SANAT FEDAİSİ AFİFE JALE
Günümüzde
adına ödül törenleri düzenlenen gerçek bir savaşçı, kadın olarak en zor koşullarda bile istediği
şeyi yapabilmiş yüce bir iradedir Afife. Ve Jale onun sahneye çıkmak için kullandığı (kullanmak
zorunda kaldığı!) takma bir kadın ismidir sadece... Tiyatro ile tanışması 1918’lere dayanır.
Ama bu tanışma öyle kolay olmamıştır. Ne de olsa Afife bir Türk ve Müslüman kızıdır. Yasaktır,
Türksen ve Müslümansan; üstelik bir de kadınsan sahnelere adım atmak!
Afife tüm bu yasaklara
aldırmadan Darülbedayi'ye (Şehir Tiyatroları) alınmak üzere açılan sınava girer. Prof. Metin And,
Türk Tiyatrosu Tarihi kitabında şöyle anlatır o zamanları:
“1920 yılında Darülbedayi,
Hüseyin Suat'ın ‘Yamalar’ adlı oyununu Kadıköy'deki Apollon Tiyatrosu'nda (şimdiki Reks
Sineması) sahneye koyuyordu. Bu oyunda Emel adlı kızı oynayan Eliza Binemeciyan topluluktan ayrılıp
yurt dışına gittiği için bu rolü yüklenecek bir kadın aranıyordu. Bu rol için seçilen Afife, "Jale"
takma ismiyle Kadıköy'de Apollon Tiyatrosu'nda sahneye çıkar. O tarihi geceyi, 6 yıl sonra Refik
Ahmet Sevengil'e anlatırken ‘Hayatımda mesut olduğum ilk gece...’ diyordu;
‘Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Opiyekte güzel bir sahne vardır; ağlama
sahnesi... Orada taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden ağladım... Alkış, alkış, alkış... Perde
kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Muharrir Hüseyin Suat Bey, kuliste bekliyormuş; ben
çıkarken durdurdu; alnımdan öptü: ‘Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o
fedaisin’ dedi.”
Nezihe Araz'ın kaleminden Afife şöyle sesleniyor;
“Beni acıyarak değil, düşünerek severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben
varım” inancı ve aşkıyla yaşıyordu Afife… “Olmak ya da olmamak” işte gerçek
buydu onun için. “Olmak”la sanatını icra etmek eşanlamlıydı, bu eşanlam da tiyatroydu.
Toplum hayatında ilk olmak; yani onun deyimle “ilk ateşi yakmak”, “ilk türküyü
söylemek”, “ilk aşkı ya da direnişi başlatmak" bir olaydı ve bunun her zaman bir
bedeli vardı. İlkler yol boyu bu bedeli ödediler.
TÜRK KADINININ BİLİNÇALTI AYSEL
GÜREL
Türkoloji mezunu, şair, tiyatro ve sinema sanatçısı, şarkı sözü yazarı, anne,
anneanne, aşık ve kadındı. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Aysel Gürel kadınlara yasaklanmış her
ne varsa, yasak olmadığını gösterdi yaşamı boyunca. Çalıştı, üretti, ayakta kaldı ve her zaman
“kadın” olmaktan onur duydu.
Kendi gibi sanatçı iki kadın bıraktı
arkasında. Müjde ve Mehtap Ar annelerinin Türk kadınına bıraktığı vasiyeti aktardılar ardından:
Mehtap Ar, Aysel Gürel'in vasiyetini şöyle sundu: “Annemin vasiyeti şuydu, tüm kadınlara
söyle; bilsinler ki ben 80 yaşıma kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmak ve ayakta kalmak güç
ama ben başardım, tüm kadınlar da başarabilir.”
Türk kadının bilinçaltı olduğunu
söylerdi ve cinsellik konusunda bastırılmış kadınlar adına yaptığı rahat açıklamaları ve şaşırtan
cesareti ile çok şeyin rahatça konuşulmasına fırsat verdi. Aysel Gürel yazdığı şiirlerde ve şarkı
sözlerinde de çok şeyler söyledi “kadın”a dair. İşte onlardan biri;
"Ünzile insan dölü/ On kardeş beşi ölü/ Büyüdükçe unufak/ Ve gelir de görücü/ İnci gibi
dişi/ Görücü bilir işi/ Söğüdüm ağlar gider/ Olur hatun kişi/ Varmadan sekizine/ Ergin oldu Ünzile/
Hem kadın hem de çocuk /Onikisinde ana/ /Bir gül gibi al ve narin/ Bir su gibi saydam ve sakin/
Susar kadın Ünzile/ Yağmuru kim döküyor/ Ünzile kaç koyun ediyor/ Dayaktan uslanalı/ Hiçbirşey
sormuyor."
