Aşkı
yaşam felsefesi ya da tarzı olarak gören bir toplumun fertleriyiz. Hemen hemen herkesin günlük
hayatında, mırıldandığı şarkılarda, sohbetlerinde sıklıkla kullandığı, uğruna avare olup, varından
yoğundan vazgeçebildiği, dünyayı titreten, hükümdarları bile “Bir gözleri ahuya esir
eden” evrensel fenomen: Aşk…
Cemil Meriç, Jurnal-2’de
Stendhal’i ve onunla birlikte aşkı anlatır. Aşk nasıl oluşur? Önce bir hayranlık hissi
gelişir. Birlikte olmak, görmek, büyük bir haz vermeye başlar. Hayranlık duyulan kişiye karşı
ümitler yeşerir. Yavaş yavaş aşk oluşmaktadır artık. Daha sonra kristalleştirme denilen bir dönem
başlar.Yani dünyadaki tüm güzelliklerin ve iyiliklerin sevilen kişide bulunması. Her şey ve her
fikir onu hatırlatır. Sevilen kişi sevenin gözünde yüceldikçe yücelir. Şüphe evresi bundan sonra
gelir. Hayranlık yerini endişelere bırakır. Acaba beni sevmiyor mu? Gerçekleşmeyen ümitler
kuşkularla yer değiştirir. En sonunda 2. kez kristalleştirme dönemi gelir. Sevgilide yeni cazibeler
keşfedilir. Onsuz yaşanamayacağı düşünülür.
AŞKIN NÖROLOJİK
KİMYASI
Bütün bunlar olurken ve yaşanırken, insan vücudunun kumanda merkezi olan
beyinde, sinir sisteminde neler olmaktadır? Aşkı oluşumunda rol oynayan sinir sistemi yapıları
nelerdir?
Yoğun romantik aşk, tüm kültürlerde görülebilen, evrensel bir fenomen olarak kabul
edilmektedir. Romantik aşk, özellikle erken dönemlerde kendine özgü psikolojik ve fizyolojik
özellikleri ve davranışları birlikte getirmektedir. Bunlar, coşku ve mutluluk, seçilmiş kişiye
odaklanan yoğun dikkat, yine seçilen kişi hakkında şüpheli düşünceler veya duygusal olarak ona aşırı
bağımlılık, tutku ve aşırı enerji olarak özetlenebilir. Bunlar, bilim adamları tarafından
tanımlanabilmekte ve ölçülebilmektedir.
Aşk, oldukça karışık nörobiyolojik bir olay olarak
tanımlanmaktadır. Beyin içerisinde güven, inanç, haz duyma ve ödüllendirme fonksiyonları
etkinleşmektedir. Bu fonksiyonlar, oksitosin, vazopressin, dopamin ve serotonin isimli maddeler
aracılığı ile gerçekleşmektedir. Gebelik ve süt verme dönemlerinde farklı etkileri olan oksitosin,
duyguları değiştirebilmektedir. Bu hormon, sevecenlik ve duygusallık dönemlerinde bol miktarda
salgılanmakta, oksitosin arttıkça aşk duyguları da o paralellikle artmaktadır. Stres ve gerginlik
dönemlerinde oksitosin salgılanması azalmaktadır.
ROMANTİZM ÇİKOLATA
GİBİ
Bazı çalışmalarda, fonksiyonel MRI kullanılarak, romantik aşk ile ilgili sinir
yapıları incelenebilmiştir. MRI yapılırken kişiye sevdiği kişinin fotoğrafları gösterilmektedir ve
daha sonra arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek tekrar MRI yapılmaktadır. Her iki durumda elde
edilen sonuçlar kıyaslanabilmektedir. Romantik aşk, Ventral Tegmantal Alan, Ventral Striatum ve
Nukleus Accumbens denen beyin kabuğunun altındaki bölümlerle ilişkilendirilmiştir. Yoğun aşk
duyguları yaşanırken, bu bölgelerde faaliyetler artmaktadır.
Romantik aşkın aşırı canlılık,
enerji, uykusuzluk, iştah kaybı gibi bazı davranış özellikleri, kokain bağımlılarında görülen
davranışlara benzemektedir. Kokain alanlarda da, fonksiyonel MRI ile Ventral Tegmental alanın aktif
olduğu gösterilmiştir.
Pek çok insanın “En büyük zaafı” olarak bilinen çikolata,
yine aynı bölgelerdeki faaliyeti arttırmaktadır. Aşkın sağlık ve mutluluk gibi sonuçları da
bulunmaktadır. Aşk, yukarıda bahsedilen bölgelerin yanı sıra, duygulanım, dikkat, motivasyon ve
hafıza ile ilgili beyin alanlarını da aktif hale getirir. Bu yapıların aktifleşmesi, stresin
azaltılması gibi sonuçlar verir. Zamanla, beynin kendisi üzerinde koruyucu bir etki oluşur. Bu
nedenle aşk, sağlıklı ve mutlu olmayı uyarır.
|