Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı son rakamlara göre,
dünya üzerinde yaklaşık 121 milyon insan depresyonla mücadele ediyor. Mevsim değişimlerinde ve kış
aylarının yaklaşmasıyla artış gözlenen bu hastalık çağımızın en büyük problemlerinden biri. Hayat
boyu depresyona girme riskini daha fazla taşıyan grup ise kadınlar. Öyle ki bir kadının, hayatının
herhangi bir döneminde depresyona girme olasılığı yüzde 10 ila 20 arasında değişirken bu rakam
erkeklerde düşüyor. Ekonomik ve sosyal etkilerin tetikleyici olduğu depresyon hastalığının
Türkiye'deki istatistiklerine bakıldığında, rakamların dünya ortalamasına paralel olduğu görülüyor.
Özellikle 15-44 yaş aralığında gözlemlenen bu hastalığın belirtileri ve tedavi yöntemleri nedir?
Neden depresyondayız? Giderek daha fazla mı depresyona giriyoruz?
Depresyon, birçok faktörün
bir araya gelmesiyle oluşan karmaşık bir psikiyatrik tablo. Bu konuda yaklaşık 50 yıldır yapılan
araştırmaların sonucunda, hastalığı tek nedene ya da formülasyona dayandırmak mümkün
değil.
Birkaç farklı yaklaşım olsa da hâkim görüş, depresyonun biyolojik, psikolojik ve
sosyal faktörlerin bir araya gelmesiyle oluşan bir durum olduğu şeklinde. Depresyonda genetik
yatkınlık önemli bir faktördür. Araştırmalar gösteriyor ki, yakın aile fertlerinden birinde görülen
depresyon, diğerleri için de depresyon riskini artırıyor. Bu durum özellikle iki uçlu depresyonda ve
mevsimsel depresyonda daha da sık görülen bir durum. Ancak aile hikâyesinde depresyonun olmadığı
örneklerde de depresyonu görmek mümkün.
BİYOKİMYASAL DEĞİŞİMLER
TETİKLİYOR…
Biyolojik açıdan bakıldığında
ise beyindeki biyokimyasal değişimler depresyonda etkili oluyor. Özellikle norepinefrin ve serotonin
olarak adlandırılan nörotransmitterlerin üretim, salınım, geri alım vb. metabolizmalarında
anormallik gözlenir. İlaçlar bu sistemleri düzenlemede yardımcıdır. Psikososyal faktörler depresyon
oluşumunda farklı düzeylerde önemli etki oluşturuyor. Özgüveni düşük, içe kapanık, kendilerine ve
çevresindekilere kötümser bakma eğilimi olan, insan ilişkilerinde daha zayıf ve stres toleransı daha
sınırlı olan kişilerde depresyona yatkınlık görülüyor. Erken dönem ebeveyn kaybı, taciz, yalnızlık,
sosyal desteğin sınırlı olması, kronik hastalıklar, iş kaybı, maddi kayıp, boşanma gibi travmalar da
kişinin depresyona girme riskini artırıyor.
HASTALARIN YÜZDE 15’İ HAYATINI
KAYBEDİYOR |
TEDAVİDEN ÇEKİNMEYİN!
Nüfusa oranla ruh sağlığı uzman sayısının az olması,
bireylerin yardım almaktan çekinmeleri, ekonomik ve sosyal güçlüklerden dolayı depresyon
hastalarının sadece 4'te 1'inin tedaviye başvuruyor. Depresyonda ilaç ve psikoterapi, uygulanan
yöntemlerdir. Psikoterapi, etkisini ilaç kadar çabuk göstermemekle birlikte uzun dönemde en az ilaç
tedavisi kadar etkilidir. Terapi gören kişilerde rahatsızlığın yeniden baş göstermesi oranı daha
düşüktür ve bu kişiler, iyileşme sürecinde kendilerini çok daha iyi hissederler. Psikoterapi,
depresyonun etkilediği kişiye ve ailesine depresyonla baş etmede yardımcı olur. En etkili
psikoterapi yöntemleri bilişsel terapi (çarpık düşünceyi tanımlamayı ve düzeltmeyi öğretir),
davranış terapisi (daha etkili davranış biçimlerini öğretir) ve kişilerarası terapidir (ilişki
becerileri öğretir). Bilinmelidir ki depresyon, tedavisi olan bir hastalıktır. Erken dönemde yapılan
yardımın, kişinin hayat kalitesini yükseltmede ve kişiyi risklerden korumada etkili bir yol olduğu
unutulmamalıdır.
BU BELİRTİLERE DİKKAT! |
|