CEPHEDE BİR KADIN HALİDE EDİP
Mor Salkımlı Ev’den, Sinekli Bakkal’dan ve daha nice romanından tanınan Halide Edip
Adıvar 80 yıllık ömrüne neler sığdırmadı ki… Yazarlık, öğretmenlik, kürsü başkanlığı,
milletvekilliği, kadın hakları savunuculuğu ve onbaşılık… Daha 15’inde bir kızken
çevirdi J. Abott'ın "Ana" adlı eserini dilimize. Tam bir Cumhuriyet kadını oldu ve ölümüne kadar hep
çalıştı.
Halide Edip 1908'de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya
başladığında Osmanlı içerisindeki muhafazakar çevrelerin tepkisini çekti. Bu tepkiler yıldırmadı
onu. Sadece yazarlıkla yetinmedi, hem yurtdışında hem İstanbul’da Filoloji bölümlerinde
öğretim üyeliği yaptı. Amerika’da Columbia Üniversitesi, Hindistan’da Delhi İslam
Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak dersler verdi. 1939’da Türkiye’ye
döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı
oldu.
Kurtuluş Savaşı’nda evine kapanıp yazmadı Ateşten Gömleği. Ateşin
ortasında yerini ilk alanlardan biri oldu. İlk kadın onbaşı ve ardından üstçavuş… Halide Edip
Türk kadının neler yapabileceğinin abidesi oldu adeta.
GÖKLERİN KIZI SABİHA
GÖKÇEN
Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen Dünya’nın ilk kadın pilotu oldu.
Bir savaş pilotu olarak bir kadının göklerde olması büyük yankı uyandırdı. Soyadı gibi göklerin kızı
oldu Sabiha Gökçen.
Ne rahatsızlığı ne de kadın oluşu onu göklerden ayırmadı.
Mustafa Kemal Atatürk, Gökçen'e, uçuş eğitimde gösterdiği başarılardan sonra şöyle dedi: “Beni
çok mutlu ettin… Şimdi artık senin için planladığım şeyi açıklayabilirim… Belki de
dünyada ilk askeri kadın pilot olacaksın… Bir Türk kızının dünyadaki ilk askeri kadın pilot
olması ne iftihar edici bir olaydır, tahmin edersin değil mi? Şimdi derhal harekete geçerek seni
Eskişehir’deki Tayyare Mektebi’ne göndereceğim. Orada özel bir eğitim
göreceksin.”
Gökçen Atatürk’ün dediği gibi özel eğitimini alarak göklere
kadının imzasını attı. Hayatı boyunca 22 değişik hafif bombardıman ve akrobatik uçakla uçtu. 1937
yılında katıldığı Tunceli Harekatı ile “Dünyanın İlk Kadın Savaş Pilotu” ünvanını aldı.
Hayatı boyunca birçok nişan ve ödüle layık görüldü. Son uçuşunu 83 yaşındayken yapan Gökçen, Türk
kadının adını tüm dünyada başarı ile temsil etti.
“FEMİNİST KADIN” DUYGU
ASENA
Gazeteciliğe başladığı andan itibaren gözleri, kulakları, tüm duyuları
fikirlerinin üzerine çekti. Hani derler ya: “Bir geldi, pir geldi”. Türk erkeklerinin
korkulu rüyası oldu önce... Kadınların çoğu kocalarından öğrendi onun varlığını.. Ve Türkiye,
Feminizm’i ondan öğrendi.
Gazeteci, yazar (çoğu çevrelerce feminist yazar) ve
Pedagog olan Duygu Asena Türkiye’de kadın haklarına ilgiyi çekmek için gerek kitaplarında
gerek yazılarında dilini sivri tuttu hep.
