor yağmur bulutlarıyla ıslanmakta ve hafiften titretmekte… Ama biraz ıslansam, üşüsem ne olacak ki, deyip kalbimin sayfalarını okumaya niyet ediyorum… Biliyorum ki; hayat acıtacak, acıtmıyorsa hayat değildir. Geçmişin prangalarını çözmeyi ve kurban olmamayı seçiyorum. Kalbimin pencerelerinden kimler bakıyor, kimlerle hesaplaştım, silahlar ve sahneyi kim seçti? Arada hep orada olduğunu bildiğim dost ellerini de, dokunmaya cesareti olmayanı da… Affedebilmenin ne onurlu, ne büyük bir erdem olduğunu… Selam verdim, selamlarını aldım ve yaşam sahnesinde tesadüf olarak karşılaştığım her insanın bana bıraktığı hediyeleri, ne ölçüde acı verdiyse, verdiği dersin o kadar derin olduğunu da gördüm.
HAYAT ÖĞRETİYOR
Yol kendi seçimlerimizle şekilleniyor sonuçta, yani faturası yine bize yazılıyor arkadaşlar. Yaşam Kuralı öyle diyor (kendim ettim, kendim buldum). Bazen de hastalıklar yoluyla öğretiyor hayat kendine veya çok yakın bir canına gelerek seni bir bir sınıyor…
Gelen her neyse gücün, kuvvetin yerinde olup onu göğüslüyorsun o zaman, inanamıyorsun gücüne, her şey geliyor geçiyor… O zaman anlıyorsun Hanyayı Konyayı; ne olduğunu, neler yaşadığını. Açıkçası hesaplaşma yaşamadan, dersini almadan sınıf geçmek yok, yani öğretiyor öğretmesine de acıtarak dedikleri bu olsa gerek arkadaşlar…
Dibe vurmak, vurgun yemeden yükselmek mümkün değilmiş. Meme tümörü tedavimde denenmiştir, güvenebilirsiniz arkadaşlar. Allah bir kuvvet verdi, ben de inanamadım, hem tedavi hem de dersler kol kola girdiler, beni selametle ağırladılar. Neydi o güç bilmiyorum? Her şey bitti, Allah’a şükür derken, başladı geri sayım. İyi ki de başlamış. Dibe indim çok diplere, dersimi alarak bugünlere geldim, varmış bir sebebi ne diyeyim?
Derken sonbahar geçişi duygular yerini kış mevsimine bıraktı. Üşümek nasıl bir hismiş? Sabahın karanlığındaki ilk kalorifer çıtırtısını duyduğumda, yorganı biraz daha üzerime çekip mır mır kediler gibi bir ruh hali içinde keyifle salınan bedenim ve ruhum çaydanlığın sefasıyla camın önünde… Yağmur seyretmek, belki kitap okumak, soğuk kış gecelerinde mısır patlatmak, hele bir de pamuk pamuk kar yağarsa değmeyin tadınıza…
Çoğumuz mevsim dönümlerinin coşkusuna kapılmadan yaşıyoruz, ömrümüze yeni bir sonbaharın, kışın geldiğini farketmeden. Oysa, kaç yaz daha var sizin şarkınız çalacak (Kumsallar boyunca bak ayak izlerimiz var). Kaç bahar var aşık olacak, Şebnem Ferah söyleyecek (Sil baştan). Kaç cemre var kalbe düşecek dersiniz? Hayat bize öğrettikleriyle güzel, yaşamınızın her günü farklı şeylerin vuku bulduğu binlerce andan oluşur görünür. Ancak daha derin bir biçimde baktığınızda, daima tek bir an vardır, öyle değil mi?
ŞİMDİ’YE HOŞ GELDİNİZ
Yaşam edebiyen “bu an” değil midir? Bu “bir an” şimdi ondan asla kaçamayacağınız tek şeydir, her ne olursa olsun, yaşamınız ne kadar çok değişirse değişsin bir şey kesindir; bu daima ŞİMDİ’dir. Şimdi’den hiçbir kaçış yoksa o zaman neden onu hoş karşılamalı, onunla dost olmalı… Çünkü dost olursanız, eğer nerede bulunursanız bulunun kendinizi rahat hissedersiniz, diyor Eckhort Tolle.
Hayatın kendisini anlatmaya kalksan anlatamazsın diyor ya felsefe. Herkes kendine göre, kendi algı alemlerinin hikayeleriyle bu yolda. En iyisi mi yaşa gitsin be arkadaş! Her mevsimin geldiğinin neşesiyle, hüzünüyle, umuduyla, yeniliğe kucak açan heyecanıyla, selam olsun hepinize...
Yıldızlar mevsimlerinizin üzerine yağsın ve her dem parlasın arkadaşlar!