Aile ile okul ilişkisine geleneksel yaklaşımda, yani
“Eti senin, kemiği benim” yaklaşımında sorun yoktu, çünkü aile ile okulun temsilcileri
(örneğin; müdür, öğretmen) arasında pek beklenti farkı yoktu. Çocuktan beklenen ona ortaklaşa
sunulan kalıba uygun olarak görevini yapması idi. Kalıba uyamayan çocuk için de özel bir önlem söz
konusu değildi, uyamamak da onun gerçeği idi. Alt tarafı aile bir çare bulacaktı, okuldan, yani
devletten beklenecek bir şey yoktu.
BUGÜN, “ETİ SENİN KEMİĞİ
BENİM” YAKLAŞIMI GEÇERLİ DEĞİL!
Bugün durum farklı; her ne kadar okul/devlet
çocuğun sağlıklı gelişiminden birinci derecede aileyi sorumlu tutuyorsa da; aileye destek, yerine
göre aileye yol gösterme ve nihayet okul ruh sağlığı akımında çocuğun iyiliği okulun da görevi olmuş
durumda. Özetle; çocuğun sosyal, zihinsel, duygusal ve fiziksel gelişimini artık bir bütün olarak
düşünüyorsak aile ve okulu birbirinden ayrı düşünemeyiz. Dolayısıyla, bu konularda ciddi bir
işbirliği gereği ortaya çıkıyor ve bu işbirliğinin sistematik uygulayıcısı da zorunlu olarak okul ve
ona destek veren uzmanlar olmak durumunda. Bu noktada şu gerçeği unutmamak gerek: Bu anlatılanlar
genelde aileler için geçerli ise, kendileri de bu toplumun üyeleri olan okul mensupları için de
geçerli. Yani onlar da bir arayış içinde olmalılar.
“Okul Ruh
Sağlığı” konusu her şeyden önce bir bütünsel sistem meselesidir. Ne sadece okul elemanlarının,
hatta Milli Eğitim’in ele alacağı bir konudur, ne de iş ailelerle başlayıp biter. Aynı şekilde
tek tek ailelerin, sorun yaşayan çocuklarını bir ruh sağlığı uzmanına götürmesi de genel sistem
açısından yeterli değildir. Okul ruh sağlığı girişimlerini toplumsal sağlık adına önleyici/koruyucu
bir çaba diye düşünürsek, bu çaba herkesi ilgilendirir.
OKUL RUH SAĞLIĞI
KONUSUNDA, OKUL VE AİLE NASIL BİR İŞBİRLİĞİ YÜRÜTEBİLİR?
Dolayısıyla, ilk konu genel bir
sistem yaklaşımı gereğidir; tek bir yaklaşım her derde deva olamaz. (Myers, 1996). Aileler
arasındaki olası farklılıklara çocuklar arasındaki farkları, kesimler arasındaki sosyo-ekonomik ve
kültürel farkları, okul türlerinin farklarını eklersek, farklı gereksinimlerle karşı karşıyayız
demektir. Kısaca, önce hedef kitleyi tanımak, tanışmak söz konusudur, ki bu hedef kitle iki uçludur;
okul ve aile.
1. Sistem anlayışının ilk gereği olarak konunun paydaşlarını belirlemek
gerekir. Aslında paydaşlar genel olarak belli: Yani bir ruh sağlığı uzmanları grubu, bir eğitim
uzmanları grubu, bir idareciler grubu ve de bir ebeveyn ve çocuklar grubu. Burada konu yapılmak
istenen işle ilgili nasıl bir görev dağılımı yapılacağı.
2. Bu seçim yapılıp bir ya da birkaç
okulla anlaşma yapıldı diyelim. Okul tarafındaki paydaşlar (rehber/danışman, öğretmen, idareci vb.)
ile ruh sağlığı uzmanı arasında bir anlayış bütünlüğü ve işbirliği zemini oluşturmak lazım. Burada
işbirliğinin iki önemli ayağını unutmamak gerek: Biri; çalışmalara idari, bürokratik ve mali destek
gereği, diğeri ise; öğretmen ve rehberlerin de destek gereksinimleri
olduğu.
AMAÇ ORTAKLIĞI SAĞLANMALI!
3.
Dolayısıyla, bu işbirliğini oluşturmanın önemli bir parçası okul genelinde bir gereksinim
değerlendirmesi/tarama yapmak, yerel gereksinime duyarlı olmak (Roberts, 2007). Yapılacak iş, ruh
sağlığı uzmanı için önemli olduğu ölçüde okul personeli için de önemli olmalı ve benimsenebilmeli,
dolayısıyla bir amaç ortaklığı sağlanmalı. Özetle, yapılacak uygulama sadece uzmanın değil, tüm okul
sisteminin tasası olmalı. Bu konuda en önemli uyarı mesleki farklılıklardan, algı farklarından doğan
anlaşmazlıklar konusunda anlayışlı, saygılı ve açık olma gereği ve bu yükümlülüğün özellikle ruh
sağlığı ekibinin yükümlülüğü olduğunun bilincinde olmayı içerir (Roberts, 2007).