“Kadının Adı Yok” kitabı Türkiyede
rekor kırdı ve çok ses getirdi 80’ lerde. “Pek arabesk bir kitap. Onca şey bir kadının
başına gelir mi?” diyenler de oldu; tam anlamı ile bir başyapıt olduğunu düşünenler de. Adı
olmayan Türk kadınını anlattı hep. Yılmadı yasaklardan, baskılardan, yazdı yazdı... Yazısı ile
açtı kaleminin ucunu. Babası tarafından çocuk yaşta zorla evlendirilen, kocasından dayak
yiyen, çalışamayan, yaşayamayan, evlenmeden kendi hayatını kuramayan, susturulan, küstürülen, ezilen
ve göz ardı edilen bu ülkenin kadınları için yazdı.
Müstehcen bulunarak yasaklanan
“Kadının Adı Yok”un başına gelenler aslında Duygu Asena’nın mücadelesini ve
yaptıklarını tam anlamı ile özetler nitelikte. Başlangıçta kitap yayınlandığı ilk yılda 40 baskı
yaparak Türkiye'de satış rekoru, daha sonra filme çekilerek gişe rekoru kırdı. 40. baskıdan sonra
Başbakanlık tarafından “muzır” bulunarak satışı yasaklandı. Duygu Asena bunun üzerine
açtığı davayı kazanarak, kitabını tekrar özgür bıraktı. 53 kez basılan eser, Almanya, Hollanda ve
Yunanistan'da da yayınlanarak, uluslararası başarı kazandı. Duygu da önce ses getirdi, sonra
“muzır” bulundu, bazı evlere yazıları giremedi ama bu gün 8 Mart deyince akla ilk gelen
kadın isimlerden biri oldu.
PİYANONUN EFENDİSİ İDİL
BİRET
“Harika Çocuk” olarak tanındığında daha 7 yaşındaydı İdil Biret.
Sihirli parmaklarını piyano tuşları üzerinde gezdirdikçe büyüdü büyüdü ve bugün tüm dünyanın
tanıdığı ve saygı duyduğu bir “idol” oldu.
Suna Kan’la birlikte yurt
dışında eğitim alması için TBMM’nin bir gece oturumunda yasa çıkarıldığında yaşı henüz
7’ydi. “Evlenip de dönmeyebilirler” diyenler de oldu, “Bu yetenek bir gün
durabilir” diyenler de. Hatta yoksulluk edebiyatı yapıp filanca şey için paramız yok, bunun
için mi bütçe ayrılacak diyenler bile oldu Meclis’te. Ama yüzleri kızararak izlediler başarı
öykülerini ve yutkundular daha ilk senesinde Paris Radyosu’nda İdil’in konserini
duyunca.
70 den fazla albüm, sayısız konser, sayfalara sığmayacak kadar ödül ve
nişan… Ama hepsinden de öte, inanılmaz bir birikim ve müzikal hafıza oldu İdil Biret. Kendine
tüm dünyayı hayran bırakan bu dopdolu kadın için Fransız yazar Prof. Dominique Xardel “İdil
Biret-Une pianiste Turque en France” (Fransa’da bir Türk Piyanist İdil Biret) kitabını
yazdı. 2006 yılının Eylül ayında Fransa'da yayınlanan kitap 2007’de Üner Birkan tarafından
“Dünya Sahnelerinde Bir Türk Piyanisti: İdil Biret” ismiyle Türkçe'ye çevrildi.
Birçok ilkin sahibi olan Biret, dünyanın en geniş repertuvarlı piyanisti ünvanını
taşımakla beraber; olağanüstü bir hafıza, mükemmel bir teknik ve yorumlama gücüne sahip. Tüm
dünyanın yakından takip ettiği Biret, bu ilgiyi her geçen gün hızla arttırıyor.
İdil Biret
şu sıralar ise Brahms’ın senfonilerinin piyano uyarlamalarını yazmakta. Kendi etütlerini de
besteledi ve bir süre sonra gün ışığına çıkartacağını söylüyor. Sanatçı hiç durmadan, karşısına
çıkan engellere serinkanlı yaklaşarak yaptığı yolculuğuna devam ediyor. Ve bir kadın onurla
ışıldayan gözleriyle bir tarih yazıyor.
|