Çocuk davranışları arasında “çocukça” denilip geçiştirilemeyecek boyutta, aile ve toplumsal boyutta, aile ve toplumsal harmoniyi bozacak nitelikte olanlar da bulunabilir. Bu yüzden çocuk çeşitli şekillerde cezalandırılır. Oysa, bize hatalı gözüken davranışın altındaki sebebi anlarsak, ona ceza vermeyi değil, ona yardımcı olmaya çalışırız. Anlaşılmamaktan kurtulan çocuk, gereksiz yere cezalandırılmamış, bizden kopmamış olur. Bizi yanında ve kendini güvende hisseder. Çocukla dost ve arkadaş olmanın yolu da budur.
Kısacası, uyumsuzlukların pek çoğu çocuktan değil, çocuğun bazı davranışları neden yaptığını bilmeyen yetişkinlerden kaynaklanır. Yetişkinler tarafından anlaşılan ve doğru yönlendirilen çocuk, ailesi ve toplumla uyum içinde olur. Bu uyum bir gencin, örselenmeden hayata kazandırılması demektir. Aslında, aile ve toplumun amacı da bu olmalıdır.
Fakat, tam da bu noktada, çocuklarda değişik huylar olduğu gibi, birer yetişkin olan anne babanın da değişik huy yapıları olduğunu hatırlamakta yarar var. Bazen, öyle kurala uymaz gibi görünen anne-baba ve çocuk ilişkisi olur ki, sonuç umulmadık biçimde mükemmeldir. Burada, aile uyumundan söz edilir. Arzu edilen de budur. Yoksa, “kural böyle” diye dikte ederek, kimsenin davranışlarını sınırlamak değildir.
SÖZÜNÜZÜ DİNLEMİYORSA…
Çocuk ile yetişkinin arasındaki sorunların pek çoğu, çocukların olgunlaşmaları için onların zamana ihtiyaçları olduğunu dikkate almamaktan kaynaklanır. Örneğin; 2 yaşındaki çocuk misafirlikte “adam gibi” oturmuyor diye; 3 yaşındaki her dediğimize “hayır” diyor diye; 4 yaşındaki oyuncaklarını arkadaşları ile paylaşmıyor; 5 yaşındaki kardeşini tartaklıyor diye sürekli tartaklanır. Oysa, çocukların bu davranışları tamamen yaşa özgün ve olması beklenen davranışlardır. Yapabileceklerinin üzerinde beklentilerimiz olan çocuklarımızı söylene söylene kendimizden uzaklaştırır, sonunda da onlarla arkadaş olamamaktan yakınırız. Bir türlü dost olmayı beceremediğimiz çocuklarımız, sözümüzü dinlemiyor, diye kahrolur, hem kendi hem onların yaşantılarını berbat ederiz. Bu duruma düşmemek için, insanın yetenekleri ölçüsünde davrandığını kabul etmeliyiz. Bunun için, önce bu yeteneklerin neler olduğunu, nasıl ve ne zaman geliştiğini bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki, çocuklarımızdan beklentilerimiz onların gelişim aşamalarına uygun olsun.
ÇOCUĞUMLA KONUŞAMIYORUM!
Çocuğumla konuşamıyorum, diyorsanız, konuşmaya lisana sığdırıyor olabilirsiniz. Lisan bir iletişim aracıdır, ama şükürler olsun ki, tek iletişim aracı değildir. Amacınız, çocuğunuz ile iyi bir uyum sağlamak ise, onun gelişme basamaklarını anlamak iyi bir başlangıç olur. Fakat, sadece davranışlarının anlamını bilmek yetmez, ayrıca çocukla iletişim kurmak da gerekir. O nedenle, işe önce iletişim kurmadaki becerilerimizi arttırmakla başlamalıyız. İletişim sözle olduğu gibi mimik ve jestlerle de kurulabilir.
Çocuğunuzun duygularını fark edin. Onun duygularını siz yaşıyormuşçasına hissetmeye çalışın. Bu şekilde, sözlere gerek kalmadan da çocuğunuzla iletişim kurabilirsiniz. Fakat, çocuk beyninin ne zaman neyi algıladığını bilmezsek, konuşmalarımızın ne kadarının onun tarafından anlaşıldığını da bilemeyiz. Konuşmayı söken çocuğun, algılama ve yorum yeteneğini hiç dikkate almayız. Sözlerimizin, tam bizim demek istediğimiz gibi, karşımızdaki tarafından anlaşılmış olduğunu varsayarız. Çocuğumuz sözümüzden çıktığında da sinirlenir, ona bağırır çağırırız. Oysa, çocuk ona neden bağırdığımızı anlamaktan bile acizdir.
SON SÖZ
İnsan davranışlarının gelişim evreleri bilindiğinde insanın en anlaşılmaz, en affedilmez davranışlarının hafifletici yanları keşfedilir. Bu durum, insanı anlamanın boyutlarını arttırır. İnsanın insanla iletişimi kolaylaşır. Hele bu bir çocuk ise, onun anlayacağı şekilde ve doğru zamanda ona yaklaşmak, sorunlarını ta başından ortadan kaldıracağı için, istenmeyen davranışları da ortaya çıkmaz. Kısacası, çocuk yetiştirmek, bu gelişim evreleri bilindiğinde, hem çok kolay hem de çok zevklidir.
ANNELERDEN İTİRAFLAR…
“6 yaşındaki yavrumun her sorduğu soruya yanıt veriyordum. Bir gün gözlerini açmış, kaşlarını kaldırmış, omuzlarını yükseltmiş halde: “Gözlerime bak da konuş anne!!!” diye bağırdı. Evet, her sorusuna yanıt veriyordum ama, bulaşık yıkarken, yemek yaparken…”
“Oğlum 12 yaşına geldiğinde birden bire aramızda sözel iletişim koptu. Benimle, sebebi bilinmez bir şekilde asla konuşmak istemiyordu. Sözcükler yetersizdi. ‘Anneciğine bira daha iyi davransan’ların yararsız olacağını biliyordum ve kendimi çok çaresiz hissediyordum. O, yıllardır bir köpek özlemi ile yanıp tutuşuyordu. Bense, hem köpeklerden korkuyordum, hem titiz ve tertipli biriydim, hem de yoğun bir iş trafiğim vardı. O, bütün bunları biliyordu. O halde, oğluma olan sevgimin somut bir göstergesi olarak köpek alacaktım.Yeni doğmuş bir köpeğin eve gelişinden üç ay kadar sonra, oğlumun yanağıma sessizce konan öpücüklerini hiç unutmam. Köpeğimiz şimdi 10 yaşında. O gün, bu gündür, oğlumun sevgisiz ya da saygısız hiçbir davranışına rastlamadım. “
“Emziği bırakmıştı. Ben işe başlayınca emzikten başka parmak da emmeye başladı. Geceleri hiç uyumuyordu. Sabahları işe gitmem bir felaket haline dönüştü. 15 gün kadar, iş yerimden izin alarak, günde 2-3 defa eve gittim, tekrar işe döndüm. Çocuğuma; ‘Seninleyim, seni bırakıp gitmiyorum’ mesajını sözel anlatım ile değil, davranış dili ile vermeye çalıştım.”
|