4. Yapılacak
uygulamanın evrensel mi, risk gruplarına yönelik mi olacağına karar vermek, yani sorun çıkmadan önce
soruna karşı tüm çocukları aşılamak mı, sorunu yaşayanlara yardımcı olmak mı daha önemli ve mümkün;
bu kararı vermek gerekir (Spoth et al, 2008). Bizim kültürümüzde herhangi bir uygulamaya alınanlar
ve alınmayanlar meselesi olumlu, olumsuz çeşitli sonuçlar yaratabilir, buna göre davranmak gerekir.
Özetle, yapılan seçim için açıklanabilir gerekçeler oluşturmak gerekir.
5. Yukarıda dile
gelen gerekle ilgili olarak bir tarama yapmış olmakta yarar vardır; amaç evrensel koruyucu ruh
sağlığı olsun, belirli bir sendrom; örneğin öğrenme güçlüğü olsun, bu amaca yönelik gereksinimin
düzeyini saptamak için, en azından belli bir okul evreninde bir tarama yapmak önemlidir.
6.
İşin başında üniversitelerden paydaşlar yoksa, bu aşamada farklı araştırmacılarla temas kurulup
çalışmalarından yararlanmak iyi olur. Örneğin, amaç ailelerin yetkinliğini arttırmak ise, bu
kültürde, bu ortamda başarılı ailelerin ne yaptığı ile ilgili bilgi derlemek önem kazanır (Spoth,
2008).
7. Aynı şekilde hedef alınacak yaş grubuna da karar vermek gerekir. İlginçtir, bu
konuda çalışanlar ergenlik ve okul öncesi dönemlerinin ilköğretim çağına göre daha çok hedef
alındığından yakınmaktalar. (Örneğin; Richards, 2008).
AİLENİN DESTEĞİ ŞART!
8.
Uygulanacak programın niteliği belirlenince sıra ailelere tanıtım, işbirliği çağrısı, açık seçik
bilgilendirme konusuna gelir. Herhangi bir çocuk ruh sağlığı uygulamasının başarılı olmasının
olmazsa olmaz koşulu ailenin işbirliğini elde etmektir (Roberts, 2007). İstenen işbirliğinin ailenin
olanaklarını çok zorlamaması gerektiği düşüncesi birçok stratejik kararı yönlendirir. Örneğin; anne
ve babalarla toplantılar/oturumlar yapılacaksa çalışanları düşünüp bunların akşam ya da hafta sonu
yapılması bile çok önemli bir ayrıntıdır. Aileler bu tür toplantılara ne sıklıkta gelebilirler?
Çocuklar için de aynı saatlere bir oturum mu koymalıdır? Yurt dışında iş böyle yapılıyor, bizde bu
yürür mü? Yanıt hayırsa, programı sadece okulda çocuk ile yürütüp aileden, yani çalışmayan anneden
aralıklı temas mı istenecektir? Aileyle bağlantı kurmak elzem ise bunu bizim koşullarımızda nasıl
yaratacağız? Sonuçta, özgün çözümler şart! Buraya kadar sadece dış koşulların zorluğundan söz ettim.
Bir de aile türlerine bakalım: Yeniliklerden çekinen geleneksel ebeveyn, çocuğunun her etkinliğine
karışan meraklı ebeveyn, çocuğunu okula ihale etmiş olan modern ebeveyn, bunların her biri için
geliştirilecek yaklaşımı değerlendirmek gerekir.
9. Bu da demektir ki, ailelerin
gereksinimlerini, yeterli ve yetersiz hissettikleri alanları belirlemek, yani bir tarama yapmak söz
konusudur. Onların da okul tarafı gibi bir paydaş oldukları düşünülürse, başlangıçta olumlu
işbirliği zemini kurmak için onların seslerini duymak çok önemlidir.
10. Bütün bunları
yaptıktan sonra programla ilgili bazı teknik sayılabilecek konular kalıyor, ancak onlar da önemli.
Konu programın içeriği değil, o belki işin en bilinen yanı; esas sürdürülebilir, somut ve
değerlendirilebilir bir uygulama yapmak. Özetle, herhangi bir programın sonunda bir etkililik
değerlendirmesi olmaması söz konusu olamaz. O zaman etkililiğin nasıl ölçüleceğine baştan karar
vermek gerekir. Ayrıca, belli bir süre devam etmesi düşünülen bir programda (ki çoğu böyle
olacaktır) personel ve katılımcı değişiklikleri olacağını önceden hesaba katmak, ona göre sürekli
eğitici eğitimi yapmayı planlamak söz konusu olur (Roberts, 2007).
11. Hedef kitle yaygın da
olsa belli bir grup da olsa yapılan uygulamadan daha ciddi bir önlem gerektirecek durumlar ortaya
çıkacaktır. Bu çocuklar için önceden bir yönlendirme düzeni kurmuş olmak iyi olur.
12. Bu tür
çalışmaların ne kadar emek yoğun ve masraflı olacağını düşününce, aşamalı bir program bizim
koşullarımızda daha uygun olur. Özetle bir pilot çalışması sonucunda daha geniş katılımlı çabalara
girmek daha olası görünür. Aslında bu tür çok özverili çalışma örnekleri de var; bu örneklerden ders
alıp daha kapsamlı ve sürdürülebilir bir uygulama yapmamızı sağlayacak unsur bu çalışmaların
sistematik program planlaması ve değerlendirmesi yapmış olmasına bağlıdır. Bunun yokluğunda
sistematik bir yaklaşıma bugün başlamak söz
konusudur.
|