Sel felaketiyle ocaklar söndü yine, aileler dağıldı, maddi-manevi kayıplar yaşadık. Herkes döndü ve birbirine sordu, “Peki suçlu kim, hata kimde?” diye.. Aslında, hepimiz hatalıyız, hepimiz suçluyuz... Politikacıları suçlamak, aymazları işaret etmek vicdanlarımızdaki yükü azaltmıyor ki... Vicdanlarımız isyanlarda...
Hepimiz, her konuda yüzde yüz sorumluluk almalıyız artık; önce birebir kendi yaşamlarımızda, sonra da her yaşam adına... Yaşadığımız her aksi olayda; “Ben neyi eksik ya da hatalı yaptım, şimdi bu eksiğimi-hatamı düzeltmek için nasıl bir yol izleyebilirim?” diyerek, eyleme geçmeliyiz hemen... Önce kendimizden, kendi yaşamlarımızdan başlayarak elbet; önce kendimizi, ailemizi, çocuklarımızı duyarak; önce kendimizi kendimize ve en yakınlarımıza duyurarak belki... Bir yerlerden başlamalıyız; aynı acıları, aynı hataları, öğrenilmiş çaresizliklerle sürüp giden hayatları yaşamamak için... Niyet etmeliyiz, farkına varmalıyız ve değişip dömüşmeliyiz artık...
BAYRAM YENİDEN! Önümüz Bayram... Bayram; bize sevinci, sevgiyi, paylaşmanın mutluluğunu ve mucize olduğumuzu hatırlatmalı ve bunları tüm yaşama dağıtmalıyız. “Nerede o eski bayramlar?”, diye hayıflanmayı bırakıp, Bayram neşesini, Bayram ruhunu öğretmeliyiz yeniden çocuklarımızdan da önce kendimize...
BİZİM OKUL AÇILDI BİLE! Bayram’ın arkasından, 24 Eylül’de de okullar açılıyor... Minikler yollara düşecek, sınıflara koşacak... Özel okulların bir çoğu çoktan açıldı bile... “İyi bir eğitim için bu yıl yapılması gerekenler”listesi, geçen yıllardan pek farklı görünmüyor yine... Okulların fiziki ve teknolojik donanımlarını iyileştirmek… Eğitim fakültelerinde iyi öğretmen yetiştirmek… Öğretmen maaşlarını iyileştirmek… Sınav sistemini değiştirmek… Eğitimi müfredat odaklı olmaktan kurtarmak… Özel okul-devlet okulu uçurumunu ortadan kaldırmak… Meslek lisesi problemini çözmek… Eğitimde bölgesel farklılıkları azaltmak… Anne-baba eğitimi…
SONUÇ: Yine, kişisel çözümlerle geçecek olan bir okul yılı daha çocukları ve velileri bekliyor! Tabii, bu durumdan da en çok (duygusal gelişimleri arka plana itilen) çocuklar zarar görüyor, koş o dersaneye, koş bu özel derse... Günümüzde öğretmenler de mekanikleşti. Müfredat programını uygulamaktan başka bir şey düşünmeyen robotlar gibi bir çoğu... Sonuçta, onların öğrencileri de birer robot olmak zorunda... Oysa, öğretmeyi sadece çocuklara eğitim veren, öğretmenliği de sadece belli müfredat içerisinde onları yöneten, kitaplarla çocuklara ders veren bir meslek olarak sınırlandıramayız ki...
“İDEAL ÖĞRETMEN” DEYİNCE... Her çocuğu biricikliğiyle, duygusuyla, düşüncesiyle, farklı özellikleriyle bütüncül olarak, en önemlisi de bir birey olarak değerlendirebilmeli ideal öğretmen... Bir kere yüzü gülmeli, öğretmenliği isteyerek severek seçmiş olmalı ve her yeni günde sınıfına severek girmeli. “Hiçbir şey olamıyorsan bari öğretmen ol” görüşü günümüzde öylesine yaygın ki oysa... Öte yandan öğretmen, kendisiyle barışık olmalı, çağın ihtiyaçlarına göre kendisini yenilemeli, hatta donatmalı... Öğrencilere sadece kitap bilgisi değil, çağın ihtiyaçlarına uygun görsel ve deneysel tecrübeleri de yansıtabilmeli... Hem bir takım koçu, hem de bir yaşam koçu olabilmeli ayrıca... Her şeyden önemlisi her çocuğun bir mücevher değerinde olduğunu bilerek, bir mücevher ustası edasıyla, cevherler yaratmak üzere, içgörüyle haraket edebilmeli öğretmen... Tabii, ben burada “ideal öğretmen”in özelliklerini sayıp döküyorum. Ama hatırlıyorum da kendi öğretmenlerimi, hiç abartmıyorum, yüzde 98’i bu ve benzeri özellikleri taşırdı... Ruhla, duyguyla, inançla, istekle, niyetle, farkındalıkla ve bütünü görerek öğretmeyi ve bizleri yaşama hazırlamayı isterlerdi ve ellerinden gelenin de en iyisini yaparlardı.
Şimdi, bir koşturmacadır gidiyor, öğretmenler koşuyor, çocuklar mecbur koşuyor, veliler çocukların elklerinden tutmuş koşuyor... Ama fersiz bakıyor çoğu çocuğun gözleri, isteksiz, ışıksız, mutsuz... Bu koşturmaca, bu bilgiyi içselleştirmeme durumları, bu süreci önemsemeden sadece sonuca odaklı eğitim sistemi ne öğretmene, ne öğrenciye yaramıyor işte...
ÇOCUKLARIMIZI DUYALIM! Değişmek zorundayız! Mutlu ve sağlıklı nesiller istiyorsak, çocuklarımızı mutsuz ve sağlıksız kılan şartları hep birlikte değiştirmek zorundayız. Biz veliler de yangına körükle gitmekten, bu acımasız rekabet ortamını beslemekten vazgeçmek zorundayız. Her çocuğun, her öğretmenin, her velinin acımasızca ölçüldüğü bu sonuç odaklılık, inanın iyi gelecekler vaadetmiyor. Çocuklarımız adına, “Aman 15 yıl sıksın dişini, büyünce rahat eder” dememeliyiz. O, 15 yılı da mutlu mesut geçirebilir çocuklarımız eğitim-öğretim görürlerken, geçirmeliler de...
Bu yıl SBS ve ÖSS sınavında başarı gösteren çocukların hepsi, “Yıllardır oyun oynamıyorum, bizden sonra gelen kardeşlerimiz bari, böyle mutsuz yıllar geçirmesinler” diyerek feryat ettiler... Duyalım! Çocuklarımızı duyalım!..
Ha bir de, “eti senin kemiği benim” anlayışından vazgeçelim... Herkes kendi sorumluluğunu alsın üstüne! Öğrenci de, öğretmen de, veli de... Çünkü çoğu zaman ayrıntılara takılıp, bütünü görmekten uzaklaşıyoruz. Çocuklarımızın ne eti, ne kemiği, ne de hiçbir şeyi, kimseye ait değil, onlar sadece kendilerine ve yaşama aitler... Biz sadece üstümüze düşeni en iyi şekilde yapalım ve takım olabilmeyi becerelim yeter...