Türkiye’de her yıl yaklaşık 2500 “çocukluk dönemi kanseri” görülüyor. Günümüzde tedavi başarısının yüzde 80’lere ulaştığını belirten Psikoonkoloji Uzmanı Elçin Biçer; çocukluk çağı ve ergenlik dönemi kanser tedavilerinde, tedavinin ilk günlerinden itibaren psikiyatrist, psikolog, pedagog ve aile terapistini içeren bir ekip tarafından hem çocuğun hem de ailesinin takip edilmesini öneriyor.
Tedavi süresince hastalığın tipi, uygulanan tedaviler ve yan etkiler gibi hastalıkla ilişkili faktörlerin yanı sıra; çocuğun gelişim süreçleri, geçmiş yaşam öyküsü, potansiyel psikopatolojisi, ebeveynleri arasındaki ilişki ve diğer psikososyal faktörlere verdiği tepkilerin değerlendirilmesi gerekiyor. Kendini stres altında hisseden çocukta, genellikle gerileme problemi yaşanıyor ve çocukta; parmak emme, ebeveynine yapışma gibi bir önceki gelişimsel sürecin özellikleri gözlemlenebiliyor. Çocuklar, yaşam ve ölüm konusunda yetişkinler gibi uzun vadeli neden-sonuç ilişkisi kuramıyor. Dolayısıyla, uzun ve zorlayıcı kanser tedavisiyle karşı karşıya kalındığında, çocuk ve ailesinin uyum içinde olması tedavide önemli bir gündem haline geliyor.
ÇOCUK HASTALIĞINI ANLAMAKTA ZORLANIYOR
Daha önce tedavi görmüş birine tanıklık eden ya da bir kayıp yaşayan çocuğun hastalıkla ilgili algısı ve psikolojik tepkileri daha farklı olabiliyor. Hastalığın yanı sıra kemoterapi ve radyoterapinin bedeninde yaptığı değişiklikleri anlamakta güçlük çeken çocuk; tedavi olmayı istememe, hastaneye gitmeyi reddetme, tedavi ekibine öfkelenme gibi tepkiler gösterebiliyor.
Kanser tedavisi gören çocuklar, okul ve sosyal hayatlarında farklı görüntülerinden dolayı yaşadıkları problemleri sert bir dışa vurumla gösterebiliyorlar. Çünkü bu çocuklar, tedavi sürecinde dış görünüşlerinde meydana gelen değişiklikler nedeniyle kendilerini diğer çocuklardan farklı görüyor ve görüntülerinden utanıyor. Bu süreçte çocuk, hem hastane hem de sosyal çevresindeki aile, akraba, arkadaş ve tanıdıklar ile iletişim kurmakta da zorlanıyor. Tedaviden kaynaklanan bulantı, halsizlik, ağrı, acı, güçsüzlük gibi fiziksel sıkıntılarla beraber sık ağlama, hırçınlaşma, agresif tutum, davranış problemleri ya da bozukluklarına da sıklıkla rastlanıyor.
Aynı zamanda uzun süre kanser tedavisi gören çocuklarda, sağlıklı çocuklara kıyasla anksiyete ve depresyon daha sık görülüyor. Ayrıca psikolojik iyilik halleri ve fiziksel olarak özgüvenleri de daha düşük olabiliyor. Bu tür durumlarda ailenin ve sosyal hayatta sürekli vakit geçirdiği kişilerin yaklaşımı ve destekleri tedavi sürecinde çocuğun psikolojisi için oldukça önem taşıyor.
“NEDEN BEN?” SORUSU ÖFKE VE DEPRESYONU TETİKLİYOR!
Soyut temaların anlaşılır hale geldiği ergenlik döneminde ise, kronik bir hastalık olarak kanserle yaşamaya, tedavinin uzun vadeli yan etkilerine ve geleceğe dair kaygılar ortaya çıkıyor. Arkadaş ilişkileri ve bireyselliğin önemli olduğu bu dönemde çocuk, tedavi sebebiyle aileye ve tedavi ekibine daha bağımlı hale geliyor. Okul hayatı gibi sosyal yaşamın tüm alanlarında yaptığı etkilere “Neden ben?” sorusu da eklendiğinde, kaygılara öfke ve depresyon eşlik edebiliyor. Çoğunlukla günlük hayatlarının sekteye uğradığı hissini yaşayan ergenler, bu durumla başa çıkabilmek için internet ve sosyal medyaya odaklanmayı tercih ediyor.
Hastalığın psikolojik etkilerini, ebeveynler ve diğer aile bireyleri de yaşadığı için tedavi sürecinde çocuğun ve ergenin yakınlarıyla kurduğu ilişkilerden ev yaşantısı da etkilenebiliyor. Bu tür zamanlarda hem çocuk-ergen, hem de ailesi için tanı ve tedavi sürecinde depresyon ve kaygı dışında acil psikiyatrik müdahale gerektiren durumlar da yaşanabiliyor.
Sonuçta bu süreçte, tedaviye uyum, tedavi sürecindeki yaşam kalitesi ve tedavinin uzun vadeli psikolojik etkileri bakımından uygun destek ve danışmanlık almak büyük önem taşıyor.
|