Doğum günü partisi düzenlemek, özellikle ana sınıfı ve ilkokul 1-2. sınıflar arasında pek moda. Öyle ki, her hafta sonu bir elinizde çocuğunuz, diğer elinizde hediyeniz, kendinizi bir doğum günü partisinde bulmanız işten bile değil. Çocuklar çok mutlu tabii, birlikte olmaktan her şartta hoşlanıyorlar. Ama hep aynı mekanlarda buluşmak büyük küçük herkese kabak tadı da vermiyor değil...
Bu partileri evde düzenlemek de mümkün olmuyor; 20 çocuğu ve ailesini evde ağırlamak, şatoda yaşamıyorsanız pek iyi bir fikir gibi gözükmüyor insana. Bu taktirde de uygun mekan arayışına giriyorsunuz. Çocuklar top havuzu olan mekanlara bayılıyorlar mesela... Duru 13 Mayıs doğumlu (7 oldu!), o yüzden biz partiyi açık havada kutlayalım istedik, top havuzu olmaz ama çocuklar gönlünce top oynar, ip atlar diye düşündük. Fakat doğru dürüst bahçeli mekan yok ki?!.
En sonunda Polonezköy’de sabah 9.30’da köy kahvaltısı ile başlayan bir parti yapmak geldi, eşimin aklına... Fikri geliştirdik. Kendi hazırladığımız davetiyeleri Duru arkadaşlarına dağıttı. Arkadaşları, “orman içinde brunch parti” fikrine bayılmıştı. Gerçekten de çok büyük bir katılım oldu, fakat bunda kızımın sevilen bir çocuk olmasının da payı büyüktü şüphesiz. Bu arada 1-2 ailenin kene korkusuyla çocuklarını partiye getirmediklerini öğrendik. Oysa, İstanbul’da zehirli kene vakasına hiç rastlanmamıştı?!. Ve korkuyla, çocukları evlere saklayarak büyütmek de ne kadar doğruydu?..
ÖNCE KAHVALTI... Kahvaltıda çocuklar için kornflakes ve sütü de hazır bulundurduk, pek memnun oldular. Çocuklara da ayrı bir kahvaltı masası hazırlamadık, her çocuk anne-babasının yanında kahvaltı yaptı ve anneler de bu fikre bayıldılar. Çünkü çocukların hepsi aç karnına oyuna geçmeye kararlıydı. Hiçbir çocuk bizim çocukluğumuzdaki gibi çay falan istemedi, hepsi süt içti maaşallah... Ama erkek çocuklardan bazılarının kahvaltısı futbola bir an önce geçmek kaygısıyla, 1-2 yudum atıştırmakla sınırlı kaldı. Erkek çocuklarının yarısından fazlası futbol dışında bir faaliyet göstermek istemedi zaten. Ama kızlar öyle mi? Eşimin ve Eren’in babasının gitar performansına eşlik ettiler, kendi aralalarında oyunlar kurdular, sohbet ettiler, ailelerinin refakatiyle sütçü beygiri Fındık’a bindiler... Hepsi birer küçük kadın olarak ayrıntıları önemsediler ve anın keyfine varmak üzere hareket ettiler anlayacağınız. Merak doluydular. En çok da doğum günü davetiyesinde vaad ettiğimiz orman yürüyüşünü merak ediyorlardı.
ORMAN YÜRÜYÜŞÜ!.. Orman yürüyüşü, ailelerin en az yarısına pek cazip gelmedi, onlar mum üfleme seromonisinin ardından kibarca partiden ayrıldılar. Sonrasında ise, çocuklarının “Orman yürüyüşü yapalım, lütfen!” ısrarlarına dayanamayan 11 çocuk ve ailesi ile birlikte -daha önce bizim ailece bidiğimiz- orman yoluna tek sıra halinde yürümeye başladık. Çocuklar çok heyecanlıydı, merak ve istek duymanın yanında korku da duyuyorlardı, gözbebekleri kocaman olmuştu; birçoğu için sanırım ormanda yürümek bir ilkti. Başlangıçta, kendi çığlıkları arasında, iki adımda bir, biz ebeveynlerin “Önüne bak, dikkatli bas, düşme!” uyarısını işitiyorlardı.
Çocukların; “Düşer miyim, karşıma ayı ya da yılan çıkar mı, ormandaki bu geyik tabelaları da neyin nesi, daha çok yolumuz var mı, çok korkuyorum” sorularının bir ara sonu gelmeyecek sandım... Kendilerini ormanın sessizliğine teslim etmekte çok zorlandılar; ancak 1 saatlik yolun yarısına geldiğimizde herkes rahatlamış görünüyordu. Orman yürüyüşü katılımında da kız çocuk sayısı fazlaydı; kızlar en önde yürüyorlar, erkek çocuklar ise ailelerinin yanında ve mutlaka ellerini sıkıca tutarak yürümeyi tercih ediyorlardı. Risk almak çocukluk yıllarında bile kadınlara özgü ve içgüdüseldi anlaşılan...
ANNE-BABALIĞINIZI SEYREDİN! Sonuçta, biricik kızımın 7. yaş partisinden herkes mutlu ve kazasız belasız ayrıldı; çocuklar tüm yılın yorgunluğunu yeşillikler içinde koşup oynayarak attılar o gün. Ben ise, çok eğlenmenin ve çok yorulmanın yanı sıra, mesleki deformasyonla gözlem yapmaktan da geri duramadım. Çocuklarımıza kurallar koyarken ve hayatın tehlikelerine karşı korumaya çalışırken “hayır” gibi olumsuz kelimeleri sadece çok gerekli olduğunda kararlılıkla kullanmamız gerektiğini ve bu süreçte kendi korkularımızı yavrularımıza yansıtmamaya daha çok özen göstermemiz gerektiğini kendime bir kez daha hatırlattım. Örneğin kendime, Duru’ya “Koşma, düşersin!” demeyi yasakladım. Meleklerimizi, melekler korusun; onları korkularımızla değil; gerekli tedbirleri almayı öğreterek güvenle ve mutlaka özgür bireyler olabilecekleri şekilde büyütmek hepimizin görevi... Dengeyi sağlamak kolay değil; ama kendi anne-babalığımızı dışarıdan biriymiş gibi seyretmek bile inanın çok işe yarıyor...